Saklı Dedem nerdesin?

DENİZİ en temiz kıyılardan, Gökçeada'dan ayrılırken geriye yoğun dostluklar ve güzel günler bıraktık.

Uygarlığın henüz kirletemediği sularda saatlerce mutluluğu paylaştığımız dostlarımızla feribot sırasına girip Çanakkale'ye ulaştık.

Oradan ver elini Altınoluk!

* * *

Sağlık Bakanı Osman Durmuş, geçen haftaki yazıdan sonra çok titiz davrandı. Bakanlık kampından geceyarısı denize akıtılan atık sular konusunda 5 sayfalık faks notu çekti... Laboratuvar sonuçlarını bana iletti.

İlgisine teşekkür ediyorum, ama atık suların denize akıtılmaması gerektiğini yine de vurguluyorum. Kamp yöneticilerine de söyledim. Mikrop olmasa bile atık sular denize gidince çevreye pis kokular yayılıyor.

Dilerim, bu duyarlı yaklaşımlar temizi kirletmeden yanlışlığı temizler.

* * *

Güre sahillerinde Sarıkız Festivali'yle karşılandık. Güre Belediye Başkanı Kamil Saka'yı festivalden önce sahildeki düzenlemeler yüzünden kutladım.

Gerçekten bu yöre Altınoluk Belediyesi'ne bağlı iken mezbelelikti. Şimdi kıyı şeridi kurtarılıyor, yollar açılıyor, asfalt dökülüyor.

Sarıkız deyince Tahtakuşlar Köyü unutulur mu? Ağabeyim ile Tahtakuşlar Özel Etnografya Galerisi'ni gezdik. Galeri artık bir müze. Köy enstitüsü mezunu Ali Bey Kudar tarafından kurulan bu müze dillere destan.

Sarıkız efsanesinin rehberi de Ali Bey Kudar'ın imzasıyla 8 baskı yaptı. Kaz Dağları'ndaki Türkmen söylencesini günümüze taşıyan bu efsane ancak gezilerek görülüyor ve en tepede Sarıkız ile Cılbak Baba'nın mezarları var.

Cılbak Baba Sarı Saltuk mu? Eğer öyleyse Dobruca'daki yatır, Babaeski'deki mezar, İznik'teki türbe kime ait? Demek ki Saltuk da bir başka Yunus Emre.

Ağabeyim Mehmet Adem Solak ile Saltuk'tan girip Şeyh Bedrettin'e geçtik. Ağabeyimin ‘‘Aliş sen Bedrettin misin?’’ şiirini yeni gördüm. Önce o okudu, sonra ben.

Çocukluğumuzdan bildiğimiz bir mani okunurdu:

‘‘Dedem gelir Serez'den/ Sopası var Kirezden/ Dedem yorgun düşmüştür/ Kalkar oynar birezden.’’

Bir başka dörtlüğü de ‘‘Dedem ölmüş diyeler/ Çıkar gelir birezden.’’ diye biterdi.

Mehmet Adem Solak buradan başlayıp ‘‘Saklı Dede'mizi’’ arıyor:

‘‘Yüzün boz bir kayrak kırı/ Çiğdemi, gülü belirsiz /Kardelen, sümbül süzülmüş/ Nevruz halin bile sessiz/ Aliş sen Bedrettin misin?/ Bilinçaltına büzülmüş.

-Bedrettin miyim Amuca? /Her Nevruz'da donarım/ Doğa ile haldaş olur/ Saklı Dedem'i anarım.

Gözlerin Hıdrellez koru/ Islak yanan bir çıracık/ Sır kıpışır, yalım bakar/ Sanki uzaklar ahacık/ Aliş sen Bedrettin misin?/ Ferin dağ çavlanı akar.

-Bedrettin miyim Amuca?/ Ateş dalı Hıdrellez'de/ Bir yanım şölende hora/ Bir yanım ağlar Ferez'de.

Duruşun bir Türkmen körük/ Üfler, nen katar soluğa/ Dinler durur Del'ormanı/ Sorar ‘ne kararır kara?'/ Aliş sen Bedrettin misin?/Fısıltın nara dağlara!

-Bilmem ki neyim amuca?/ Sezinlerim sonsuzlardan/ Ergeç gelecektir dedem/ Bu yüzden nöbette devram/ Yargıda ben. Sorguda ben.

Ben herhalde Bedrettinem!’’

Yine coştuk; Saklı Dedem kim ola?
Yazarın Tüm Yazıları