Recep Tayyip Erdoğan

RECEP Tayyip Erdoğan'a neden saldırıyorlar?

Bu sorunun bir kısım insanlar için cevabı basit ve samimi. Onlar Erdoğan'a güvenmiyorlar, sistemle barışma çabasına inanmıyorlar.

Ancak, saldırının başka bir boyutu da var ki; bunlar daha evvel yayınlanmış kasetleri arşivciden yeniden satın alacak kadar bir hezeyana bile kapılabiliyorlar.

Neden bu köklü itiraz?

***

Erdoğan'a itirazın kökeni; taşranın merkezi yönetmeye talip olmasıdır.

***

Aynen evde hizmetçi iken hiç itiraz edilmeyen tesettürlünün üniversiteye gitmeye kalkınca yarattığı telaş gibi.

Ya okur da memleketi yönetmeye kalkarsa!

Öteki Türkiye'nin içinden, ciddiye alınması gereken bir başbakan adayının çıkması, zihinleri bulandırmıştır.

Öteki Türkiye'den bahsetmek, hatta onlara acımak serbesttir, ancak ayakların baş olmaya soyunması abestir!

***

Recep Tayyip Erdoğan ile 3.5 saat baş başa söyleşi yaparken aklımdaki temel soru olan ‘‘Bu adamın üzerine neden bu kadar gidiyorlar?’’ sorusuna bulduğum en yakın cevap bu.

Ya taşra ülkeyi yönetmeye kalkarsa!

***

Değişti mi, değişmedi mi?

Ne bileyim!

Önce proleter devrimi kutsayıp, arkasından 12 Eylül'lere, 28 Şubat'lara alkış tutan insanların, hiçbir özeleştiri yapmadan bir süre sonra demokrat olduklarını kabullendiğimize göre; herhalde Recep Tayyip Erdoğan'ı da sonradan sessizce kabullenir, hatta kanıksarız.

***

İnsanların kafasının içini okuma yeteneğim olmadığı için; ben ancak insanların zaman içinde gösterdikleri farklılıklar üzerinde durabilirim.

Bu açıdan çok net söyleyebilirim ki, Erdoğan'ın bana 3.5 saat sırasında verdiği duygu, önümdeki adamın 1992'deki kasette yer alan adamdan oldukça farklı olduğudur.

1992'deki adam; itiraz ettiğinin yerine ne koyacağını doğru dürüst bilmese dahi, sistemi protesto eden bir genç adamdır. Şimdi karşımda duran ise sistemin ondan büyük olduğunu tecrübe ile kavramış; artık proje ürettiğini haykırmak isteyen, olgun dönemine ulaştığını ispat etmek çabasında olan bir adam.

Aynen gençliğinde Marksist olup da; şimdi işadamlığına soyunmuş arkadaşlara benziyor!

Olgun Tayyip'in içinde genç Tayyip de duruyor.

İkisi bir arada; hem birbirleri ile çekişiyor, hem de birlikte olmaya rıza gösteriyorlar.

İkisi de o! Ama bu ikilem onu şimdi farklı yapıyor.

***

Surat çizgileri keskin hatlarla belirlendiği için sert bir görüntü veren bu insan, nasıl onu dışlayanlar kategorik davranıyorsa, o da bazen kategorik davranıyor. Bazılarınının kendisine topyekûn karşı olduklarını düşünüyor.

Bu yüzden oldukça gergin.

Ancak, aynı adamda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış olmanın, bu görevde başarılı bulunmuş olmanın yarattığı özgüven de var.

***

O şimdi başbakan olmak istiyor.

Vahşetin Çağrısı benliğini sarmış!

Artık bu ülkede başbakan olmanın kendine has kuralları olduğunu da biliyor. Kurallardan daha büyük olmadığının da şimdi bilincinde.

Gereğini yapmaya hazır.

***

Sorduğum sorular karşısında verdiği tepkiler bana katiyen sorulardan kaçan bir insan duygusu vermedi.

Beklediğimden çok daha da donanımlı çıktı!

Marksistlikten liberalliğe terfi eden dostların liberal jargon karşısında yaşadıkları yabancılığı -onlar sol liberal olarak ara yolu buldular- o da modern çağları tartışırken duyuyor.

Onun kendi yolu da muhafazakár demokratlık.

***

Ancak, diğerlerinden bir farkı var. O piyasa ekonomisini yaşayan bir insan.

Hatta belediye başkanı iken, hizmetleri (örneğin çöp) özelleştirerek Türkiye'de bir ilke imza atmıştı.

***

Ben insanların en çok gözlerinden etkilenirim.

Gözler ruhun aynasıdır, insanın içini gösterir, üstelik ne yalan söylerler, ne de yalan söylemeye ikna olurlar.

Bu söyleşide de Erdoğan'ın gözlerine dikkat ettim. Rezervleri olan, gözlerini bir kalkan arkasında koruyan bir insanın bakışlarına sahip.

Karşısındakinin, ona karşı samimiyetini ispat etmesi gerekiyor.

Söyleşinin birkaç yerinde o kalkan gitti, gözler adeta bir çocuk gibi saf saf gülümsedi.

İşte bu Erdoğan'ı sevdim!

Siyaseti rol kesme olarak gören (örneğin Mesut Yılmaz, Tansu Çiller) siyasiler yerine siyaseti bir çocuk oyunu olarak gören siyasilerin (örneğin Turgut Özal) safında yer alabilmeyi becerirse, eminim en büyük muhaliflerinden bile taraftar kazanır.

***

Recep Tayyip Erdoğan'ı beğenmek, sevmek, oy vermek, arkadaş olmak zorunda değilsiniz. Ancak, ciddiye almak zorundasınız.

Zaten birileri de oldukça ciddiye alıyorlar!

Siz de ciddiye alın.

Zira gözleri ‘‘Ölürüm de vazgeçmem!’’ diyor.

Sokaktaki adam da bu maceraya alkış tutuyor, inanıyor!
Yazarın Tüm Yazıları