GeriSeyahat RODOP KÖFTECİSİ Temmuz.Dalgalanan sıcak buharlarından serap gibi görünen Bursa'ya bakıyorum. Uzaktan. Steril, düzenli bir yol boyu alışveriş merkezinin
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
RODOP KÖFTECİSİ Temmuz.Dalgalanan sıcak buharlarından serap gibi görünen Bursa'ya bakıyorum. Uzaktan. Steril, düzenli bir yol boyu alışveriş merkezinin

RODOP KÖFTECİSİ Temmuz.Dalgalanan sıcak buharlarından serap gibi görünen Bursa'ya bakıyorum. Uzaktan. Steril, düzenli bir yol boyu alışveriş merkezinin

RODOP KÖFTECİSİ Temmuz.Dalgalanan sıcak buharlarından serap gibi görünen Bursa'ya bakıyorum. Uzaktan. Steril, düzenli bir yol boyu alışveriş merkezinin Fast-Food restoranından.Birazdan, arabama atlayıp "İzmir" ve "Kuzey Garajı" yazan tabelanın yanından sağa dönüp, şehre girmeksizin;"hüzünlere ve anılara değmeden yorgun yürek" İzmir yolu'na dönecek ve gideceğim. "Bir zamanlar, omuzlarıma değen saçlarımı rüzgarıyla dalgalandıran hiçbir şehre girmeden".Bigmek'imi yiyip şehre uzaktan bakarken, neden yıllardır şehrin içine girmediğimi düşündüm. Ne garajları gördüm yıllardır, ne mahmur simitçiler, ne sigara ve kusmuk kokulu otobüsler, ne de "Rodop Köftecisi"ni… Anladım ki çevre yolları bizi şehirden, anılardan, eskilerden sürüyor. Tatsız tuzsuz geçişlere bırakıyor yerini çocukluk hatıraları. Bir,iki kere böyle geçerseniz bu çevre yollarından, bir sonraki geçişinizde aklınıza sadece önceki trafik sıkışıklıkları, bir yerlere yetişmeklikleriniz, telaşlarınız geliyor. O şehirde geçmiş büyülü bir çocukluğunuz olsa bile. O müthiş yüksek dönme dolaptan kocaa Bursa Ovası'na nasıl hayretle, nasıl şiddetli zevkler alarak baktığımı hiç anımsamamışım ne zamandır. Kültürparktaki havuzun kenarında pamuk helvamı yerken elimden kaçıp giden ve gecenin içinde kaybolan o uçan balonun acısı? Ağzımın tümünü doldurarak kestane şekeri yiyişim? Ama, ille de "Rodop Köftecisi"…Erdek'e geçerken yazları, dedemlerden gizlenir gibi, onlara Bursa'dan geçtiğimizi haber vermeden, mutlaka ve mutlaka otobüs mola verdiğinde gidilirdi Rodop Köftecisi'ne. Şehre girişte tam karşınıza gelir dükkân. Sağda garaj vardır. Hemen otobüsten inilir, ailecek koştura koştura gidilir ve köfteler, piyazlar, yoğurtlar ve Kemalpaşa tatlıları söylenirdi. Şen, şakrak.Hani, bazı serin dükkanlar vardır . İçeride klima filan yoktur tabii. Ama "serin"dir oralar işte. Kuytu ve loştur. İçerisi mis gibi anason kokar. Veya başka bişey, ama mutlaka kokar. Yerler, çok çiğnenmiş betondur. Sanki ezilmiş gibi, parlak-ama dalgalı bi beton. Yürürken sağlam bir yere bastığınızı hissedersiniz. Sanki, toprak çiğnene çiğnene betonlaşmıştır. Sandalyeler dokunulmaktan ışıl ışıl cilalıdır. Kullanılmanın güzelliği vardır üzerlerinde. Derin, ama yoksayılmaya utanılmış çizikler vardır. Görünürler, ama üzerleri vernik filanla kaplıdır. Veya dokunulmanın güzelliğiyle kapanmıştır. Tırnağınızı filan içine sokamazsınız. Sanki aynı iz bir daha açılamazmış gibi.Masalar ahşap değildir. Beyaz, sert bişeydir. Mika derdik biz çocukken. Formika. Çizik çiziktir yüzleri. Ama temizdir, çok temizdir. Tabaklar gibi. Beyaz porselenin içi çatlak çatlaktır. Derin çizikler vardır sanki tabaklarda da.O ince, küçük çatlaklarla dolu, beyaz, geniş, kocaman ve yaşlı tabaklarda, sayılmayacak kadar çok İnegöl Köfte gelir. Yanında hormonsuz, sulu, taze ve dehşetli güzel domatesler kocaman kocaman doğranmıştır. Suları sızmaktadır. Dev gibi bir yeşil biber kurulmuştur kenarlarına, bir deniz kızı gibi. Parıl parıl bir yeşildir biber. Bazen hafifçe kömürde közlenmiştir, bazen dipdiri, taptazedir. Beyaz, rezilce güzel bir soğan çeyreği vardır bi de.Bu köftenin yanına yoğurt isterseniz, öyle yolboyu mola yerlerindeki gibi bir avuçluk plastik yoğurt gelmez. Yine o yaşlı, çizik çizik, ferah ve temiz tabaklarda, dağ gibi bir yoğurt yığını gelir. Geniş leğenlerden büyük kepçelerle alınmış. Üzerinde ipince bir kaymak vardır ki, kardeşleri birbirine düşürür. Bir kişi nasılsa bitiremez tecrübesiyle, iki kişi için bir yoğurt söylenmiştir çünkü.Ya piyaz? Parmak boğumu kadar fasulyeler zor sığmışlardır üstüste. İpince soğan kıymıklarıyla, nefis bir sirke kokusuyla gelir. Hiçbir şey eklenmez hiçbir şeyin üstüne Rodop Köfteci'sinde. Ne tuz ekesiniz gelir, ne biber. Her şey olduğu gibi öyle güzel, öyle lezzetlidir ki…Yanlış mı bilmem, ama çocukken orada şıra içtiğimizi de hatırlıyorum. Sonra, ülkenin bir çok yerindeki gibi şıra da yokoldu gitti. Köfte, piyaz ve yoğurtun yanına Kola yakışmazdı ki? Yoğurt yendiği için ayran da pek açmıyordu. Ama, sonraları bol bol "Uludağ Gazozu" içtiğimizi hatırlıyorum. Haaa, içki de içilirdi burada. Peder bey köfteyle bira yuvarlamayı pek severdi. Çünkü, sanırım "sair zamanlarda" pek de güzel bir akşamcı yeridir "Rodop Köftecisi". Adabıyla, müdavimiyle tam bir "meyhane"dir. Bursa'da yaşayan dayılarımdan biliyorum. Şehirde kaldığımız yazlarda, Kültürpark'tan aşağıya, Papazçeşme-Fatih mahallesindeki dede-evi'ne berduş dayılarımızla "tabanvayla" dönerken, uzaktan sarı-beyaz, solgun ışığına bakardım "Rodop Köftecisi"nin. İçeride dalgın yüzlü, derin düşünceli, beyaz, ince bıyıklı, kırışık yüzlü çelebiler oturur demlenir olurlardı.Evet, aslında bir "erkek meyhanesi"dir orası. Misler gibi rakı kokması da bundandır. Ve tüm eski, gerçek meyhaneler gibi pek kadın olmazdı orada da. Ama, yolcular için, öğle zamanları hiç de garip kaçmazdı kadınların da gelmesi. Veya bizim umurumuzda değildi. Biz ailecek, şenlikle doluşurduk oraya. Ve sanıyorum, yazdan yaza gelen bu garip aileyi hatırlıyorlardı da birazcık. Bu tür yerlerin garsonları, modern lokantalardaki garsonlar gibi ikide bir değişmez. Orada yüzü tecrübe çizgileriyle dolu, güngörmüş, daimi garsonlar vardır. Öyle olgun gülümserler ki, çocuklara bile garip gelmez bir meyhanede öğle yemeği yemek.Zaten, olgun bir hoşgörüsü vardır gerçek meyhanelerin. Gerçek kahvelerin de öyle. Kimse edepsizlik yapmaz, kimse sizi rahatsız etmez bakışlarıyla. Genelde kadınların gitmediği tüm gerçek kahve ve meyhaneler, sizi bağrına basar, konuk eder bu ülkede.Yıllar ve yollar boyu geçip durdum bu Şehirden. Hemen hemen hiç değişmedi "Rodop Köftecisi". Benim bildiğim kadarıyla en az yirmi, belki de yirmibeş yıldır orada duruyor. Hayat hızla, haince, acımasızca değişirken o'nun orada, öylece durup beni beklemesi benim içimi rahatlatan birşeydi belki de? Sonunda mutlaka geri dönünce bulunacak şefkatli ve sıcak bir kucak arar bütün ruhlar. Bütün ruhların bir kısmı da çocuktur, çocuk kalmıştır. İçime her defasında huzur verir, öyle gönderirdi Rodop Köftecisi. Hala içimdeki çocuk tarafa seslendiğini duyuyorum.Yetmişli yıllardan başlayarak doksanlı yıllara dek, en geç iki yılda bir uğradım Rodop Köftecisi'e. Ailecek, bazen yalnız, bazen kardeşim Mete'yle. Bazen kızkardeşimle. Sonra karımla, kayınvalidemle. Daha sonra çocuklarım bebekken. Daha daha sonra, oğlum beş, kızım iki yaşındayken… Dayımın oğlunun sünnet düğününe gelmiştik. Kültürparkta, gece dolaşıyorduk oğlumla elele. Bir uçan balon aldım ona, elinden kaçıracağını bile bile. Biraz yürüdükten sonra balon yine geleneksel bir şekilde kurtuldu, kaçtı gitti. O, balonun ardından üzgün, çok üzgün gözlerle bakarken ben o'nun gözlerine baktım. Kendi balonumun peşinden baktım. Mete'nin elindeki balonu da zorla aldığımı, o balonun da biraz sonra kaçıp gittiğini hatırladım. Tıpkı hayat gibi dedim. Sonunda öleceğini , biteceğini bile bile bir hayat veriyorsun çocuğuna. "Bi tane daha ister misin?" dedim elini sımsıkı tutarak. "I-ıh" dedi, düşünüp. "Uçar yine"Belki dünyanın en hızlı değişen ülkesidir bu ülke? Türkiye'm. Muşamba masa örtülerinden, televizyonsuz geçen akşamlardan, arkası yarınlardan bilgisayarlara , internete, cep telefonlarına geldik. Ne kaldı çocukluğumuzdan? Eski mahallelerinize gidip bakma fırsatınız oluyor mu hiç, bilmiyorum? O tek katlı, iki katlı bahçeli evlerin hiçbiri yerinde yok. Bütün anılarımızın üstüne boktan apartmanlar dikildi. Parke taşlı yolların hepsi asfalt oldu. Geçmişimiz, anılarımız eridi gitti. Ne kaldı? Sadece resimler. Çok az şey kaldı değişmeyen. Bunların en çoğu da neden Bursa'da kaldı bilmiyorum. "Uludağ gazozu" hâlâ direniyor. Buldukça, bir davaya hizmet eder gibi inançla, şişene dek içiyorum. "Rodop Köftecisi"nin orada hala durması beni mutlu ediyor. "İskender Kebap" orada, "kestane şekeri" orada, eski, geleneksel bir sürü şey hâlâ Bursa'da direniyor.Annemizi kaybettikten sonra kardeşimle bir keresinde Bursa'da buluştuk. Gittik tabii köfteciye. Orada ikişer de bira yuvarladık. Bizi bekleyen bir otobüs olmadan, sakince, hüzünle. Bir iki damla yaş da geldi durdu gözlerimizde. Kapının önünde bizi bekleyen "modern" arabaya soğuk baktık biraz, çıkınca. Kültürpark'a gittik. Nargile içtik öksüre öksüre. Gökyüzüne baktık aynı anda. Elimizden uçup giden "uçan balonlara" bakar gibi, uzun, uzun. Hayata bakakalır gibi, uzun, uzun.Temmuz.Serin Fast-Food restoranının aynalı camlarından Bursa'ya baktım, baktım. Elimde çevirip durduğum parmak patateslere. Standart ketçap'a. Big-Mac artıklarına. Kafam karmakarışık ve ağlamaklı, dışarı çıktım. Düzenli, sarı park işaretlerine, granit kaldırıma baktım. Geniş, simetrik, temiz, steril, ferah, aydınlık, düzenli bir alışveriş merkezi. Bir sürü markanın da mağazası var. Bahçe düzenlemesi yapılmış. İçimde bir burukluk. Yabancılık duygusu.Bu geçtiğim benim Bursa'm değil ki? Bu "Kuzey Garajı" yazan tabeladan sonra "İzmir" yazan yola sapıp, şehri "pas" geçip gideceğim. Ve artık rüzgarda dalgalanacak saçlarım yok. Dökülmüşler. Klima çalıştığından pencereyi açmayacağım. Ne "Nilüfer Deresi" ni koklayacağım, ne kültürparktan pamuk helva kokusu gelecek. Ne kestane şekeri alacağım garajdan. Ne çok, ne çok büyük alışveriş merkezi kurulmuş yol boyunca. Türkiye'nin Detroit'i Bursa'da.Yetmişdört yazı'nda, Kıbrıs'a savaşa giden konvoydaki askerlere karpuz, börek, sigara uzattığımız geceyi hatırladım. Yalova Yolu'ndaki bütün kenar mahalleler yola çıkmıştı. Kalabalıktı, mahşeri bir kalabalık. Herkes askerlere ulaşmaya çalışıyordu. Herkes bişeyler veriyordu. Meyvalar, sigaralar, yemekler. Bir şey vermeyenler ellerini sıkıyordu askerlerin. Bağırıyorlar, cesaret veriyorlardı onlara. Askerler gülümsüyorlardı. Sonra, hayatımda o kadar güzel ve o kadar çok gülümsemeyi aynı anda hiç görmediğimi hatırladım.Garajları şehirlerden sürdüler. Yolcuları şehirlerden sürdüler. Savaşa giden askerleri, o askerlere karpuz veren çocukları şehirlerden sürdüler. Yirmibeş yıl sonra, artık büyümüş bir çocuk ile, "cemse" üzerinde gülümseyen gazi nasıl karşılaşacak? Tesadüfen ikisi de aynı şehirden geçiyorsa, şehir dışındaki "outlet"lerden birinde, ellerinde alışveriş arabaları, raflara gözü dönmüş bir "tüketim toplumu bireyi" olarak saldırırken, yüzlerindeki o hırslı ifade ile mi karşılaşacaklar? Gülümseyecekler mi? Birbirlerini bakışlarından tanıyacaklar mı? Çocuk ve asker, yıllar sonra? Hayır!Kimse, kimsenin gözlerine bakmaz hiper-marketlerde. Kimse birbiriyle tanıdık çıkmaz. Hele o eski şehirlerde. Hele "Yalova Yolu"ndan şehre girip seni bekleyen anılarla karşılaşmıyorsan. İçinde hiçbir şey uyanmıyorsa. Eski çocuklar ve eski askerler bu şehre girmeden, çevre yollarından basıp gidecekler. Geçmişi anımsamadan. "Outlet"lerden hırsla alışveriş yapıp, yetişme telaşıyla "fast food" tıkınacaklar. Çevre yolunda , birbirlerini geçmeye çalışıp gaza basacaklar belki. Belki, hırsla küfredecekler birbirlerine. Belki?…Temmuz.Arabaya binemedim.Ne yapmam gerektiğini bilemiyorum.Ellerim cebimde, terden yapış yapış, alışveriş merkezinin içinde yürüyüp duruyorum.Vitrinlere, süs bitkilerine, kamyonlara bakıyorum.Cep telefonumu çıkarıp Mete'ye telefon ettim. "Ben" dedim, "birincisi, Rodop Köftecisi'ne gidip big mac üzerine bir inegöl yiyicem. Piyaz, yoğurt, uludağ gazozu"... "İkincisi, o yaşlı garson hala yaşlı ise, o'na orada yemek yiyen bir kıbrıs gazisiyle karşılaşıp karşılaşmadığını sorucam"; "Buradan konvoyla geçmiş mi hiç? Ahali ona nevale filan vermiş mi?"; "Eski çocuklarla eski askerleri hiç karşılaştırmıyorlar" dedim. "Üçüncüsü; yirmibeş yıldır, uzun aralarla da olsa gelip burada yemek yedim. Çocukluğumdan beri' diycem. 'Beni hatırlıyor musun?' diye sorucam" dedim.Mete, "Moruk, süpersin! Helal!" dedi."Bak" dedim. "Trafik rezalet. En az iki saat atar gelişim, ona göre…" "Merak etmeyin, okey?" "Olsun" dedi."Anladım" dedi. Telefonu kapadım. İnsanın kendisini anlayan bir kardeşi olması ne kadar iyi? Hiç sormadı "Ne eski askeri? Ne eski çocuğu?" filan diye. O gece var mıydı acaba o da? Bursa'da mıydı ki? Yetmişdört'te on yaşında idi o. Hatırlar tabii. Kemal de vardı, teyzemizin oğlu. Almancı. Karpuzun birini düşürmüştü. Nasıl patlamıştı karpuz. Dayım küfretmişti.Mutluyum.Mutlu.Mutlu ÇAĞLIYAN - 24 Temmuz 2000, Pazartesi
False