Serdar Turgut: Müzik terörü

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Modernitenin kaçınılmaz sonuçlarından bir tanesi de insanın müzik dinlemeden yaşamasının neredeyse imkánsız hale gelmesidir.

Örneğin, herhangi bir saatte İstiklal Caddesi'nde yürümek yerine bir diskoteğin içine girip, ha babam dönüp durmak arasında fark yok.

Eğer bir de benim gibi hızlı yürümek meraklısıysanız, bu caddedeki rutin bir yürüyüş bile insan kulağında bilimkurgusal efektler yapar.

Yürüyüşün iki dakikalık bir kesitini alırsanız, kulağınıza ilk 15 saniyede arabesk, sonraki 15 saniyelik bölümlerde de sırasıyla Türkçe pop, yabancı pop, rock, yine arabesk, Türk Sanat Müziği, arada gıcıklık olsun diye duyulan klasik müzik, tekrar arabesk, Tarkan'ın insanları öptüğü şarkıyı dinleyebilirsiniz. (Lütfen zahmet edip 15'er saniyelik bölümleri sayarak 2 dakikayı tutturup tutturmadığımı kontrol etmeyin. Çünkü hesap makinesiyle çarptım, kontrol ettim, doğru sayıda müzik türü yazmışım.)

Yakında caddenin girişine bir org sanatçısı koyacaklar ve ben oraya her gidişimde ‘‘Vay efendim, bakın kimler gelmiş, Serdar Beyler gelmişler’’ diye müzik çalarak beni caddeye alacak. Müzik türü olarak bir bu eksik caddede yani.

Sonra arabada müzik dinlemeyi, etrafa canlı yayın yapma bilinciyle gerçekleştiren vatandaşlarımız, o güzel, medeni insanlar sayesinde hiç dükkán olmayan bir sokakta bile istemediğiniz parçaları, belki de hayatta hiçbir zaman bilinçli olarak dinlemeyi aklınıza getirmeyeceğiniz türküleri, arabeski mutlaka duyarsınız.

* * *

Yazının teorik çerçevesi bu noktada bitti.

Şimdi asıl konumuza geçebilirim. Bana bu müzik terörü meselesini düşündüren olay şöyle gerçekleşti:

Bir süre önce Genel Yayın Yönetmeni, bir pazar öğle saatinde beni ‘‘biraz oturmak ve biraz bir şeyler konuşmak için’’ evine çağırdı.

Her evine gidişimde olan yine oldu.

Her gidişimde daha ben ‘‘Merhaba’’ diyemeden, ‘‘Hürriyet'in ne kadar mükemmel bir gazete olduğu ve Genel Yayın Yönetmeni'ni Allah'ın başımızdan eksik etmemesi’’ yolundaki açılış cümlemi bile söyleyemeden, o hemen gidip bir CD koyuveriyor müzik setine.

Ve onu sonuna kadar açıyor.

Ne tür müzik olduğuyla da ilgili değil bu ses düzeyinin yüksekliği. Yani Allah'ı var, şimdi James Brown'ın ‘‘Hot Pants’’ şarkısını kısık sesle dinlemek mümkün değil, hatta böyle bir işe girişmek son derece de anlamsız.

Ama Genel Yayın Yönetmeni, zaman zaman sadece bir tür müziğe takıyor ve size hiç durmadan onu yüksek sesle dinletiyor.

Ben geçen yaz Che Quavera diye inleyen bir şarkının sözlerini bu nedenden dolayı ezberlemiştim. Bir gecede onu bana 19 kez üst üste çaldı.

19'uncu kez dinlerken tabii ben de heyecanlandım elimde olmayarak. Beynim yıkanmıştı anlaşılan ve Genel Yayın Yönetmeni'ne, silahlanıp patronları rehin almayı teklif ettim.

Bu lafımdan sonra CD'yi kapattı da biraz olsun kafamızı dinleyebildik...

* * *

Ses düzeyi yüksek derken fazla da abartmak istemiyorum. Sadece şunu söyleyeyim:

Ben bu kadar yüksek düzeyde çalınan müziğe son olarak, bundan 8 yıl kadar önce New York Şehri'ndeki Yankee Stadyumu'nda U-2 konserini dinlerken muhatap olmuştum.

Gerçi Genel Yayın Yönetmeni'nin evi benim görebildiğim kadarıyla Yankee Stadyumu kadar büyük değil. (Bu noktada şunu belirtmem lazım. Yanılıyor da olabilirim; çünkü evin her yanını gezme imkánım olmadı. Genel Yayın Yönetmeni'nin evine davet edildiğimde genelde ben sabah sporumu yapmış oluyorum. Bu yüzden o birkaç kez evi gezdirmeyi teklif ettiyse de ben bir günde ikinci kez spor yapmayı hiç canım istemediğinden bu teklifini reddettim.)

Ancak ses aynen Yankee Stadyumu düzeyinde onun evinde de ve inanın bana aniden Donna Summer filan çalmaya başlasa, İstanbul'un yüzde 70'i, ‘‘Bu yeni diskotek de nerede be kardeşim?’’ diye söylene söylene onun evini aramaya başlar.

* * *

Evine son gittiğimde New Age türü bir şeyler çalıyordu. Benim için New Age, sevmediğim müzik türleri sıralamasında Cenaze Marşı'ndan sonra gelir.

Müzik çalarken o karşı koltuğa oturdu ve konuşmaya başladı.

Son derece fantastik bir görünümdü bu.

Düşünsenize, arka planda ben diyeyim 10 bin, siz deyin 20 bin desibelde New Age çalıyor, karşımda Genel Yayın Yönetmeni konuşuyor, ama ben onu katiyen duyamıyorum ve sonuçta müzik eşliğinde ağzının açılıp kapanmasını izlemek zorunda kalıyorum. O anda Dalay Lama onu görse vallahi kıskanır.

O anda havaya doğru yükselse ve hafifçe süzülerek uçmaya başlasa, size yeminle söylüyorum şaşırmazdım, şaşıramazdım.

* * *

Lafı uzattım. O konuşmasında, benim köşemin bundan böyle yedinci sayfaya alınacağını bana tebliğ etmiş. Vallahi billahi katiyen haberim yok.

Ben sırf oradaki işkence bitsin de evime gideyim diye dediklerini katiyen duymadan ona ‘‘Olur ve evet’’ deyiverdim.

İşte buyurun bakalım, sonuçta artık bu sayfadayım işte.

Yazarın Tüm Yazıları