Sex and the City ve ben

Bu, online oynadığım kanastanın başıma getirdiği ikinci vaka.

Haberin Devamı

Birincisi -gerçi o salaklığımdan kaynaklanmıştı- elin George De Jesus isimli adamını Benfica teknik direktörü sanıp, oyunu moyunu bırakıp, hayallere dalıp saatlerce sohbet etmiş, sonra adamın aynı isimli bir emlakçı olduğunu öğrenip yamulmuştum.
Geçenlerde yine oynuyorum bir masada, bu sefer ortaklı oyun.
Ortağım Amerikalı bir hatun, yaşı 55.
Yazışıyoruz bir yandan. Aman ne esprili, ne şeker... Evliymiş, hayatını yaşıyormuş, tam kafa bir tip.
Tabii sordu bana, sen ne iş yapıyorsun diye. Köşe yazarıyım dedim, Türkiye’nin en büyük gazetesinde.
Espri yaptım, ünlüyüm diye.
“Wow” dedi, “daha önce hiç ünlü birisiyle konuşmamıştım.”
“Ne tip yazılar yazıyorsun?” dedi.
Düşündüm bir an ne desem diye. Şimdi nasıl anlatayım kadına, eski kocamı yazarım arada, boynuzladı beni, davam var, davam hâlâ bitemedi, yüz yıldır falan devam ediyor, ben bittim saçlarımda aklar yoktu davam başladığında, krem sürmüyordum suratıma, kırışıklıklarım yoktu daha, çocuğum 13 yaşındaydı, şimdi 21 oldu. Deliyimdir, onları yazıyorum...
“Aman” dedim, işte kadının anlayacağı dilden öyle havalı da olur diye, ağzımdan bir anda çıkıverdi, “Sex and the City’deki Carrie Bradshaw gibi yazıyorum.”
İkinci “wow” geldi. Ve dedi ki, “ya o zaman sana soracağım çok soru var.”
“Aman önce söylesene, Mr Big’in var mı?”
Ah dedim, ah içimden, Amerikalı hatun, beni vurdun en derin yerimden. Şimdi açacağım ağzımı, yumacağım gözümü, sana neler neler anlatıvereceğim erkek demişken Türkiye’den ama iş uzayacak diye düşündüm, “şimdilik yok” dedim.
Ama sordu, “orada erkekler nasıl?” diye, birkaç filmde izlemiş bizim gibi ülkelerde aldatmalar, çok eşlilik, kadın cinayetleri falan varmış.
“Fesuphanallah” dedim. “Yani yok artık” dedim, “ayol sen ne izledin, burası İran mı? Ne aldatması, ne çok eşliliği, hele kadınları öldürmek ne demek? Bizde erkekler kadınları el üstünde tutar, el, şaşkaloz Amerikalı.”
İngilizce “teessüf ederim” dedim.
“Utandım, pardon” dedi, “yaşıma ver, karıştırdım herhalde” diye de ekledi.
Boşandığımı bir ara söylemiştim, aldatıldığımı da. O kadarı normal, onlarda da var.
“İyi para koparmışsındır” dedi, “bizim ülkedeki gibi. Bizde büyük suç.”
“Bizde de öyle canım” dedim.
“Eee” dedi, “siz orada istediğiniz her şeyi yazabiliyor musunuz gazetede öyle politika, seks falan?”
“Nasıl bir soru bu?” dedim. “Elimiz tutuyorsa yazıyoruz tabii her istediğimizi, kim bize karışacak ki? Yoksa sizin ülkede basında kısıtlama falan mı var?”
“Ay Ayşe” dedi, “Valla sen benim kafamı karıştırdın, ben CNN seyrederim arada da sizin ülke biraz karışık gibi.”
“Aman” dedim, “hep bunlar çekemeyenlerin işleri, yahu bak bana, var mı mutsuz bir halim?”
“Evet” dedi, “gayet large’sın yani. Neyse seni sıkmayayım artık çok sordum ama merak ediyorum, sen de Carrie gibi marka kıyafetler, çantalar alacak kadar para kazanıyor musun gazeteden?”
Ay bu soru benim bir ağrıma git. Ben bu soruyu bir onur meselesi yap, bir gurur savaşı yaşa içimde, bir fırtınalar kopuversin yüreğimde, sanki gazetemi aşağıladı kadın, sanki beni batırdı, çıkardı yerin dibine.
Ve yazdım. “Carrie yazdıklarıyla benim kadar kazanıyor muydu bilmiyorum, ben gazetemden aylık aldığım maaşla her ay istediğim her markadan üç-beş çanta, beş-10 ayakkabı ve sayısız kıyafet alabiliyorum ve tabii başka yatırımlarıma da harcayacak param oluyor.”
Hadi, bir wow çek şimdi. “Wow” dedi.
Bir ara sessizlik oldu, acaba soracak sorusu mu kalmadı diye düşündüm, sonra anladım ki kadın bana inanmamaya başladı, hemen yazdım.
“Ya sen iki dakika gidip beni Google’layıp gelsene.”
“Valla mı?”
“He valla.”
Gitti ve geldi.
“Gerçekmişsin” dedi, “güzelmişsin de, inan bir an dedim ki adamın teki dalga geçiyor herhalde ya da kadının teki.
Şimdi sana inandım valla, ben sizin ülke hakkında çok farklı düşüncelere sahiptim.”
“Eee” dedim, “şimdi gerçekleri öğrendin.
Ülke karışık biraz o doğru.
Politika işte, bekliyoruz sabırla biz de.
Sizde de oluyor, bizde de. Çok okuduk, izledik olanı biteni, siz de.
Neyse puanları da yedik bu arada ama olsun artık Amerikalı bir dostum oldu.”
“Aynen” dedi, “seni tanıdığıma çok mutlu oldum Ayşe.”
E-posta adreslerimizi aldık verdik birbirimize bye derken.
“Ha” dedi, “bak ne diyeceğim, sizin ülkeyle ilgili, mesela ben Atatürk’ü biliyorum.”
“Yahu” dedim, “baştan söylesene, Atatürk’ü biliyorsan tamamdır. Artık gerçekten dostumsun benim.”

Yazarın Tüm Yazıları