GeriSeyahat Bir yol ve üç cennet
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Bir yol ve üç cennet

Bir yol ve üç cennet

Batı Antalya’da kalabalıklardan kaçıp daha sakin noktalara park ettiğimiz karavanımızın kapıları üç ayrı cennete açıldı bu kez. Üç günde sadece 55 kilometreye sığan Karaöz, Papaz Koyu ve Gökbük...

İnsanın ruhu kendine zaman zaman ilginç oyunlar oynuyor. Keyifli planlarla çıkılan bir tatile henüz ilk akşamında kaçar adım son verilirken, “Bir görelim” diye uğranan yer vazgeçilmeze dönüşüyor. Elmalı’da lavanta hasadı biter bitmez kısa bir tatile çıkmaktı amacımız. Ancak orman yangınları ruhen tutulma yaşamamıza neden oldu. Yangınlar sona erip hayat normal akışına geçince karavana atladık. İlk durak Adrasan’dı, tadında birkaç gün sinir uçlarımıza iyi gelecekti. Ama Adrasan’a değil; izdihama, otoparklara, abartılı tur teknesi trafiğine, biraz da kirliliğe ayak basmıştık.

Sadece bir restoran var

Henüz ilk gecenin sabahında Teke Yarımadası’nın bakir yollarına düştük. Kumluca yönüne doğru sahilden aktığımız asfalt yol, bir oldubittiyle bizi 10 kilometre ötede bir koya çıkardı. Finikeli dostlarımdan zamanında çok duymuştum burayı ama Oblomovluk yapıp direksiyonu bir türlü Adrasan’ın batısına kıramamıştım. ‘En iyi yol, bildiğin yol’ çıkmazı, yeni yaşam alanlarına sızmanın önünde nasıl kalın bir duvarmış, Karaöz’le öğrendim.

Bir yol ve üç cennet

Öncelikle daha girişinde “Ben buradayım” diye bas bas bağırmayan bir yer Karaöz. Bir sakinlik ve kalite hissediliyor. Yaz nüfusu bile 3 bin kişiye belki zor yaklaşıyor. Belde Çıralı’yı andırıyor ama denizi geriden karşılayan villaları, az sayıda pansiyonu, bungalovu ve kampıyla hemen ayrışıyor. Karaöz’ün kıyı hattında sadece bir restoran var, mimari çizgileri 1970’leri hatırlatıyor. Belde “Dokunmayın da yaşayalım” mottosuna sarılmış gibi. Bir ‘less is more’ (az ama öz) Karaöz. Belde her haliyle ve her zaman ‘eylül kafasında’... Bu havayı iyi koklayan Alman karavancılar fırsatı kaçırmamış mesela, kendilerini denize 50 metre mesafede salaş bir kampa, Dharma Bums’a bırakmışlar. Biz de karavanı Alman dostlarımızın yanına çekiyoruz. Onlarda İngilizce yok, bizde Almanca. Anlaşıyoruz el kol, ruh ruh...

Kamp da Karaöz’le aynı dili konuşuyor. Fiziken tam yerleşememiş ama ruhen can alıcı dünyalar yaratmış: Voleybol sahası, LED disko lambaları, iki-üç raflık kütüphanesi, gülen yüzleri, insansız yapamayan köpekleri, kahkaha dolu masaları... En ilginci, şehir ilişkilerinden kaçıp küçük çadırların içinde yakın geçmişini sıfırlayan gönüllü kampçılar. Eğlenceleri, muhabbetleri Karaöz tadında. Karavancılar için de özel bir doğal liman. Denize sıfır, kumsalın hemen gerisinde yan yana dizilen karavanlar ortak ruhta birleşmiş, ön pencereler yakamoza açılmış.
Bir yol ve üç cennet

Batıya, daha batıya...

Karaöz’ün turkuvaz sularında geçen iki günün ardından yeni rotamız Papaz Koyu. Bölgenin önü arkası Likya Yolu. Koy, ünlü Gelidonya Feneri’ni de içine alıp dünyanın en iyi 10 rotası içine girmeyi başarmış; Karaöz’e 2, Kumluca’ya 18 kilometre mesafede. Yeşili, mavisiyle tipik bir Akdeniz klasiği. İnsanın ardıçların, kızılçamların, sedirlerin altında adamsendecilik oynayası geliyor. Yalnız Papaz Koyu’na ya sabah ya da günbatımına doğru gitmenizi tavsiye ederim, çünkü öğleden sonraki günübirlik cümbüş, estetik keyfi yer yer bozacak nitelikte...

Vadideki güzel

Karaöz-Mavikent üzerinden Kumluca’ya doğru kilometrelerce kıyı şeridini izleyerek geçiyoruz. Likyalılar bölge seçiminde akıllılarmış, ‘güzel’ tanımının içinde ne varsa onu adım adım yaşam yoluna çevirmişler. Karavanla Elmalı yoluna saptığımızda üçüncü noktamızı işaretliyoruz haritada. Gökbük, Finike’den dağların 22 kilometre içinde, bir vadi köy...

Köyü, Akçay ortalıyor. Gökbük’ün bütün yaşam enerjisi de bu su ve biraz ötedeki 5 kilometrelik kanyonunda saklı. Köy kahvesi, muhtarlık aynı suyun üzerinde. Karavanı su kenarına yerleştiriyoruz. Gökbük’te buz gibi çaya girmeden olmaz. Avusturyalı turistler var suda, Alpler’in havasına yakın bir soluk alıyorlar. Köyün suya bakan tek restoranında tereyağda alabalıkların ardından Aykırtça’nın buz gibi dağ suyuna giriyoruz. Dört saniye içinde bedenimiz uyuşuyor.

Batı Toroslar’ın Rum-Alevi-Türkmen kesimlerini asırlarca harmanlayan noktasına birkaç saat sonra veda etmeye hazırlanıyoruz. Yöredekiler, “Şubatta da gelin” diyor, o zaman yapılan şenlikleri Pıngıdık’ı hatırlatıyor. Oğuzlar’dan, Şaman kültüründen Teke Yarımadası’na uzanan kış şenliğine söz kesip ayrılıyoruz.

False