Tabancanın altındaki mavi dosya

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Bütün bir cumartesi ve pazar günüm gitti.Neden mi?

Size hikâyesini anlatayım..

* * *

Her şey dün o uçağa bindikten sonra, Başbakan Mesut Yılmaz'ın çantasını kucağına almasıyla başladı.

Başbakan, üstündeki şifreleri dikkatle çevirip çantayı açtı.

En üstte bir tabanca duruyordu.

‘‘Güneş hediye etti’’ dedikten sonra tabancayı uzattı.

Avusturya malı, Glock marka bir tabanca.

Özelliği çok hafif oluşu. Mesut Bey'in çantasında ilk defa silah taşıdığını görüyorum.

Demek ki Susurluk olayı bazı şeyleri değiştirmiş.

Ama yine de buraya kadar benim için ilginç bir şey yok. Benim derdim başka. İkide bir konuyu, Susurluk raporuna getiriyorum.

Ben oraya geldikçe, o oradan uzaklaşıyor.

İşte asıl felaket o anda başlıyor.

* * *

Çantada, tabancanın altındaki kâğıtları kaldırıyor.

Ve onların altından mavi renkli iki dosya çıkıyor.

Birinin üzerinde ‘‘Susurluk raporu’’ yazıyor.

Ötekinin üzerinde ise, ‘‘Susurluk raporu ekleri’’ ibaresi var.

Mesut Bey iki raporu eline alıp, bana doğru uzatıyor.

Yüzünde muzip bir ifade ile, ‘‘Bunları sana vereyim mi’’ diye soruyor.

Ama yüzündeki ifadeden, ben ‘‘Verin’’ desem, ‘‘Nanik’’ yapacakmış gibi bir anlam çıkarıyorum.

Bu cevabı almamak için, ben de cevap vermiyorum.

Sadece ciğere bakan kedi gibi bakıyorum.

Herhalde Türk basınında Susurluk raporuna fiziki olarak en çok yaklaşan kişi ben oluyorum.

Rapor orada, parmağımı uzatsam alacağım mesafede duruyor.

Başbakan sadist bir ifade ile raporu bana aynı mesafede tutuyor.

Beş saniye, on saniye, on beş, yirmi saniye. Bir gazeteci için Filistin askısından beter bir işkence. Arada sadece 15-20 santim var.

Bütün Türk basınının beklediği rapor, dibime kadar gelmiş.

* * *

Üzeri koyu mavi renkli iki dosya. Sırtları beyaz.

Biri, çok düzgün yerleştirilmiş. Ötekinin içinden bazı belgeler sarkıyor.

Sonra Başbakan, dosyaları yavaş yavaş geri çekiyor.

Tekrar çantaya yerleştiriyor.

Glock marka silahını dosyaların üzerine koyuyor.

Çantayı kapatıp, şifreleri gelişigüzel çevirerek kilitliyor.

Bir gazetecinin başına gelebilecek en büyük felaket. Herkesin peşinde olduğu bir raporun 15 santim yakınına kadar gelip onu alamamak.

Gerçi Ankara'daki arkadaşlarımız raporun önemli bölümlerini öğrenip yazmışlardı.

Ama şu kadarı mı açıklanacak, yoksa bu kadarı mı diye tartıştığımız bir raporun tamamını ele geçirmek herhalde güzel bir iş olurdu.

Olmadı.

Dibime kadar gelen bu fırsatı kaçırdım.

Uçak yavaş yavaş İstanbul'a doğru süzülürken, kalan zamanda sökebildiklerimi sökmeye çalıştım.

Ama iştahım kaçmış, moralim bozulmuştu.

* * *

Dün, o 45 dakikalık uçak seyahatimizde bir şeyi daha keşfettim.

Sadist bir Başbakanımız vardı.

Bir gazeteciyi Filistin askısına asabilecek, beynine elektrik verecek kadar soğukkanlı ve sadist bir başbakan.

Uçak Atatürk Havaalanı'na inerken bana, sol bacağını göstererek, yırtılan zardan fırlayan kasların kendine ne kadar acı verdiğini anlatıyordu.

O an, ona hiç acımadığımı, çektiği acının bende en küçük acıma etkisi yaratmadığını hissettim.

Çünkü onun çektiği acı, gözümün önünden uçan dosyaların verdiği ıstırabın yanında hiç kalırdı.














Yazarın Tüm Yazıları