Şu yaşamak dediğin

Yaşamınız üzerine düşünür müsünüz? Bildiklerinizi, okuduklarınızı, öğrendiklerinizi, gezdiklerinizi bir ‘ben’ süzgecinden geçirip yazıya döker misiniz?

Eğlenceli bir iş. Ben buna Ahmet Cafer Çelebiler’in Düşler ve Görüşler kitabını okuduktan sonra karar verdim.
Çelebiler kendisiyle, başkalarıyla ve genel olarak hayatla dalga geçiyor. Ama bundan da ciddi sonuçlar çıkıyor. En azından, birey olarak kendinizi eksen almayı öğreniyorsunuz ya da bunu denemeye çağırıyor. Okuduklarının tortusu, gezdiklerinin gözlemleri ve edindiği izlenimler, onun bir dünya gezgini olduğunu gösteriyor.
Açıklama’sını okuduğumda, kitabın şaşırtıcılığı, abesliği hoşuma gitti doğrusu. Tutarlılığın yaşamın tutarsızlığına ters düştüğünü simgeleyen bir açıklama:
“Mustafa Bilgin’in karikatürleri, Neşe ve Ceylan Çelebiler’in çizimleri ve Eser Çelebiler’in fotoğrafları ile yazılar arasında her zaman yazarın veya çizerin bağlantılar kurduğunu sanmayın. Washington DC için seçtiğim fotoğrafın Chicago da çekildiğini itiraf etmeliyim.”
Önsöz de, yazarın alaycı yaklaşımını yeterince özetliyor:
“Edebiyat Kritiği dersinde her kritiğin kendinin, iyi bir yazar olması gerekmediğini, hatta iyi kritiklerin kendilerinin yazar olarak pek başarılı olamadıklarını öğrenmiştim.
Bu kitaptaki yazılar insanlar ve insan kritikleri. Zamanlarımı, dünyalarımı, düşlerimi, görüşlerimi bulanık his perdeleri arkasından amatörce sihirbazlık yapmaya çalışarak paylaşmak istedim.
Meraklılara, insanlığın en değerli iki amacının mutluluk ve giz çözmek olduğuna benim gibi inananlara, kabak ve ayçiçeği çekirdekleri sunuyorum.”
Bazı kavramlar, bazı kelimeler, bir fotoğraf, bir çizim, bir bellek kırıntısı. Bunların hepsi kaotik bir çağrışımlar dünyasını yaratıyor. Kitabı okuma yöntemini anımsatsam iyi olur. Resimler, çizimler kendi başlarına varlıklarını sürdürüyorlar. Her zaman metinle arkadaş değiller, bağımsızlıklarında ısrarlı hatta kimileri.
Bu da sizi görsellikle okuma arasında bir paralellik arama zahmetinden kurtarıyor.
Tanımak için çabaya gerek var mı? “Tanımak bile işin lüksüne gitmek,” diyor.
Benlerden kurtulmak, düşünmeyi özgür kılmak. Belki de klasik bir düşünce tarzından uzak durmak.
“Kafalar karmaşayı sevmez” sözünün tersini uyguluyor. Kafasını da, kafaları da karıştırıyor. “Nostaljinin sadece küf kokusundan” kaçıyor.
Nihilizme tutkun mu, düzene mi baş kaldırıyor? Yanıtını siz verin. Çünkü okuru tahrik ediyor, kendi düşüncesini üretmesini istiyor.
Ahmet’in Bazı Sanatlar Tarihi, sanatın, kurama, tanıma gelmez özgürlüğünü ve özgünlüğünü anlatıyor:
“Sadede gelince... Sanat ya ‘sanat içindir’ ya ‘halk içindir’ ya da ‘parasını verenler içindir’. Hatta hepsi de olabilir veya hiçbiri de olmayabilir. İsterseniz sorun Leonardo’ya, Gaudi’ye filan; yaşayan veya yaşamayan hepsine. Cevaplarının ne olduğu, ne fark eder!”
Listeli Tarih, insanlık tarihinin bir tekrardan ibaret olduğunu, belli kelimeler aracılığıyla özetlendiğini gösteriyor. Minimal bir insanlık tarihi. Her dönemde istisnasız karşımıza çıkan ‘savaşlar’.
Kitaptan Şair Asaf Halet Çelebi Hatırası, yazarın amcasının bir portresi olarak yorumlanabilir. Onu tanıyanlar için etkili bir tasvir:
“Yaşlı, çok yaşlı adam, gençliğinin batan güneşinin ışığıyla parlayan Üsküdar pencerelerine baktı; başka tepeden, başka evden, başka gözden.
Kafessiz, cumbasız, lalasız, bahçıvansız evin yüksekliği korkuttu. Bahçede incir, elma, armut, erik, hünnap, kızılcık, dut filan yoktu. Duvarlar arasında, sadece aynı güneşe erişme çabasındaki kiraz ile köklerini derinlere salamayan kayısı vardı.
İstim salan vapurlar yerine motor gürültüleri ebedi martılarla yarışırken, eskileri, en eskileri anmak da olabilir.
Kayıp kuyuların kenarındaki taşların akrepleri, kuytu defne ve akasya ağaçları altlarının rutubetli toprak-yaprak kokuları, beynin düşünce hislerinin girift olduğu bölgelerinden dışarı çıkarken beraberlerinde insanlar, suratlar taşımadılar. Cansız insanları düşünmek hiç de istemeyen bendeki amcamın hayali, kendini sokmuş akrep cesetleri ve cansız nesnelerden oluştu.
Camların parlaklığı gitti.”
Her ülkeyi, her şehri alışılmışın dışında bir tatla anlatıyor. Gezi yazılarının ‘his’ çerçevesinde kaleme alınışının örnekleri.
Son Söz, yazarın da, kitabın da zekice bir özeti:
“Şair olmak istemedim, amcam Asaf Halet Çelebi’yi, Orhan Veli’yi, Nâzım Hikmet’i düşünerek. Hikâye yazarı da olunurmuş, Sait Faik’in acılarını çekerken.
Gaudi kadar olamamak korkusu yoktu meslek seçimimde, ama sonradan kimsesizler mezarlığına gömülmek ürküttü. Frank Lloyd Wright ise steril gözüktü.
Ah bir Dali’yi tanısaydım, ne resimler yapardım. Ama tanıdıklarım Cem Kabaağaç, Mehmet Güleryüz, Tuncay Betil. Sanatın kuru ekmek, peynir, şarap veya rakı ile ölçülmesini kabullenemedim. (...)
Kelime kombinasyonlarının oluşturabileceği gizem, ses ve ritim önemliydi. Bazen şaşırtmak istediğimi de biliyorum. Yazdıklarım ve yazmayıp içimde tuttuklarım sayesinde Boğaziçi Üniversitesi’ndeki öğrencilerimin anımsayacağı sonlu oyunları oyun olarak algılayıp, yaşamın sonsuzluğunu tattım. Ne mutlu bana!”
Değişik bir kitap.

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Guisippi Fiori Antonio Gramsci İletişim
küçük İskender Underground Otopark Sel
Maeve Binchy Gizlidir Bütün Aşklar Doğan
Ayten Altıntaş Gül Hayykitap
Chor İsa’nın Sırrı Bilgi
Yazarın Tüm Yazıları