Sağım, solum, güneyim, kuzeyim sobe!

Herkes bir şeylerden korkar ama ben kadınlarla erkeklerin aynı şeylerden korkmadıklarını düşünüyorum.


Aslında korku da değil bu.

Allah vergisi bir kabiliyet.

Siz'lik yani!

Erkeklere bağışlanan, kadınlardan esirgenen bazı yetenekler sözünü ettiğim.

Onların yokluğu.

İşte bunlar, bazı kadın-insanlarda korkular yaratıyor.

Tamam, kendi adıma konuşuyorum.

Ve hayattaki en büyük 3 korkumu açıklıyorum:

1) Asansörde elektriksiz kalmak.

2) Tuvalette kilitli kalmak.

3) Bir adrese giderken yönsüz kalmak.

*

Asansöre her binişimde önce ‘‘Bismillah’’ der, sonra nefesimi tutarım.

Başıma gelebilecek kötü ihtimalleri düşünmemeye çalışırım.

‘‘Çağırırsan, başına gelir’’
demişti biri...

Valla, çağırsam da geliyor, çağırmasam da!

Sık sık bu şehrin çeşitli yerlerindeki asansörlerde kalıyorum.

Kaldıkça korkuyorum.

Korktukça kalıyorum.

Manzarayı düşünebiliyor musunuz o şey, o alet, iki kat arasında dik kibrit kutusu konumunda öylece duruyor...

Elektrikler gitmiş.

Siz çantanızı ortalığa döküyorsunuz.

Çakmak, kibrit, yanabilecek ne varsa...

Ya yoksa?

Panik, yavaş yavaş bütün bedeni istila ediyor.

O zaman denilen adi şey geçmek bilmiyor.

Telefon... Telefon beni kurtarabilir...

Eline alıyorsun telefonu, bir de bakıyorsun ki...

Lanet olası şey çekmiyor!

Ekranda dişler belirmiyor!

‘‘Hey! Orada kimse var mı? Beni duyan var mı? İmdat! Asansörde kaldım.’’

Karşılık olarak bir insan sesi duyarsanız ne ala...

Duyamazsanız?

Yandı gülüm keten helva!

‘‘Şimdi binanın orta yerinde duran bu asansör, çelik iplerinden kurtulacak ve son sürat yere çakılacak!’’

Ayakların yumurta sen pastırma!

Aklıma gelen ilk çare:

‘‘Tam o anda zıplarsam işe yarar mı acaba?’’

Şimdi fark ediyorum ki, insan sırf merak ettiği için röportaj yapmıyormış. İnsan (yani ben) bazen korkularını aşabilmek için de birilerinin peşine düşüyormuş. Evet, başınıza gelecekleri anladınız, yakında bir asansörcü röportajıyla karşılaşacaksınız. Asansör korkumu yenmek için bakarsınız bir asansörcüyle asansörde röportaj yaparım.

Neyse, Allah kimseyi asansörde bırakmasın...

*

Tuvalette kilitli kalmak...

Bu da başka bir felaket.

Nedense o da sık sık beni buluyor.

Her şeyin içinde kalıyorum ben.

Neden'ini niçin'ini sormayın, bilmiyorum.

Ama tuvalet dilleri bana gıcık, onu biliyorum.

Ne zaman ben kullansam, düşüyorlar.

İt Allah it, açılmaz...

Önce bir iki hamle...

Nafile!

Sonra sakin ve kibar bir sesle ‘‘Lütfen bakar mısınız? Şu kapıyı açar mısınız?’’ gibi insani haykırışlar...

Giderek yükselen bir ses tonu, ‘‘Hop! Bu kapıyı açacak bir Allah'ın kulu yok mu orada!’’

Yoksa yandınız!

İçinizdeki ses, o geveze konuşmaya başlıyor:

‘‘Bu tuvalette sonsuza kadar kalacağım ben. Kimse gelmeyecek. Zaten yokluğumu bile fark etmemişlerdir. Oysa ben buradayım. Düşmüş bir kilit diliyle baş başayım!’’

Kilidin diliyle içinizin sesi mütemadiyen konuşmakta...

‘‘Niçin girdin ki şu tuvalete? Ne gerek vardı? Zaten evde girmiştin. Zaten hiçbir şeyi doğru düzgün yapamazsın! Senden başka kimin başına böyle bir bela gelir acaba? Yemin ediyorum şuradan kurtulayım, bir daha dışarıda tuvalete girmeyeceğim. Girersem iki olsun!’’

Bu duruma düşmemek için bulabildiğim tek çare, kapıyı açık bırakmak.

O da başka bir bela...

Biri geliyor, dannnn diye açıveriyor.

Göz göze geldiğin o kısa an var ya...

Dünyanın en uzun zaman parçasıymış gibi geliyor sana.

Yani bana.

Ve azarı işitiyorum:

‘‘Neden kapıyı kapatmıyorsunuz! Beni müşkül durumda bırakıyorsunuz!’’

Laf anlatmak, uğraşmak, didişmek boşuna.

O benim tuvalette kilitli kalma korkumu nereden bilecek.

Haklısınız deyip bu korkumu da kapatıyorum.

*

Korku demek bile yeterli olmayacak...

Gelelim en en en en büyük sorunuma.

Yönümü bulamıyorum.

Nereye gitmem gerekiyor? Sağa mı sola mı, kuzeye mi güneye mi?

Bulana hayran oluyorum ama ben beceremiyorum.

Neden insanlarla evimde röportaj yapıyorum zannediyorsunuz. İşte bu yüzden: En kolay bulabildiğim yer kendi evim. Gerçi, onu da tarif ederken zorlanıyorum.

Elimde bir adres var ve ben onu bulacağım, değil mi?

Ha ha ha.

Mümkün değil.

Kesinlikle kayboluyorum.

Çıldıracak hale geliyorum.

Kendime çözüm yolu öneriyorum: ‘‘Taksiye bin o zaman’’ diyorum. Söylersin şöföre, alır o sorumluluğu üstüne, götürür seni elindeki adrese.

Küt diye buldu, buldu.

Ama taksicilerin bazıları benden beter, ya yeni başlamış işe, ya yeni gelmiş memlekete...

Soruyor ‘‘Abla nereye döneceğim?’’

‘‘Şuraya, şuraya...’’

Parmağımla gösteriyorum.

Evet, anladınız sağı solu da bilmiyorum.

Biliyorum da karıştırıyorum.

Hele sinirliysem soğan, sarmısak yapsam da mümkün değil işin içinden çıkamıyorum.

Bir dolu insana salakça geliyor bu.

Ama küçükken yanlış öğrenmişim.

‘‘Sağın neresi?’’ dendiği zaman refleks cevap veremiyorum.

Düşünmem gerekiyor.

Ya da elimle yazı hareketini yapmam.

Ancak epey bir süre geçtikten sonra ‘‘Haaa. Şu taraf, sağ. Şoför Bey sağa döneceğiz!’’ diyorum.

İş işten geçmiş oluyor tabii.

Şoför ani bir dönüş yapmaya çalışıyor.

Trafik altüst oluyor.

Evden çıktığıma çıkacağıma pişman oluyorum.

*

Benim kadar olmasa bile, kadınların büyük çoğunluğu aynı vaziyette.

Erkekler ve kadınlar arasındaki en baba geyik mevzuu da bu işte.

Kadınlar yön ve adres bulmakta zorlanıyor.

Erkekler öyle mi?

Binlerce yıl önce avcı oldukları ve bizi evde bırakıp avlandıkları için yön bulma konusunda daha gelişmiş yaratıklar olmuşlar.

Teorilerden biri bu.

Bir diğeri bünyelerinde daha fazla demir barındırmaları.

Bu konuda daha fazla soru sormayın, bilmiyorum, nedeniyle zaten hiç mi hiç ilgilenmiyorum.

Ama şunu biliyorum, bir erkeğe ‘‘Kuzey nerede?’’ diye sor, küt diye söyler. Bir kadın? Nerdeee?

Geçenlerde son derece faydalı bir yazı okudum.

Şöyle diyordu:

‘‘Bir kadına otobandaki ikinci çıkıştan sağa döneceksin. 400 metre gideceksin, kuzeye doğru ilerlerken bir yol ayrımı gelecek ve tam sol yapacaksın derseniz kaybolacağı kesin. Onu bir daha göremeyebilirsiniz. Ama, hani o palmiyelerin olduğu cadde var ya ya da Akbank'ın yanındaki pembe bina, işte onun karşısındaki apartman derseniz bingooo, ne siz onu kaybedersiniz, ne de o kaybolur!’’

Katılıyorum.

Bir adrese giderken bana böyle yön verilmesini talep ediyorum.

Tamam mı?

Pembe binalar, palmiyeli caddeler...

Ve gözünüzü seveyim, sağ-sol meselesine hiç girmeyin!
Yazarın Tüm Yazıları