GeriSeyahat Sat’ın bulutlara asılı gölleri
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Sat’ın bulutlara asılı gölleri

Sat’ın bulutlara asılı gölleri

Şehirler, sahiller bunaltıcı yaz sıcaklarına teslim olduğunda dağların, yaylaların, yükseklerdeki göllerin zamanıdır. Önceki hafta bir grup doğaseverle Yüksekova’nın güneyindeki doğa harikası Sat Gölleri’ndeydim. 30 yıl sonra turizme açılan göllerde yüzdüm, birbirinden zarif dağ çiçeklerini fotoğrafladım.

Yüksekova’nın yerinde yeller esen gölünden geçip, Irak yönündeki dağlara tırmanmaya başladığımızda saat 9.00’a geliyordu. Bunaltıcı sıcak erken bastırmıştı. İki minibüste toplam 16 kişiydik ve Hakkâri turumuzun en merak edilen bölgesine gidiyorduk. İki gün dağlarda kalacak, önce Kepiri Vadisi’nde kamp yapıp Sat Gölleri’ne, ardından Mergi Yaylası’na geçip buradaki kamptan Reşko’nun buzul şelalelerine yürüyecektik.

Dağlıca yoluna girmek için birbiri ardına kale görünümlü iki karakoldan, asfalta döşenmiş bariyerin arasından geçmek lazımdı. Ateşkes süreciyle birlikte yoldaki kontroller, karakolların her köşesindeki siperlerde nöbet tutan asker sayısı azalmıştı. Sarp dağların arasından dere boyunca yükselen asfalt yol yeşilliklerin arasından geçiyordu. İkizler’i geçip, Yüksekova’ya yaklaşık 35 kilometre uzaklıktaki Doski Vadisi’ne geldiğimizde güneye dönüp, Veregoz Deresi’ni izleyen toprak dağ yoluna saptık. Sat Dağları’na çıkış başlamıştı.

Sat’ın bulutlara asılı gölleri

Yanıbaşımızdaki dere Sat Gölleri’nden geliyordu. Mola verip akşam kamp ateşi için dal topladık. Yol girişine askeri sığınak gibi yüksek ve küçük pencereli, çatısız bir bina yapılmıştı. Yavaş yavaş çöküyordu. Anlatılanlara göre karakol birkaç kez baskına uğrayınca boşaltılmış, bir süre PKK tarafından kullanılmış, sonra kaderine terk edilmişti. İçine girip odalarında gezindim. Duvarlarda kurşun izi yoktu ama savaş günlerinin ürpertici izleri silinmemişti.

Sat’ın bulutlara asılı gölleri

Girdiğimiz Kepiri Vadisi güneye doğru yükseldikçe genişliyor, derinleşiyordu. İki yanında 2400 metreyi bulan dik, sarp dağlar sıralanmıştı. Ağaçlar aşağıda kalmış, yerini çiçek kokan, gevenlerle kaplı topraklar almıştı. Önümüzden yavrulu keklikler uçuşuyor, ötücü kuşların şarkıları zaman zaman minibüsün sesini bastırıyordu. Dar yol üstündeki yanmış minibüs geçmiş günlerin ürpertici izlerinden biriydi. Doğumuzdaki dağların zirvesinde karakol gözlem noktaları uzaktan seçilebiliyordu. Yaklaşık 4 kilometre zıplayarak yolculuktan sonra yol bitti, çobanların kamp kurduğu dev bir kayanın yanında durduk. Eşyalar indirildi, derenin ardındaki çayırda çadırlar kuruldu, Veragoz’da el yüz yıkandı. Sonra hep birlikte çantamıza erzaklarımızı koyup yola düştük.


BİNLERCE YILLIK TAŞ RESİMLER

Sarp tepelere, sert kayalara balkon gibi tutturulmuş dağ yolundan yükseldik. 10 yıl önce açılan, heyelan nedeniyle kullanılamayan bu yol için büyük para ve çaba harcanmış olmalıydı. GPS’e bakılırsa 10 kilometre güneybatımız Irak sınırıydı. Aslında çepeçevre sınır bölgesindeydik.

TÜRKİYE'NİN İKİNCİ YÜKSEK ZİRVESİ CİLO DAĞLARI

Kepiri’de günün en sıcak saatinde 2 bin metrelere doğru tırmanmanın armağanı birbirini izleyen, soluk kesici dağ manzaralarıydı. Neyse ki hava kuruydu, bunalmıyorduk. Grubumuzda yaşı 60’ı aşanlar bile şikâyetsiz yürüyordu.
Biraz önce minibüsle geçtiğimiz aşağılardaki yoldan gelen araç karınca gibi göründü gözüme. Öylesine yükselmiştik ki kanatlanıp uçmak geliyordu insanın içinden. Yer şekilleri, dağların büyüklüğü, vadilerin derinliği, orantılar şehirli bir göz için büyüleyiciydi. Cilo Dağları batımızdaydı. İki tepe arasından ilk kez Reşko (Uludoruk) belirmişti. Pusun ardından bile etkileyiciydi manzara. Himalayalar kadar görkemli görünüyordu. Ne de olsa Ağrı’dan sonra Türkiye’nin ikinci yüksek zirvesiydi.

Sat’ın bulutlara asılı gölleri

Yolun patikaya dönüştüğü virajın ardında Sat Şelaleleri bizi bekliyordu. Karşımızdaki tepede kayaların arasından yüzlerce metre aşağıya inen kar suyu yol boyunca irili ufaklı şelalelerden dökülüyordu. Patikamız en büyük şelalenin tam altından geçiyordu. Çevre yumuşacık içimli pınarlarla doluydu. Su şişelerimiz hiç boş kalmıyordu. Biraz daha yükseldiğimizde güneybatıya yönelen, yaklaşık iki kilometrelik vadiye girdik. Yaklaşık 2500 metre irtifadaydık ve iki yanımızdaki tepeler üç bin metreyi aşıyordu. Aşağılarda susan cep telefonlarımız tekrar çalışmaya başladı. Yemyeşil vadide yüzlerce koyun ve keçiden oluşan bir sürü otluyor, yükseklerde şahinler, atmacalar halkalar çiziyordu. Vadinin girişine çobanların kurduğu çadırın yanına bir de jeneratör yerleştirilmişti.

Sat’ın bulutlara asılı gölleri

Kehribar renkli Sat ve Cilo’nun yüksek tepelerinden 20-30 kilometre ötedeki dağlar görünüyordu.

BAZI RESİMLER YERLERİNDEN SÖKÜLMÜŞ

Birazdan grubumuzu heyecan sardı, fotoğraf makineleri çıkarıldı, zemindeki kayaların poz poz fotoğrafı çekildi. Prehistorik Beyvarık taş resimlerine gelmiştik. Kayaların üstüne kazınan geyik, insan, keçi figürleri binlerce yıl bozulmadan bugüne ulaşmış, fakat bir süre önce kayaların bir kısmı kırılıp bazı resimler yerinden sökülmüştü. Çevrenin doğasını, tarihini korumak için yöre halkına ağır yaptırımlar uygulayan, geyik vurana 12 bin TL ceza kesen PKK’nın bile bu işten haberi olmamıştı...

Sat Gölleri, güneydeki Sat (İkiyaka) zirvesinden kuzeye doğru sıralanmıştı. En alttaki Büyük Göl (Gola Mazın) güneydoğu ve güneybatısındaki birbirine bağlı iki buzul gölünün sularıyla besleniyordu. Ayrıca 1.5 kilometre doğusunda iki, 3 kilometre doğusunda ise büyük bir göl daha vardı.

Büyük Göl’ün altındaki dik yokuşu çıkarken yabani çiçek bahçesinin içine düştüm. Çevre mis gibi kekik kokuyordu. Sulak tepede birbirinden güzel alpin bitkilerinin arasında bir de yabani soğan tarlası yeşermişti. Mor ponponları rüzgârda savruluyordu. Sandvicim için kekik çiçeği ve birkaç soğan yaprağı koparıp çantama attım.

BULUTLARA DOKUNARAK YÜZMEK GÜZEL ŞEY
Dik yokuşu soluk soluğa tamamladığımda önce Yıldırım Güngör’ün fotoğraflarından tanıdığım kayalık sivri dağlar, sonra güneye doğru uzanan Büyük Göl belirdi. Çevresindeki çayırlar süsenler, mor çanlar, sarı çıngıraklar ve ismini bilmediğim fosforlu sarı çiçekler, küçük ve zarif yabani orkidelerle kaplıydı. Gönüllü rehberimiz Kahraman Aytan “Siz bir de mayısta görün bu dağların çiçeklerini” diyordu. Muhtemelen pek çok endemik bitki vardı ayaklarımın altında. Yine Aytan’ın söylediğine göre, “askeri güvenlik bölgesi” statüsünden çıkarıldıktan sonra, son bir yılda pek çok Avrupalı ve İranlı dağcı grubu gelip göl kıyısında kamp kurup, dağlarda yürüyüş yapmıştı. Biz, Hakkârililerin dışında gelen ilk yerli gruplardan biriydik. Ortada tek çöp olmaması dikkat çekiciydi. Nedenini Aytan’dan öğrendim: “Getirdiğimiz kişileri biz, yalnız gelenleri ise gerillalar uyarır. Göl çevresinde rastlarsak korkmayın, çöp atmamanızı söyler ve giderler.”

Sat’ın bulutlara asılı gölleri

Ben fotoğraf çekerken grup arkadaşlarım göl kıyısında soyunmuş, yüzmeye hazırlanıyordu. Hızla soyunup kendimi göle attım. Su yaklaşık 15 derece civarındaydı. Daha sonra Google Earth’ten ölçtüğüm kadarıyla, gölün eni 250, boyu 750 metreydi. Dağlara bağlanan güneydoğu kıyısındaki buzullar çözülmüş, kayalarda şelaleler oluşmuştu. Arkasındaki iki gölün suyu bu şelalelerden boşalıyordu.
Hızımızı alamayıp üç kişi enlemesine karşıya kadar yüzdük. Marmara Denizi kadar kaldırma gücü vardı suyun. “Çok derin göllerde böyle olur” dedi 60’ına merdiven dayamış kaptan yol arkadaşım. Diğer yanımdaki arkadaşım ise heyecanla kolundaki altimetreye bakıyordu: “2870 metrede yüzüyoruz, inanılır gibi değil...”
Gölün ortasında sırtüstü yatıp bir süre arkamdaki görkemli dağları seyrettim. Çılgın kalabalıktan uzakta, serin bir yeryüzü cennetindeydim. Keşke bir düğmeye basıp zamanı durdurmak mümkün olsaydı...

TEPENİN ARDINDAKİ SÜRPRİZ FOTOĞRAF

Sat’ın bulutlara asılı gölleri

Yarım hilal şeklindeki sivri dağlarla çevrili Büyük Göl’ün panoraması çocukluğumun su dolu, sallandığında içinde kar yağan küreleri andırıyordu. Bundan daha etkileyici manzara olamaz, diye düşünürken batı yönünde bir üstteki Koyun Yalağı Gölü’ne (Gola Berğan) çıktım. İlk bakışta sıradan görünüyordu. Tek sıradışı oluşum gölün boşaldığı yeraltı mağarasıydı. Zirvenin altındaki küçük Şelale Gölü’ne (Gola Sülavk) doğru ilerlerken karşı kıyıdaki göl içindeki çevresi toprakla çevrili gölcük, arkasındaki çılgın sarı çiçekler dikkatimi çekti. Geçmişte buzlarla kaplı geniş bir çanağın içinde üç fotoğrafçı güzel bir açı yakalamaya çalışıyorduk. Bir kayaya bağlanmış at ise ilgiyle bizi seyrediyordu. Panoramik fotoğraf için Şelale Gölü’nün kıyısındaki yamaca çıktığımda beklediğimin ötesindeki manzarayla karşılaştım. Mor ponponlu yabani soğanlarla kaplı bir sırt, aşağıda zümrüt yeşili çayırlar, uzakta fosforlu sarı çiçek öbekleri, masmavi bir göl, dağlar ve bulutlar...

Doğumdaki tepeyi aşsam pırlanta gibi parlayan iki göl daha beni bekliyordu. Buzul mağarasını, şelaleleri yakından görebilirdim. Fakat saat 16.00’ya yaklaşmış, karanlığa kalmaktan korkan grubumuz çoktan dönüşe geçmişti. Şelale Gölü’nün buz gibi suyuna elimi soktum, Sat’lara bir kez daha dönmeyi diledim. Umarım toprak ana duymuştur sesimi...

HEWAL’LERLE ÇAY SOHBETİ

Keskin ışınlarıyla renkleri silen güneş ufka doğru yatmış, dağlar kehribar rengine bürünmüştü. 20-30 kilometre ötedeki dağları rahatlıkla görebiliyorduk. Bir süre Reşko zirvesinin ardında batan güneşi, çelik fırınını andıran görüntüleri izleyip fotoğrafladıktan sonra kampa döndük. Tüm faaliyet yedi saatte tamamlanmıştı.

Kamp ateşinin başında çayımızı içerken Tamzara’nın tecrübeli dağ rehberi Bekir Görmüş’e “Sevdiniz mi Sat Dağları’nı?” diye sordum. Yıllarını Doğu Karadeniz dağlarında rehberlik yaparak geçirmişti. Şimdi bu bölgede başlatılacak dağ turlarının incelemesini yapıyordu. Onun da ilk gelişiydi. “Karadeniz’deki gibi sis, pus, yağmur yok, ıslanmadan yürüyorsunuz. Manzara çok güzel. Yine de Karadeniz’i tercih ederim, burası sıcak” dedi.
Bence Doğu Karadeniz zümrütse, Sat ve Cilolar kehribardı. Ve doğasever için her ikisi de baş döndürücüydü.

Sat’ın bulutlara asılı gölleri

Karanlık çöktüğünde arkamızdaki tepeden ikisi kadın, ikisi erkek dört kişilik silahlı bir ekip indi. Örgülü saçlı güler yüzlü kadınlardan biri Suriyeliydi ve Türkçe bilmiyordu. Diğeri ise şehirli aksanıyla çok temiz Türkçe konuşuyordu. Tıpkı ekip lideri gibi. Çevreye çöp bırakmamızı, büyük ateş yakmamamızı istediler nazik bir ifadeyle. Çaya, sohbete davet ettik. Dağlarda gezerken gördükleri yaban hayvanlarını, bilinmeyen gölleri sordum. Güneydeki sarp kayalıkları gösterip “Bunların ardında öyle güzel göller var ki... Fakat gidemezsiniz, tırmanmak çok zor” dedi kadın olanı. Bana “hewal/dost” diye hitap eden ekip lideri ise çok sayıda tilki, ayıyla karşılaştıklarını anlattı. Kışın donan Sat Gölleri’nin güzelliğini öve öve bitiremedi. Kim bilir belki de uğruna ölmek için çıktığı dağlara sevgimiz onu etkilemişti, nezaketi, ses tonundaki sevecenlik dikkat çekiciydi.

Zifiri karanlıktaki sohbetimiz sırasında gözüm gökyüzündeki yıldızlardaydı. Büyükayı vadinin çıkışına boylu boyunca yerleşmişti. Samanyolu elimi uzatsam dokunacak kadar yakındı. Mars, Venüs, ismini bir türlü öğrenemediğim yanardöner yıldız yerli yerindeydi. Gökyüzünde müthiş bir hareketlilik vardı. Hewal’lerin söylediğine göre F16’lar uçuyordu. Tepemizde çember çizdiklerine göre, o gün Gazze’ye saldırıya geçen İsrail jetlerinin Türkiye üstünden operasyon yapmasını engellemeye çalışıyorlardı. İnsansız gözlem uçakları geçiyordu. Ve biz bu kaosun altında huzur içinde, derenin sesi eşliğinde oturmuş, dağları, şehirleri, insanları, gelecek umutlarını konuşuyorduk...
Ay yükselip vadi aydınlanmaya başlayınca hewal’ler izin istedi. Hepimizin elini teker teker sıktılar. Sessizce dağlarda kayboldular.
Yıldızlarla baş başa kaldık...

False