Sevgili Matruşkalar...

Onunla 40 yılı aşkın bir dostluğumuz var...

Aydın Kunt’u çocukluk yıllarımda tanıdım. Ben Notre Dame De Sion’a, o ise bizim okulun dost ve kardeş okulu sayılan Galatasaray Lisesi’ne gidiyorduk. Mehmet Teoman, Timur Selçuk gibi bugünün ünlülerinden oluşan Galatasaray Orkestrası’nın da bateristiydi. Tam anlamıyla fırlama denebilecek, çok sevimli, çok cana yakın bir çocuktu. Hálá da öyle. Arkadaşlığımız ve gerçek anlamdaki dostluğumuz şükürler olsun bunca yıl sürdü ve hemen hemen hiç kopmadık. Evlilikleri, sevgilileri, uçarılıkları ve yaşama çocuksu bir espriyle bakışı, koskoca bir profesör olsa da, hiç değişmedi. Zaman zaman kavgalar ettik. En büyük kavga sebebimiz ise, by-pas ameliyatı geçirmiş biri olarak hálá fosur fosur sigara içmesi...

Biz altı kuşaktır, kız çocuklarla devam ettiriyoruz neslimizi. Hiç erkek çocuk doğurmadı bizim annelerimiz... Bu geleneği kızım da bozmadı. O da bir kız çocuk dünyaya getirdi. Bu yüzden sevgili arkadaşım, bize "Matruşka"lar adını verdi. İzninizle, bugün onun bu güzel satırlarını paylaşmak istedim sizlerle.

Sanırım, Matruşka denen, birbiri içinden çıkan ünlü ve şirin Rus bebeklerini iyi kötü herkes tanır. Bildiğim kadarıyla da bunların bir seti, giderek küçülen altı bebekten oluşur.

İşte ben bu tür bir "canlı Matruşka seti"nin, görgü tanıklarından biriyim. İnanması güç de olsa, yaklaşık 40 yıllık dostum sevgili Feyza Algan ve ailesi, her kuşakta sadece tek bir kız çocuğu sahibi olarak, gerçek bir Matruşka örneğidirler.

Bu seriden tanıdığım en yaşlı örnek, Feyza’nın anneannesinin annesi Sayın Faika Sayar. Onu ilk gördüğümde, beni en etkileyen özelliği; çok ileri yaşına rağmen, gazeteleri gözlüksüz okuyor olması idi. Ailenin temel özelliği olan okuma düşkünlüğü, belki de ondan da evvelki kuşaktan gelmekteydi. O çağda bile artık pek rastlanmaz olan "Geloorum" ve "gidoorum"larıyla, o eski, güzelim İstanbul lehçesini korumakta idi Faika Hanım.

Onun kızı olan, Feyza’nın anneannesi Sayın Mediha Sayar, Almanca eğitiminin yanı sıra, Notre Dame De Sion’un Kadıköy’deki eski okulundan mezundu. Bu okullarda öğrendiği dilleri, kitap tercümeleri yapacak düzeyde iyi bilirdi. Oysa asıl mesleği muhasebe müdürlüğü idi. Çok da esprili bir kadındı... Bana da her ziyaretimde nedense, "Bakın yine Humphrey Bogart gelmiş!" diye takılırdı.

Feyza’nın annesine gelince, o sadece benim değil, ülkemizdeki milyonların Güzin Abla’sı idi. Onun insan sevgisini, yardımseverliğini ve altın kalpliliğini çok kişi bilir. Bu gezegende gördüğüm en etkileyici kadın olduğunu da söylemem gerekir. Güzelliğinin ötesinde başka bir şeyler vardı onda... Kadıköy vapuruna girdiğinde, sanki vapurun iklimi değişirdi.

İnsanların burçları ve özelliklerine, yabancı kaynakları kullanarak ilk değinen kişilerden biriydi. Bu konuya ilişkin hiç bir ilgim ve bilgim olmamasına da pek şaşırır: "Oysa sen boğa burcu erkeğinin en tipik örneğisin" der dururdu. Feyza’nın tüm ısrarlarına karşın hastalığının son yıllarında onu görmek istemedim. Gerekçem de, sevgili Güzin Abla’yı hep o eski haliyle hatırlayabilmekti.

BAŞKA İSİMLE MEKTUP MU YAZSAM...

Feyza’ya gelince. Artık bir anneanne olmasına karşın, torunundan daha çocuk olduğuna ve hep öyle kalacağına eminim. O da bir Notre Dame De Sionludur. Deneyimli bir gazetecidir. Gazetede, annesinden ona emanet edilen köşeyi sürdürmesi dışında, o da annesi ve anneannesi gibi dilimize Fransızca’dan tercüme eserler kazandırmıştır.

Birbirimizi gerçekten sevdiğimize inanırım. Ama bu, yıllardır sürekli bir didişme içinde olmamızı da engellemez. Okurlarına bunca ılımlı ve olumlu yol gösterici özelliğini, sanki biz dostlarından sakınır gibidir. Yaşamıma ilişkin aldığım hiçbir kararıma katılmaz ve beni bağıra çağıra eleştirir, arada dayak tehditleri aldığım da olmuştur.

Bu konudaki son çarenin, ona başka isimlerle mektup yazarak fikrini almak olduğunu düşünmekteyim. Çünkü bir dostun fikirleri her zaman değerlidir. Hele de bu Feyza olursa.

Feyza’nın kızı Yonca’ya gelince... Bu aşırı sevimli yaratığın, ne zaman doğup da ne zaman büyüdüğüne, ne zaman anne olduğuna hálá akıl erdirebilmiş değilim. Hani derler ya, elimize doğdu diye; işte sevgili Yonca elimize doğmuş bir değerdir. Şimdilerde bir halkla ilişkiler ve bir e-posta satış uzmanı. Sağ olsun, beni de unutmaz ve ne zaman bir yeni ürün çıksa e-postamı hıncahınç doldurmak pahasına beni bilgilendirir.

En küçük Matruşka, Yasemin Divan’a gelince... Henüz pek küçük, sevimli bir esmer güzeli. Sanki, "Bu ailede görebileceğin en son Matruşka benim. Benim değerimi bil!" dercesine bakıyor.

Yaşayan Matruşka’lara tanrıdan uzun ve mutlu bir yaşam, yitirdiklerimize de rahmet dilerim. Onları tanımaktan onur ve mutluluk duyduğumu da bilmelerini isterim. Prof. A. Aydın Kunt
Yazarın Tüm Yazıları