Sen çal, o çeksin, ben seyredeyim

Rock müziğin mühim ikonlarından Lemmy Kilmister’la ilgili belgeseli izledim. Tam bir bomba karakter. Öyle etkilendim ki, sevdiğim diğer belgeselleri de izlemeye başladım. İşte benim listem

Haberin Devamı

Kıymetli okur, Lemmy Kilmister’i tanır mısın? Eğer ucundan kenarından heavy metal’le bir tanışıklığın varsa “O ne biçim soru? Motörhead babadır, Lemmy büyükbabadır!” cevabını vereceğine eminim.
Motörhead’in kurucusu, basçısı, vokalisti Lemmy, rock müziğin mühim ikonlarından.
Dünya gözüyle birkaç kez canlı dinleme şansımız da olduğu için şanslıyız.
Her Motörhead hayranı veya sempatizanı gibi severim Lemmy Abi’yi ve çoğu şarkısını.
Rock aleminde saygı duyulan bir şahsiyet olduğunu da 1980’lerde Kerrang okuyan bir fani olarak gayet iyi bilirim.
İki yıl önce Lemmy Kilmister’la ilgili bir belgesel film yapıldığını duymuş, açıkçası çok da üzerinde durmamıştım.
Çeşitli dergilerde (çoğu müzik dergisi) filmle ilgili “Muhteşem... Oharey!.. Yok böyle film...” tarzı eleştiriler okudum fakat ısrarcı olmadım.
Bir süre önce DVD alırken gözüme çarptı ‘Lemmy’.
Sarıp sarmaladım, eve getirdim ve seyretmeye başladım.
‘Oharey’ veya ‘Oharillo’ veya ‘Muhteşemillo’ diyen arkadaşlar az bile demiş, o kadar söyleyeyim.
Tam bir ‘bomba’ karakter. Hollywood’da Rainbow Bar & Grill’de bütün gün ‘jack&coke’ ve sigara eşliğinde takılan, oturduğu minnacık dairede dünya savaş tarihine ait geniş bir koleksiyon bulunduran (dahası da var bu koleksiyon merakının; seyredin, anlayacaksınız), yürüyen bir rock abidesi şeklinde yaşasa da tevazuyu elden bırakmayan bir adam.
Sahnede dibine kadar çalan, Metallica elemanlarından Pulp’tan Jarvis Cocker’a kadar bütün müzisyenlerin “Gerçek rock’n roll Lemmy’dir, biz yanında sahtekar kalırız” dedikleri büyük bir tip.
Deli gibi güldüren, duygulandıran, şaşırtan, öğreten ve müziği de ihmal etmeyen şahane bir ‘rockumentary’... (malumunuz, rock belgesellerine böyle de deniyor)
Filmin yönetmenlerini, Greg Olliver ve Wes Orshoski’yi huzurlarınızda “Helal abiler!” diyerek kutlamak isterim.

BENİM LİSTEM

Haberin Devamı

‘Rockumentary’ listeme, en sevdiğim müzik belgeselleri listesinde ilk 10’a kafadan girdi.
Lemmy’nin bana verdiği gaza dayanarak, sevdiğim diğer belgeselleri tekrar seyretmeye başladım.
Belki faydası olur diye tamamen şahsi kanaatlerimden oluşan listeyi paylaşmak isterim.
Sıralama önemli değil...
Ama bu sayacağım filmleri seyreden müzikseverler (elbette daha önce seyretmediyseler) önce müziğe, sonra bu filmlerin kahramanlarına ve nihayetinde filmleri hazırlayanlara duacı olacak.
İşe biraz eskilerden başlayalım. Yönetmen Donn Alan Pennebaker’ın Bob Dylan filmi ‘Don’t Look Back’ (1967) muhteşemdir. Bir başka Pennebaker filmi olan ‘Monterey Pop’u veya bir başka Bob Dylan belgeseli olan Martin Scorsese imzalı ‘No Direction Home’u da bu parantez içinde öneririm.
The Rolling Stones’un meşhur ve Altamont konseri gibi trajik bir hadiseyle neticelenen 1969 ABD turnesi sırasında yönetmenler Albert ve David Maysles ile Charlotte Zwerin de kayıttaydı. Ortaya çıkan ‘Gimme Shelter’, muhakkak seyredilmesi gereken bir klasiktir.
25 Kasım 1976’da çok sevdiğim bir tayfa, The Band, San Francisco’daki Winterland Ballroom’da son bir konser verdi. Konserde Bob Dylan’dan Neil Young’a, Eric Clapton’dan Muddy Waters’a pek çok efsane davetliydi, hepsi sahneye çıktılar. Yönetmen Martin Scorsese bu konseri ‘The Last Waltz’ adıyla bir film olarak kaydetti. Filmini izlemeye, albümünü dinlemeye doyamam.
Michael Wadleigh, rock tarihinin en simgesel hadiselerinden biri, belki de birincisi olan Woodstock Festival’ini ‘Woodstock’ filmiyle hafızalara sabitlemişti; klasiktir, başka söze gerek yok.
Led Zeppelin ve ‘The Song Remains The Same’... Pink Floyd ve ‘Live At Pompeii’... elbette, harikadırlar.

Haberin Devamı

İKİ YILDA 10 KEZ İZLEDİM

Biraz daha yakın tarihlere gelelim...
Talking Heads’in ‘Stop Making Sense’i, Anvil’in ‘Anvil! The Story of Anvil’i, Metallica’nın ‘Some Kind Of Monster’ı, Wim Wenders’in ‘Buena Vista Social Club’ı gibi (listeyi çok uzatabileceğimi fark ettim, durdum!) farklı müzik türlerine odaklanmış harika filmlerdir.
Ancak beni en çok etkileyen, en sevdiğim filmi sona sakladım.
2010’da istanbul Film Festivali’nde seyrettiğim, daha sonra DVD’sini bulur bulmaz aldığım ve iki yılda herhalde 10 kez izlediğim ve eşe dosta zorla seyrettirdiğim ‘It Might Get Loud’ eşsizdir.
Jimmy Page, Jack White ve The Edge’in gitar, müzik, hayat ve diğer şeyler üstüne muhabbet ettikleri, beraber çalıp söyledikleri filmi her müziksever seyretmeli.
Bu tür listelerde eksik muhakkak oluyor. Ben de farkındayım ‘The Fearless Freaks (Flaming Lips)’, ‘American Hardcore’ veya ‘The Night James Brown Saved Boston’ ve daha nicesinin eksik kaldığını.
Ama fena bir liste çıkmadı ortaya; en azından ‘rockumentary’ klasiklerinin hakkını verdik...

Yazarın Tüm Yazıları