Söylenmeyeni söyledim

MEHMET Altan’ından Eser Karakaş’ına, Etyen Mahcupyan’dan Ali Bayramoğlu’na bilumum liberal kalemler... Gayet iyi niyetle... Gayet halisane arzularla...

İstediler ki...

Tayyip Erdoğan, büyük, çok büyük bir değişimin öncüsü olsun...

Türkiye’yi dönüştürsün... Avrupa Birliği yolundan şaşmasın... Ergenekon’da milim ödün vermesin... Kürt sorununda açılsın... Ermeni sorununda açılsın... Bütün paradigmaları ezsin, kendine "demokratların şahı" dedirtsin... Açılım üstüne açılım yapsın... Tabanına kulak asmasın... Milliyetçilik taslamasın... Statükoya savaş açsın... Generalleri hapse tıksın...

Cenab-ı Hak hiç kimseye "taşıyamayacağı yük"ü yüklemez...

Gelin görün ki, bu "ilahi düstur"dan habersiz olan liberaller, Recep Tayyip Erdoğan’ın omuzlarına taşıyamayacağı yükü yüklemekten hiç mi hiç imtina etmediler.

Yükledikçe yüklediler... Daha da tuhafı hiç mazeret kabul etmediler...

* * *

Ve gün geldi, devran döndü...

Recep Tayyip Erdoğan’ın "merkez sağ" olarak konumlandırdığı partisi AKP, liberallerin yüklediği yükü omuzlarında taşıyamaz oldu...

Çünkü...

AKP dediğimiz parti, sonuçta bir kitle partisi idi... Tabanından gelen talepler, baskılar vardı... Her kitle partisinin tabanında olduğu gibi AKP’nin tabanında da farklı eğilimler yer alıyordu... Güneydoğu "gevşe" diye bağırırken Orta Anadolu "sık" diye bağırıyordu... Ege kıyıları "kuşkulandırma" diye bağırırken Doğu "kuşkulandır" diye bağırıyordu... Kimi statükoyla kavgadan hoşnut değildi... Kimi Kürtlere çok yüz verildiğini düşünüyordu... Kimi Kürtlerin adam yerine konmadığını düşünüyordu... Kimi çok muhafazakar buluyordu partiyi... Kimi partinin iyice dağıttığı kanaatindeydi...

Hasılı kelam...

Taban çok farklı telden çalıyordu ve sandıktan çıkan sonucun bir anlamı da buydu...

* * *

Ne yapsın Tayyip Erdoğan?

Düşündü, taşındı ve bir karar verdi...

"Liberal telkinler" ile "taban gerçekleri" arasında bir tercih yaptı...

Bu yüzden Bülent Arınç’lı, Ahmet Davutoğlu’lu, Taner Yıldız’lı, Sadullah Ergin’li, Nihat Ergün’lü yeni bir "kabine düzeni" kurdu...

Liberalleri memnun edecek isimlere ise yüz vermedi...

Mesela çoktandır bakanlık bekleyen Dengir Mir Fırat’ı, Kürt sorununda açılım yapacak İhsan Arslan’ı, liberalleri sevindirecek Zafer Üskül’ü, Taraf gazetesini sevinçten uçuracak Haluk Özdalga’yı falan kabineye almadı...

Kısacası Erdoğan, "Biz klasik merkez sağ partiyiz kardeşim... Bizden özgürlükçü liberal sol parti olmamızı beklemeyin" mesajı verdi...

Üç saptamam var

BİRİNCİ SAPTAMA: Nimet Çubukçu kimdi? Kabinenin "kadın bakanı" idi... Kadından sorumlu idi... Aileden sorumlu idi... Yani "kadın kontenjanı"ndan bakan idi... Kabine revizyonunun ardından Milli Eğitim Bakanı oldu... Yani o artık "kadın bakan" değil, sadece "bakan"... Ayrıca en önemli bakanlık görevini üstlenerek "AKP’nin en etkin ismi" olduğunu da kanıtladı...

İKİNCİ SAPTAMA: "Genç Siviller"i bilirsiniz... Liberal, özgürlükçü çocuklardan oluşan bir grup... "Askerin genç subayları"na karşılık olsun diye ortaya çıktılar... Bu zamana kadar yaptıkları en büyük eylem, "Çankaya Köşkü’ndeki resepsiyona spor ayakkabıyla gitmek" oldu... Yani hep risksiz, steril, "ah sizi yaramazlar" dedirtecek türden eylemlere imza attılar... Ve fakat... İşte ilk kez, 1 Mayıs’ta The Marmara Oteli’nde kiraladıkları odanın penceresinden sarkıttıkları pankartla zeki, cesur, riskli ve hayli yaratıcı bir eyleme imza attılar... Ne diyelim? Helal olsun çocuklar...

ÜÇÜNCÜ SAPTAMA: Fatih Altaylı’nın eşi Hande Altaylı’nın ilk kitabı "Aşka Şeytan Karışır"ı, beklenti düzeyimi epey aşağılarda tutarak okumuştum... Ne yalan söyleyeyim, beklenti düzeyimi yüksekte tutsaymışım da olurmuş... Çünkü romanı beğenmiştim... Dili, buluşları ve kendine özgü anlatım tarzıyla hayli başarılıydı... Dün Habertürk Gazetesi’nde Kutlu Esendemir’in Hande Altaylı ile yaptığı ve su gibi akıp giden röportajından öğrendim ki Altaylı’nın yeni romanı "Maraz" piyasaya çıkmış... Alıp okuyacağım... Ama sormadan edemiyorum: Hande Hanım, Hande Hanım... Gazetedeki fotoğraflarınıza bakınca "Tam anlamıyla Gülben Ergen / Ayşe Arman karışımı bir imaj" demeden geçemedim... Tesadüf mü? Bilinçli tercih mi?

Haftanın en iyi 5’i

BİR: Bülent Arınç’ı "Başbakan Yardımcısı" sıfatıyla kabineye alarak, "Ben galiba tek adam oldum... Gel, kabineye gir ve eleştir beni Bülent Abi" deme olgunluğunu gösterdiği için RECEP TAYYİP ERDOĞAN...

İKİ: Hükümeti sert bir dille eleştirerek, başında bulunduğu TOBB’un "majestelerinin sivil toplum örgütü" olmadığını kanıtlayan RİFAT HİSARCIKLIOĞLU...

ÜÇ: Gazetelerinin bir çalışanının "terörist" diye suçlanıp gözaltına alınması karşısında "anında satış" yapmayan ve gazete çalışanına sonuna kadar sahip çıkan VATAN GAZETESİ...

DÖRT: Örgüt kurmaktan müebbet hapis cezası alan eşi Sarp Kuray’a sonuna kadar destek vererek vefa ve dayanışma örneği sergileyen oyuncu NUR SÜRER...

BEŞ: Son albümünde artık unuttuğumuzu sandığımız "Gülmek için yaratılmış" ve "Dudaklarında arzu" adlı şarkıları bize bir daha hiç unutmamak üzere hatırlatmayı başaran GÖKSEL...
Yazarın Tüm Yazıları