Salaklıklarımı anlatıyorum

Güncelleme Tarihi:

Salaklıklarımı anlatıyorum
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 02, 1998 00:00

Selcen TANINMIŞ Çok küçük yaşlarda başladı tiyatroya. Okulu bırakıp evden kaçtı, sahneye sığındı. Büyüdü, tutuklandı. Çıkınca işsiz olduğunu farketti. Kahvelere girip oyunlarını oynadı. Sonra kalkıp Almanya'ya gitti, tiyatro ve başka bir sürü iş yaptı. Polonya, Çekoslovakya'da sinema okumak için para kazandı. Dünyanın bir dengesi olduğuna inanıyor; iyi varsa kötü de olacak! Denge bozulduğunda ise dünya bitecek... Almanya'da oynanacak bir oyunu var. Adı ‘‘Sakın Arkana Bakma’’. Oyun şu sözle bitiyor: ‘‘Tarih kötülere her zaman daha fazla şans tanır ama sonunda kazanan hep iyiler olur.’’ O buna kesinlikle inanıyor. Meddahlık ve stand-up komedi....- Biz nedense kültürümüzü küçümsüyoruz. Meddah yerine stand-up komedi yapıyorum, diyorlar. Madonna klibinde Mevlana'yı kullanırken bizimkiler Amerika'da klip çekiyor. Meddah başkaldırandır, hepsinin üstünde bir şeydir. Korkmadan yanlışa hayır diyen, kendi ışığını sakınmadan harcayan sanatçı. Yurtdışında güzel kritikler aldım ben de onu yaşatmak istiyorum. Avrupa'da mı meddahlık yaptınız? Oradaki ile buradaki arasında ne gibi farklar var?- Daha çok yaşadıklarımı anlatıyorum. Orada sokakta adam öldürmüyorlar, Manisa gibi olaylar yaşanmıyor. İnsanlar daha çok birey olmuşlar, kendileriyle, cinsellikle ilgili problemleri var. Yani politik şeyler pek yapılmıyor. Ama burada ister istemez insan politikanın içine giriyor. Peki orada sahnede daha mı rahatsınız? Burada ‘‘Burası Türkiye aman dikkat edeyim’’ diye bir düşünce var mı kafanızda?- Hayır burada daha rahatım. Ben Don Kişot'luk yapmıyorum ama birilerinin bir şeyler söylemesi gerektiğine inanıyorum. Bir politikacı on saat nutuk atar insanın kafasını değiştiremez ama siz sahneden bir sözle, bir kitapla, bir şiirle insanın hayatını allak bullak edebilirsiniz. Sanat çok güçlü bir silah. Amerikan kültürü bize bangır bangır geldi ve hala aynı şekilde gidiyor. Onun ürünü olarak da birtakım oyunlar oynanıyor. Stand-up komedi değil fastfood komedi diyorum ben. Yapılanlar hakaret boyutunda. Sen sus otur, konuşma...Sisteme saygısızımSeyirci ‘‘efendi’’ olmamalı gibi bir düşünceniz vardı sizin?- Ben istiyorum ki insanlar konuşsun. Ben oturup saatlerce seyretmelerinden sıkılıyorum. Seyirci de konuşsun istiyorum. Oyundan çıktığı zaman da, istediğim tek şey mutlu olsun, iyi ki yaşıyorum desin, sevgilisi varsa onun elini tutsun, kendine güvenini kazansın. Türkiye'de insanlar kendine güvenini kaybetmiş durumda. Bazı arkadaşlar hakaret ederek yapıyor, isim vermek istemiyorum.Siz saygılı ve efendice bir oyun oynuyorsunuz...- Ben seyirciye değil de sisteme saygısızım. Seyirciye niye saygısız olayım ki sonunda yaratan sistem. Devletin tavrına saygısızım. Nedir sizin devletle ‘‘zorunuz’’? - Ben parlamentoya inanmıyorum. Taşeronluk yapıyor gibi geliyor milletvekilleri bana. Ve hala 12 Eylül Anayasası sürüyor. Büyük bir yalan var ve yalanla yaşanıyor. İnsanların sağduyusu olmasa her şey birbirine girebilir. Ve o kadar insan öldürüldü ki, belki bir milyon ana her gece yatağında ağlıyor. Polis anası, asker anası, terörist anası... Ben Metin Göktepe'ye ne kadar üzüldüysem Özdemir Sabancı'ya da o kadar üzülüyorum. Ama kendimi bu ülkeye çok borçlu hissediyorum. Orada bir başarım varsa tamamen kendi kültürümü, renklerimi yansıttığım için var. Şimdi bir turneye çıkıyorum, Edirne'den Kars'a kadar gideceğim.Türk Olmak Kolay Değil nereden çıktı?- Can Yücel anlatmıştı bana. Hasan Ali Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde Hitler faşizminden kaçan Yahudi asıllı profesörlere burada, Türkiye'de çok büyük imkanlar sağlanmış. O kadar sevmişler ki Türkiye'yi, bazıları Türk vatandaşı olmak istemiş. Türk vatandaşı olanlardan birine bir gün bir mektup gelmiş, lütfen lojmanı boşaltın diye, iki gün sonra bankaya gitmiş parasını çekmek için, aldığı para beş bin lira ise bin liraya düşmüş. Bu adam da hemen Hasan Ali Yücel'e koşmuş ‘‘Sayın bakan böyle böyle oldu. Ben sizi çok sevdim Türk vatandaşı oldum ama başıma bu işler geldi’’ deyince, H. Ali Yücel de ‘‘Eee Türk olmak kolay değil’’ diye cevap vermiş. Buradan çıktı bu isim. Siz bir ara kahvelere gidip ‘‘Bir dakka durun ben bir oyun oynayacağım’’ diyormuşsunuz... - 12 Eylül'den sonra, hapisten çıktığımda kimse bana iş vermedi. İşin aslı bu. Giriyordum bir kahveye, kendimi tanıtıyordum, size bir oyun oynayacağım diyordum. Başlıyordum oynamaya ve o insanlar çok saygılı bir şekilde dinliyorlardı. Sonra şapkamı çıkartıp para topluyordum. O kadar büyük para kazandım ki hapisanedeki bütün arkadaşlara baktım.Seyirci korkuyorPeki siz 80 döneminde de meddahlık yapıyordunuz. O zaman ki konularla bugünkü konular arasında neler değişti?- O zaman insanların inançları çok kuvvetliydi. Şimdi yitirdiler. Kabuklarına çekildiler, sindiler. Korkuyor bugün seyirci. Hakaret ediyorlar o korkuyor. Seyircinin sesini çıkartması gerek, biz bunu söylemeliyiz.Siz seyirciden bu tepkiyi almak için ne yapıyorsunuz?- Ben ilk önce samimi olduğuma inandırmaya çalışıyorum. Bakın benim sizden farklı bir gücüm yok. Birlikte bir oyun oynayacağız. O güveni verdiğiniz zaman zaten kendi kendine katılıyor. Oyunun ne kadarı doğaçlama, ne kadarı önceden yazılıyor? - Hiç yazmadım ben. Belli hikayeler var, diyorum ki ben okulla ilgili şunu anlatabilirim, tiyatroyla şunu. Böyle bir akış var ama her an seyircinin reaksiyonuna göre değiştiriyorum. Bir de hiçbiri birbirine benzemiyor. Anlatılan hikaye aynı ama farklı. Ruh halime, seyirciye göre değişiyor. İnsan sahnede su gibi oluyor, kapaklar açılıyor ve akıyorsun seyirci de senle akıyor. Herkes haddini bilmeliBir tiyatrocu için meddahlık ne demek?- Meddah Osmanlı döneminde de padişahın karşısında sandalyeye oturma yetkisine sahip tek kişi ama fazla da ileri gittiği zaman kellesi giden kişi. Bir çok meddahın kellesi gitmiştir, dalkavukluk yapamadığı, padişahı eleştirdiği için. Bana çok yakın geliyor bu. Söylemek istediğim şeyi söylemek istiyorum. ‘‘Evet, başınız dimdik çünkü boğazınıza kadar boka batmış durumdasınız’’ diyorum. Eleştirmek lazım. Korkmamak lazım.Sizi ne korkutabilir?- Kötü bir insan olmaktan korkuyorum. Şerefsiz, onursuz bir insan olmaktan. Paraya yenilmekten korkuyorum. Hatalarımı sahnede söylüyorum. Psikoloğa gitmekten korkan bir insandım ve hayatım boyunca da gitmedim. Söylediklerimi kitap yapar da rezil olurum diye. Ama bugün terapiyi sahneden yapıyorum. Başıma gelen ilginç bir olayı hemen anlatıyorum. Kendi salaklıklarımı anlatıyorum.Niye asker elbiseleriyle çıkıyorsunuz sahneye?- Ben kültür savaşçısıyım. Avusturya'nın önemli gazetelerinden biri başlık attı: ‘‘Dönerin öbür yüzü! Biz Türkler sadece döner döndürür diye biliyorduk ama Mehmet Esen başımızı döndürdü’’ diye. Ben kendimi çölde bir kum tanesi gibi görüyorum. Daha çok ekmek yemem lazım. Dünyanın neresine giderseniz gidin üç tane Türk tanıyorlar. Atatürk, Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, belli yerlerde Aziz Nesin, Yaşar Kemal. Bizim sanatçılara bakıyorsun ‘‘ben büyüğüm’’ havasındalar, sen Beyoğlu'nda büyüksün. Berlin'de, Paris'te dolaş, kimsin sen? Hepimiz haddimizi bilmeliyiz.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!