Serdar Turgut: Euro-romantism

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Avrupa'da tekrar savaş çıktı.

Dile kolay tam 54 yıl beklemek zorunda kaldık böylesine fantastik bir olayı tekrar yaşayabilmek için.

‘‘Avrupa'da savaş’’ bana son derece romantik bir kavram olarak geliyor.

Büyük heyecanla izliyorum olan biteni. Önümde harita, strateji oyunları oynamaya başladım bile.

Çocukluğuma döndüm yeniden.

O zamanlar da İkinci Dünya Savaşı'na takmıştım. Ama ne takmak.

Okumadığım kitap kalmamıştı o konuda.

Orta sona geldiğimde vardığım sonuç şuydu: Almanlar savaşta gerçek bir dehaydılar. Özellikle Rommel beni çok etkilemişti.

Ben o zamanlar da bugünkü gibiydim.

Nasıl bugün de olup olmadık konularda, rahatsız edici olduğunu bile bile fikrimi, buna kimsenin talebi olmadığı halde açıklıyorsam...

O zaman da kendimi tutamaz, kafama geleni söylerdim.

Almanlar'ı savaşta beğendiğimi de ilan ettim.

Bu, çevrede pek hoş karşılanmadı.

Ankara Koleji orta kısmında o dönemde Dev-Lis örgütlenmesi vardı.

Devrimcilerin liseli olan bölümüydü onlar.

Dev-İlk daha henüz kurulmamıştı. İlkokullu devrimciler örgütü kurulma aşamasına geldiğinde 12 Mart oldu, iş yarım kaldı.

Dev-Lis'liler bu beyanımı benim faşist olduğum şeklinde yorumladılar.

Ve beni dövdüler.

Kolej zengin okulu diye bilindiğinden orada muhallebi çocuklarının, yani kavga bilmeyen veletlerin okuduğu sanılırdı.

Bu tamamen yanlış bir yargıydı. Gerçeği o çocuklardan dayak yiyenler, acıyı tadanlar bilir, onlara inanın siz.

***

Elimde değil, Avrupa'da savaş fikrini üzüntüyle karşılayamıyorum.

Hüzün var içimde, ama böyle heyecanlı da bir hüzün.

Tam tarif edemiyorum bu hissi. Sanki İkinci Dünya Savaşı başındaymış gibi hissediyorum kendimi.

Aslında ben, Avrupa'nın böyle olaylara yakıştığını da düşünüyorum.

Komünizmin bitmesine de üzülüyorum.

Duvarların yıkılmış olmasına da...

Komünizm çökünce, aslında son derece romantik bir devir de kapandı.

Ne demek istediğimi anlayabilmeniz için sıkı bir casus romanı okuyucusu olmanız gerekiyor.

John Le Carre, soğuk savaş dönemi romantizminin yazarıydı aslında.

Soğuk savaş, kendine özgü insan tipleri yarattı.

Düşmanlıklar netti.

Düşman net olunca her şey daha kolaydı. İnsanlar saflarını rahatça alabiliyordu.

Büyük casuslar çıktı 1950'den sonra. Bunların en büyük dört tanesi İngiliz'di.

Bu dört İngiliz, ülkelerini öylesine sattılar ki inanılacak gibi değildi.

Öyle ki bu casusların Batı sistemine ne gibi darbeler vurduğu hálá net olarak bilinemiyor.

Dahası bu casusların asıl kontrolörünün ya İngiliz ya da Amerikan istihbaratının en üstlerinde görev yaptığı yolunda hálá bile bir kuşku var.

Bu adamların hayatları, trajedileri, soğukkanlılıkları, acımasızlıkları aslında romantikti.

***

John Le Carre, o dönemi başyapıtlarla anlattı.

‘‘Thinker, Tailor, Soldier, Spy’’dan başlayarak beş romanı üst üste okursanız, bir dönemin panoramasını da net olarak görürsünüz.

1989'da Berlin Duvarı yıkıldı.

Ve eski heyecanlar artık kalmadı.

Casus romanı bence 1989'da bitti.

Gerçi John Le Carre ‘‘Panama Terzisi’’ ile bir kez daha ustalığını konuşturdu.

Ama orada da soğuk savaş artığı hisler vardı. Bu hissiyatlar üzerine kurulmuştu roman.

Bence bu ‘‘The End’’di

Le Carre'nin son romanı aslında Türkiye'de başlıyor. Oradan Çeçenistan'a atlıyor.

Son dönemin insanları artık banal karakterler. Onlar casus değil mafioso.

Mafioso, romantik karakter olamaz.

Casus gibi sigara içemez, cin içemez.

Vatanını da satamaz, çünkü mafiosonun zaten vatanı yoktur.

Alın son kitabını Le Carre'nin okumaya çalışın. Bir boka benzemiyor açıkçası.

Bence bundan sonra da yazmayacak casus kitabı. Bu gerçek sondu.

***

Avrupa gökyüzünde bomba uçakları.

Avrupa'da silah sesleri.

Avrupa'da tekrar büyük savaş korkusu.

Böyle söylenince birçok insana ters gelecek biliyorum, ama bu kavramlar nostaljik birazcık.

Savaşın içinde olanlara böyle gelmiyor tabii ki.

İkinci Dünya Savaşı'nı yaşayanlar da öyle düşünmüyorlardı ama bakın bugün o savaşın nostaljisi yapılıyor.

En güzel filmler o döneme ait. Spielberg, Oscar'ı Büyük Savaş filmiyle aldı.

Hitler'i tam olarak anlayabilmek için hálá büyük kitaplar yazılıyor.

Bu son savaş da böyle duygular yaratacak mı 50 yıl sonra bilemem.

Ama bildiğim bir şey varsa o da, eğer savaşın romantizmi olacaksa bunun ancak bir Avrupa savaşında olabileceğidir. Çünkü savaşa en yakışmayan ve en yakışan insanlar da aslında Avrupalılardır.

Kimse Saddam Hüseyin hakkında nostaljik bir film yapamaz. Bağdat bombalaması olsa olsa küçük bir dokümanter olabilir, başka bir şey değil.

***

Başucumda dört kitap var şu anda.

Geleceği dört yıldır belli olan bugüne hazırlık olsun diye Washington Dupont Circle'daki kitapçıdan alınmış hepsi de.

The Balkans (Hugh Poulton), Blood and Belonging (Michael Ignatieff), The Impossible Country (Brian Hall), Bosnia (Noel Malcolm).

Bu kısacık okuma bile bana şunu gösterdi:

NATO, bombalayarak filan bu işi çözeceğini sanıyorsa sonuçta avucunu yalar.

Eğer orada işi savaş çözecekse mutlaka kara savaşı gerekecek.

Hem de uzun süren bir kara savaşı.

Kimse kendisini kandırmasın.



Yazarın Tüm Yazıları