Rahatsızlığın kaynağı

HÜKÜMET, barış sürecinin bir “al–ver süreci” şeklinde gösterilmesinden rahatsızmış. “İmralı istiyor, AKP veriyor. Silahla alınmak istenenler farklı bir yolla alınıyor” iddiası şiddetle reddediliyormuş.

Haberin Devamı

“Çekilme ve silahların bırakılması aşamalarının doğal sonucunun demokratik siyasetin geliştirilmesi olduğu” özellikle vurgulanıyormuş.

“Başkanlık, eyalet sistemi, federasyon” gibi tartışmalar için yeni anayasa işaret ediliyormuş, barış süreci ile bir ilişkisi olmadığı vurgulanıyormuş.

Bunları Milliyet’te Serpil Çevikcan’ın kulis haberinde okudum. Böyle kulis haberleri üç–dört sağlam kaynakla konuşmadan yazılmaz. Onun için bu bir “kulis haberi” de olsa, bunun önde gelen AKP’lilerce seslendirildiğine eminim.

Hükümet evet bundan rahatsız olabilir, ama şunu söylemek gerekir ki rahatsızlığın kaynağı da kendileridir.

Dördüncü yargı paketinin bile en başında barış sürecindeki olumlu gelişmelere endekslenmiş olması, sonra ne kadar aksini iddia etmiş olurlarsa olsunlar, bunun kaynaklarından biridir.

Unutmayalım ki daha kasım ayında Başbakan, BDP’lilerin dokunulmazlıklarını kaldırmaktan söz ediyor, yargıyı hepsini hapse tıkmaya davet ediyordu.

Ocak ayının ilk haftasında bu dosyalar rafa kalktı, çünkü “barış süreci” başlamıştı!

Normal olanı hükümetin en başında kendi iddiasına ve vaatlerine sahip çıkmasıydı.

Ne vaat etmişti: Demokrasi!

Bunun gereklerini yerine getirmeliydi. İnsanlar bu ülkede fikirlerini açıkladıkları için, örgütlenip bir hakkı savundukları için hapse girmemeliydi, hükümet bunu sağlamalıydı.

Yeni anayasa yapımı getirilip başkanlık sisteminde kilitlenmemeli, Türkiye’nin önünü açacak temel insan haklarını garanti altına alacak düzenlemeler yapılmış olmalıydı.

Bütün bunlar yapılmış olsaydı şiddete dayalı ayrılıkçı Kürt hareketi de marjinalize olacaktı.

Hükümetin bugün istediği demokratik siyaset yapma faslına o zaman geçecektik.

O zaman şimdi AKP çevrelerini rahatsız eden “Silahla alamadıklarını, başka yollarla alıyorlar” görüntüsü de olmayacaktı.

Hükümetin bu işteki hatası budur: Önce demokratikleşmeyi sağlayarak Kürt meselesini çözmek yerine, demokrasinin geliştirilmesini bu sorunun çözümüne bağlamak!

Bunun da bir tek nedeni var: Bir türlü demokrat olmayı içselleştiremiyorlar, kafaları hâlâ demokrasinin “tramvay gibi canın istediğinde inebileceğin bir araç” olduğunda takılı kalmış!

Haberin Devamı

Kulaklara küpe olacak bir ölüm

Haberin Devamı

MARGARET Thatcher’in cenaze töreninin masraflarının 6 milyon Sterlin’e ulaşabileceği açıklandı. Bunun bir bölümü Thatcher’in malvarlığını yöneten vakıf tarafından karşılanacakmış. Başbakanlık sözcüsü “Törenin ardından vergi mükelleflerinin payına ne düştüğü açıklanacak” diyor.

Bunu okuyunca bizlerin kesesinden devlet büyüklerimizin çoluk çocuk çıktıkları yurtdışı ve yurtiçi gezileri hatırladım ister istemez. “Cimri İngilizler, ne olacak” diye burun kıvırdım!

İngiltere’de “kör ölünce badem gözlü” olmuyor, bizdekinin tam tersi yani!

Onun için Thatcher’in temsil ettiği sağ muhafazakâr görüşlere yakın olan gazeteler dışında kalanlarda eleştiriler de var.

The Guardian gazetesi başyazısında Thatcher’in toplumu bir araya getirecek olan unsurlara önem vermediğini vurgulayarak, “Halkımız dediği zaman bütün
Birleşik Krallık halkını değil, sadece kendisi gibi düşünenleri kastettiğini” yazdı.

Morning Star gazetesi “Ülkeyi parçalayan kadın”, Daily Mirror ise “Ülkeyi bölen kadın” başlıklarını atmış.

Ülkesi için doğruyu yaptığını düşünen önemli bir siyasetçi için ne kötü bir not!

Üstelik yaptıkları, herhangi bir siyasetçinin başarabileceği işler de değildi. Devletçi bir yapıyı liberalize etti, çökmüş bir ekonomiyi ileri teknoloji üretimi yapabilecek şekilde ayağa kaldırdı.

Ama yine de ardından “Ülkeyi bölen kadın” diye anılıyor.

Birilerinin kulağına küpe olsun.

Bu dünya kimseye kalmıyor. Ve “halk” sadece seçimlerde size oy verenlerden ibaret de değil.

Yönettiğiniz ülkede yaşayanların yarısını kendinize düşman gibi görürseniz sonunuz böyle oluyor, arkanızdan şampanya patlatılıyor!

Haberin Devamı

Akil insanlar işsiz güçsüz mü?

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Galatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim’i de 63 kişilik “Akil İnsanlar” listesine almak istediğini söyledi.

Fatih Terim’i her konuda siyasi derinliği olan bir kişi olarak nitelendiren Başbakan “Meşgalesi olmasa akil insanlar heyetine alırdım” dedi.

63 kişilik listeye bu sözler üzerine yeniden baktım, pek öyle işsiz güçsüz birisine rastlayamadım. Hepsinin iyi kötü bir meşgalesi var, hatta bazılarının bulundukları konum itibariyle kafalarını kaşıyacak vakitleri bile olmaması normal. Ama onlar listeye girmiş, Terim yok!

Bence zararın neresinden dönülse kârdır. Nasıl olsa Mersin maçındaki skandaldan sonra Terim artık sezon sonuna kadar cezalı olacak. Bu fırsat
değerlendirilebilir ve hazır Erol Kesici de “Akil insan olmak istemiyorum” demişken 63. kişi Terim olabilir.

Ayrıca kalben melek gibi olsa da sinirlendiğindeki görüntüsü itibariyle korkutucu bir yüze de bu işte ihtiyaç yok mu dersiniz?

 

Yazarın Tüm Yazıları