Tafrası gitti lezzeti kaldı

Cipriani artık düzelmiş, çalışanlardaki küstahlıktan eser kalmamış

Haberin Devamı

Beğenmediğim yerler üzerine kalem oynatmayı sevmem. ‘İyi’yi duyurmak varken ‘kötü’yü kötülemek bence  zaman kaybı. Bu kuralımı üç kez bozdum: Bunlardan biri de müşterilerini küçümseyen Cipriani üzerineydi.
Dünyanın çeşitli şehirlerindeki şubelerine ayıla bayıla gittiğim ve Türkiye’de açılacağını duyduğumda pek sevindiğim lokantada bırakın aradığımı bulmayı,  bayağı sinirlenmiştim... Sebebi basitti: Yemek de servis de kötüydü ama kaleme sarılma nedenim mutfakta ve serviste çalışan İtalyanların burunlarından kıl aldırmaz halleriydi.
“Bon pour l’Orient” diye Frenkçe bir deyiş vardır ya hani “Şark’a bu kadarı yeter de artar” mealinde, kafamı attıran tam da buydu: New York’ta, Venedik’te ya da Londra’daki lokantalarda esamisi okunmayan bir küstahlık vardı çalışanlarda. Yazımı yazdım, bir daha da Cipriani’nin eşiğinden adım atmadım.

Haberin Devamı

TÜRKİYE ÂŞIĞI AZERİ

Düne kadar... Bir dostum “orada öğle yemeği yiyelim” dediğinde duraksamadım değil. Israr etti, “eskisi gibi değil” dedi. Doğru söylemiş, değişmiş: Ne eski şef ne eski maitre d’hotel ne eski garsonlar var ortada.
Yemekler de eskisi gibi değil; eti, hamuru, peyniri, malzemesi ve lezzetiyle işte şimdi ‘Cipriani kalitesi’ dedirttiren çıtaya erişmiş. Atıştırmalıklardan tutun da ana yemeğe kadar hepsi mükemmeldi.
Gelelim Cipriani’nin içinde bulunduğu Edition Hotel faslına... Daha önce burayı orta ölçek bir şehir oteli olarak algılamış ve üzerine de fazla kafa yormamıştım. Bu kez gezme fırsatı buldum. Vay be dedirten odalarını, “burada iyi vakit geçirilir” dediğim barını, kış düğünleri için ideal balo salonunu, sevgiliye verilecek en iyi hediye diye düşündüğüm SPA’sını...
Otelin sahibi Türk kamuoyunun adına aşina olduğu genç bir girişimci. 43 yaşında, zengin bir Azeri: Mübariz Mansimov.
Dil birliğinden mi kan kardeşliğinden mi ülkemizin gizil gücüne duyduğu inançtan mı bilmem, turizm alanındaki yatırımlarını Türkiye’de yapmaya karar vermiş, işe Edition Hotel’le başlayıp yoluna Bodrum Yalıkavak Marina, Palma Life ve Palmarina otelleriyle devam etmiş. Kendisiyle tanışmadım ama tanıyanlar Bodrum’u dünyanın sayılı turizm merkezlerinden biri yapmayı aklına koyduğunu, Güney İtalya ya da Güney Fransa’yı mesken tutan zengin turistlerin rotasını Ege’nin bu yakasına çevirmeyi hedeflediğini anlatıyorlar.
Bundan iyi haber mi olur? İstanbul malum, artık bir marka. Bodrum da öyle sayılır. Biz Türkler betona tapmayı bırakır, para kadar estetiğin de önemini kavrarsak, sadece İstanbul ve bir-iki kıyı kasabası değil diğer şehirler de paylarına düşeni alır.
Ne bileyim belki de safdillik ediyorum...


 

Yazarın Tüm Yazıları