Sürgündeki şehzade vatan ve Fenerbahçe hasretiyle can verdi

Sürgün, padişah torunları için ıstırap, sefalet ve sıkıntı ile beraber hayal ve bekleyiş demekti. Türkiye’ye girişleri yasak olan Son Osmanlılar, yıllar boyunca memleketten gelecek olan "Artık dönebilirsiniz" haberini hayal etmişlerdi.

Bu izni bekleyenler arasında Son Halife Abdülmecid Efendi’nin oğlu olan ve 1919 ile 1924 yılları arasında Fenerbahçe Kulübü’nün başkanlığını yapan Şehzade Ömer Faruk Efendi de vardı.

İşte, sürgündeki şehzadenin 1966’da yazdığı bir mektubunun bazı bölümleri: Ömer Faruk Efendi, sürgünde bil bağlı olduğu kulübünden "Cánım Fenerbahçe" diye bahsediyor ve satırlarında kahreden bir vatan hasretini naklediyor. Kader, Fenerbahçe Kulübü’nün sabık başkanına memleketini bir daha görmeyi nasib etmeyecek, Ömer Faruk Efendi sürgünde can verecek ve Türkiye’ye ancak cenazesi gelebilecekti./images/100/0x0/55ea7f60f018fbb8f883da3f

BAŞLARKEN

Kanal D’de, önümüzdeki 18 Ocak Çarşamba gününden itibaren benim hazırladığım dört bölümlük bir belgesel yayınlanacak: "Son Osmanlılar"... Konusunda bir "ilk" olan bu belgeselde, 1924 Martı’nda Türkiye’den sınırdışı edilen Osmanlı Hanedanı’nın bazı mensuplarının sürgünde yaşadıkları ve filmlere bile taş çıkartacak derecede hüzünle yüklü gurbet hayatlarından kesitler yer alıyor. Üç gün devam edecek olan bu yazı dizisinde, belgeselin tanıtımının yanı sıra hanedanın kadın mensupları için 28, erkekleri için de tam

50 yıl devam eden bu sürgünün hüzünlü ve şaşırtıcı bazı anlarını okuyacaksınız.

Sürgün, birçok Son Osmanlı için ıstırap, sefalet ve sıkıntı ama daha da önemlisi, hayal ve bekleyiş demekti.

Türkiye’ye girişleri yasak olan Son Osmanlılar, yıllar boyunca memleketten gelecek olan "Artık dönebilirsiniz" haberini hayal etmişlerdi. Bu hayal, hanedanın kadınları için 28, erkekleri için de tam 50 sene boyunca devam edecek ve geçen her gün sürgündeki Osmanlılar’a acı, sıkıntı ve hüzün getirecekti.

Gurbetin getirdiği bütün bu acıları çekerken memlekete dönebilme hasretiyle yanan Son Osmanlılar’ın arasında Şehzade Ömer Faruk Efendi de vardı.

Ömer Faruk Efendi, Son Halife Abdülmecid Efendi’nin oğluydu. İstanbul’da, 1898’de doğdu. Almanya’da Potsdam Askeri Akademisi’ni bitirdi, ilk dünya savaşında Verdun cephesinde savaştı, sonra Türkiye’ye döndü ve bir kuzeniyle, zamanın hükümdarı Sultan Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan ile evlendi ve üç çocukları oldu: Neslişah, Hanzade ve Neclá sultanlar...

Şehzade, 1919’da Fenerbahçe Kulübü’nün başkanlığına seçildiğinde henüz 21 yaşındaydı. Başkanlığı 1924 Martı’na, hanedanın bütün mensuplarıyla beraber Türkiye’den sürgüne gönderilmesine kadar, beş sene devam etti.

Faruk Efendi, memleketini bir daha göremedi. Sürgünü tam 45 sene boyunca yaşadı ve hayata ailenin erkeklerine memlekete dönebilme izninin verilmesinden beş yıl önce, 1969’da Kahire’de, memleket ve İstanbul hasreti içerisinde veda etti. Mezarı yıllar sonra, Ankara’nın "sessizce nakledilmesi şartıyla" verdiği özel bir izinle Türkiye’ye getirildi ve gurbette can veren şehzadenin naaşı, Cağaloğlu’ndaki Sultan Mahmud Türbesi’ne defnedildi.

Aşağıda, Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin Kahire’den 1966’nın 20 Temmuz günü İstanbul’da yaşayan dostu meşhur tarihçi İsmail Hami Danişmend’e gönderdiği mektubun Fenerbahçe ile ilgili kısımları yer alıyor. Şehzade, mektubunda seneler önce başkanlığını yaptığı Fenerbahçe Kulübü’nün o zamanki başkanı Faruk Ilgaz’dan bir mektup aldığını söylüyor, kulübün kendisini hatırlamasından duyduğu memnuniyeti anlatıyor ve gözyaşlarını tutamadığını yazıyor.

Sürgündeki şehzadenin mektubunun sonlarındageçen "Beyefendi" bahsini biraz açayım: Ömer Faruk Efendi şehzadelere "Efendi hazretleri" diye hitap edilmesi gerektiği halde kulüpten gelen mektupta kendisine "Muhterem Beyefendi" dendiğini yazıyor ama Fenerbahçe aşkından dolayı bu protokol hatasına önem vermediğini anlatıyor...

CANIM FENERBAHÇE

İşte, Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin Fenerbahçe’den bahsettiği mektubunun bazı bölümleri: "Pek muhterem beyefendi,

...İçimden, bu sene bir kavuşma senesi olacak diye geldi! Sonra, o kavuşma kim ile? Sevgili vatanım ve 15 senedir görmediğim çocuklar ile mi, yoksa toprak ile mi diye düşündüm!

...’Maneviyatınızı bozmayın, ye’se kapılmayın’ buyuruyorsunuz ama buna imkán kaldı mı? İnsan taştan çelikten olsa yine dayanmaz! Kaçıncı senedir bu tahammülümüz! Artık tahammül edebilme imkanları da kalmadığı gibi işkencenin de bir derecesi var. Öyle bir hále geldim ki ne isteyeceğimi bilemez oldum.

...Geçen gün ... postacı geldi ve büyükçe bir zarf uzattı. Üstünde cánım Fenerbahçe Spor Kulübü’nü görünce şaşırdım. Mektubu okuyunca büsbütün hayretlere düştüm. Kulübün yeni müdürü, sabık reislerinin resmini istiyor! Salonlarını tezyin (süslemek) için! Kırk küsur senedir böyle bir aláka görmediğimden şaşırdım ve mütehassis oldum, teessür duydum ve gözlerimden yaşlar boşandı. Yeni ve eski birer fotoğrafımı, kulüp ázálarıyla çıkmış olan bir eski resmimi ve göstermiş oldukları aláka dolayısıyla teşekkürlerimi yazdım ve gönderdim. Yeni reisin ismi de Faruk olduğundan, adaşlık hasebiyle bir sempati doğmuş olacak! Bana gönderdikleri kulübün ismi, işareti ve arkasına yazdıkları beni çok mütehassis etti: ’Kulüp erkánı, eski reislerine saygılarını sunarlar.’ Şimdi resim çerçeveye geçmiş halde yanımda duruyor. ’Muhterem Beyefendi’ diye yazmalarına dikkat bile etmedim. Çünki, bilmediklerinden! Bundan birkaç sene evvel de biri bana kezá ’Beyefendi’ diye hitap edince ’Affedersiniz ama ben efendi değilim. Öyle olmuş olsa idim memleketten çıkarılmazdım. Bana çok pahalıya malolan unvanımdan vazgeçmeyin, rica ederim’ demiştim. Bunu size gülün diye yazıyorum. Gülmeyi bile unutmak üzereyim ve unutmamaya uğraşıyorum. ...Ömer Faruk"

Osmanlı tahtının várisini haçların arasına defnettik

İSTANBUL’da 1909’da doğan Mehmed Orhan Osmanoğlu, Osmanlı hükümdarı İkinci Abdülhamid’in torunuydu. 15 yaşındayken ailesiyle beraber sürgüne gönderildi ve gurbette hayatını kazanmak için otomobil tamirciliğinden kamyon şoförlüğüne kadar her işte çalıştı.

Orhan Efendi, kendisiyle tanıştığım 1970’lerin sonunda Paris’teki Amerikan Askeri Mezarlığı’nın bekçiliğini yapıyordu!

Sonra mezar bekçiliğinden 160 dolar aylıkla emekli oldu ve Güney Fransa’nın Nice şehrine yerleşti. Aramızdaki dostluk seneler geçtikçe arttı ve o yıllarda Osmanlı Hanedanı’nın "reisi" yani en yaşlı şehzadesi olan Orhan Efendi’yi 1992 Ağustosu’nda Hürriyet’in davetlisi olarak on günlüğüne İstanbul’a getirdim. Sekiz dili rahatça konuşabilen ama gözleri artık çok az gören Orhan Efendi vatanına 68 yıl aradan sonra ilk defa geliyordu ve gelişi gazetelerin manşetlerinde yer almıştı.

Mehmed Orhan Osmanoğlu, tam 70 senelik sürgününü, Nice’deki tek odalı evinde 1994’ün 12 Mart akşamı noktaladı. Vefat haberini alır almaz Nice’e gittim ve çileli şehzadeyi şehrin "Doğu Yakası Mezarlığı"nda toprağa verdik.

Cemaat, sadece altı kişiydi: Sultan Abdülmecid’in soyundan gelen ve Nice’de yaşayan Melike ve Emire hanımsultanlar, hanımsultanların Katolik olan Fransız eşleri, Gazi Osman Paşa ile Sultan Abdülhamid’in torunu Bülent Osman ve ben... Osmanlı tahtının várisinin cenaze namazını, Melike Hanımsultan’ın şehrin Arap mahallelerinde bulduğu ve Bülent Osman’ın bahşiş vererek mezarlığa gelmeye binbir güçlükle ikna edebildiği dört Tunuslu kıldı.

Sultan Abdülhamid’in torunu, Osmanlı Hanedanı’nın sabık reisi ve saltanat yıllarındaki resmi unvanı "Şehzáde-i civan-baht devletlu necabetlu Mehmed Orhan Efendi Hazretleri" olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Mehmed Orhan Osmanoğlu, son uykusunu şimdi Nice’in "Doğu Yakası Mezarlığı"nda, haçların arasında uyuyor. Haçların mevcudiyetinin sebebi mezarın bulunduğu yerin Müslümanlar ve Hıristiyanlar tarafından ortaklaşa kullanılan ama "fakirlere mahsus" bölüm olması ve şehzadenin mali imkánsızlıklar yüzünden ancak buraya defnedilebilmesi...
Yazarın Tüm Yazıları