Renkler...

Vahim gelişmeUzun zamandır onu ihmal ettiğimi biraz önce fark ettim. Neredeyse üç ay olmuş, hakkında tek bir satır bile yazmamışım. Yanlış anlama olmasın diye bugün yazıyı ona ayırıyorum. Ancak aklıma gelen konu bayağı acıklı.RANA, bizim evde üç adet televizyon olmasını şiddetle kınıyor.70 metrekare olan bir evde üç adet televizyon olmasının irrasyonel olduğunu, yapılan bütün bilimsel hesaplamaların bu kadar küçük bir mekânda olsa olsa tek bir televizyon bile olmaması gerektiğine işaret ettiğini söylüyor.Ben de ona katılıyorum. Hatta isterse oradan buradan toplayıp, evin çeşitli stratejik yerlerine yerleştirdiğim televizyonları hemen atabileceğini de ifade ettim.Bu tavrım ise onu şaşırttı, çünkü televizyon seyretmeden yaşayamayacağımı düşünüyordu.* * *Aslında haklı da... Televizyon olmadan yaşayamam ben.Ancak bizim mahallenin bir avantajı var. Genel yayın yönetmenimiz Ertuğrul Özkök de bu mahallede yaşadığı için, mahallede diğer insanların televizyon almasına gerek yok.Onun evdeki televizyonu o kadar büyük ki zaman zaman eski İstanbul açıkhava sineması nostaljisini yaşamak isteyen mahalle sakinleri çekirdek, gazoz filan alıp, sokağa birer iskemle atıyor ve onun evinden yapılan televizyon yayınlarını büyük perdede seyrediyorlar.Genç sevgililer bizim mahalleye 300 metre kala arabalarını stop ettirip birbirlerine sarılarak açık hava araba sineması keyfini onun televizyonuna bakarak çıkarıyorlar.Onun televizyonu nedeniyle mahalleye hırsız filan da giremez oldu, çünkü gece yarısı o kadar gürültü oluyor ki potansiyel hırsızlar ‘galiba mahallede U2 konseri var’ deyip, başka mahallelere yöneliyorlar.Yani anlayacağınız Rana evdeki bütün televizyonları atsa da önemi yok, Çünkü genel yayın yönetmeni sağ olsun mahalle halkının yeri değişmeyecek tek bir televizyonu nasıl olsa sürekli olarak hep olacak.* * *Ben bir yıldır filan onun neden bu kadar büyük bir ekranda film seyretme ihtiyacı duyduğunu düşündüm hep.İlk önce psikolojik açıklamalar geldi aklıma. Aslında psikoloji biliminin derinliklerine indiğinizde hemen her şey rahatlıkla açıklanabiliyor.Ancak vardığım sonuçlar beni tatmin etmedi. (Hayır şimdi açıklamayacağım bu sonuçları. Bu açıklama için ya onun genel yayın yönetmenliğini bırakmasını ya da benim gazeteciliği bırakmamı beklemek zorundasınız.) Başka ne olabilir diye düşünürken bir gün istemeden de olsa gerçek nedeni keşfettim.Telefon çaldı ve genel yayın yönetmeni bana yazımı yine okuyamadığını söyledi.Bu soruna daha önce değinmiş ve kendisinin genelde yaşlılarda görülen hipermetrop hastalığına sahip olması nedeniyle gazetede önüne gelen tek bir yazıyı bile artık okuyamadığını açıklamıştım.Ne var ki bu sorun benim o zamanki yaptığım gözlemlerde ifade edilenden çok daha vahimmiş, öyle anlaşılıyor.Televizyon ekranı ve bizim yazıların puntoları ne kadar büyürse büyüsün onun görememe şikâyeti sabit kalıyor.O gazetedeki yazıları kesinlikle okuyamıyor.(Burada bir ara notu koyup espri yapmayı deneyebilirdim. Örneğin gazetede işlerin iyi gitmesinin, gazetede son dönemde olumlu gelişmeler olmasının onun gazetedeki haberleri katiyen okuyamamasıyla doğrudan bağlantılı olduğunu söyleyebilirdim. Ancak bunu yapmıyorum, çünkü ne de olsa o benim işverenim ve bu işler de şakaya gelmez. Allah korusun ne olur ne olmaz yani, bu yaştan sonra da iş arayacak değiliz ya...)* * *Anladığım kadarıyla sonuçta onun benim yazıları rahat bir şekilde okuyabilmesi için benim ayrı bir ek çıkarmam gerekecek.Hürriyet alanlara her gün bedava verilecek bu ek tam 300 sayfa olacak.Her sayfasında 170 punto halinde dizilmiş tek bir cümle olacak.Ve gündelik yazım 300 sayfada biten bir ‘‘Görme özürlülere roman’’ şeklinde halka sunulacak.* * *Aslında onun gözünü yormayacak başka ideal çözümler de var.Biliyorsunuz son zamanlarda kasette roman verilmesi modası başladı.Ben de günlük yazımı kasete okuyabilirim ve bu da her gün bedava dağıtılabilir okuyuculara.Ertuğrul Özkök öyle kaset gibi ilkel aletlere itibar etmeyeceği için ona özel bir CD'ye doldurup da gönderebilirler benim sesli yazımı.Birazcık ayrıcalığı da olsun değil mi yani?Onu halk ile aynı kategoriye sokmamı beklemiyordunuz herhalde değil mi?* * *Tabii bu son çözüm ideal gözükmekle birlikte patronumuz buna kızabilir.Çünkü her gün okuyuculara bedava kaset vermenin çok da ucuz bir şey olmayacağını kabul etmek gerekir.Ben bunun da çözümünü buldum.Yeter ki bir daha ‘‘senin yazını okuyamıyorum’’ şeklinde bir telefon almayayım, her şeye ama her şeye razıyım.Bu son formülde Radyo D bana her sabah beş dakika verebilir ve ben yazımı orada okuyabilirim.Böylece Ertuğrul Özkök anlamsız bir yazıda acaba Hürriyet'in başını derde sokacak bir şey var mı yok mu diye anlamak için CD'sini alete koyup ‘‘Play’’ tuşuna basma yorgunluğuna da düşmeden benim yazıyı dinleyebilir.Bu son çözüm masrafsız olması nedeniyle bütün Hürriyet üst düzey yönetimi açısından da acele olarak bağıra basılacaktır, buna eminim. Bedava muhabir çalıştırma fantezilerini henüz gerçekleştiremediler, bari bedava köşe yazısı dinletme formülüyle tatmin olsunlar.* * *Genel yayın yönetmeninin gazetedeki yazıları görme sorununu böyle çözebiliriz.Ancak televizyon konusundaki krizi nasıl çözeriz bilemiyorum.Evinin metrekaresinden daha büyük bir televizyonu kullanmasına mantiken imkan olmadığına göre başka çözümler üretmemiz gerekecek.Benim patrona naçizane önerim, genel yayın yönetmeni için özel bir yazlık sinema satın alınması talimatını versin.Bu sinemaya getirilen bütün filmler de üç boyutlu olsun.Sinemaya bir tek o girebilsin ve üç boyutlu film izleme gözlüklerini takarak mutlu bir şekilde saatlerini geçirsin. Böylece telefon etmeyi belki unutur da hiç olmazsa gece saatlerinde Hürriyet Gazetesi çalışanları, bakanlar ve o evde olmayacağı için de eşi birkaç saatliğine kafalarını dinleme imkânını bulurlar.
Yazarın Tüm Yazıları