Psikologdan yeni mektup

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Hürriyet Gazetesi üst düzey yönetimine...

Sayın baylar,

Sizden bir istirhamım olacak.

Bilmiyorum bu kişiye yönelik ne tür baskıcı yöntemler uygulanıyor.

Ama ne yapıyorduysanız lütfen bundan vazgeçin veya durdurun olanları.

Çünkü hastam Serdar Turgut, son zamanlarda yeniden son derece tuhaf bir ruh hali içine girmiş durumda.

Size uzun zamandır yazmadım. Zannetmeyin ki bu arada beni telefonla aramaları, mektup bombardımanı durmuş olsun.

Bilakis arttı. Ancak uzun zamandır rutindi her şey. Tabii ki tamamen iyileşmedi, bu mümkün değil zaten. Ama kafayı da tamamen yememişti.

Ta ki son mektubu alıncaya kadar böyle düşünüyordum.

İtiraf etmeliyim ki olayın bana vahim gelmesinin temelinde sizin ülkenizden uzakta olmam ve orada olan bitenleri tam takip edememem yatabilir.

Zırdeliler bile belirli bir mantık silsilesi içinde konuşur yazarlar.

Hastamızın son gönderdiği mektup ise anlatılacak, tanımlanacak gibi değil.

Bir doktorun, hastasının özel mektubunu böyle açıklaması hoş bir şey değil biliyorum, ama sonuçta onunla her gün siz muhatap oluyorsunuz ve yaklaşan tehlikeyi de sizlerin bilmesi en doğal hakkınız.

Bu vesileyle geçmiş bayramınızı kutlar, gözlerinizden öperim.

P.S: Bu arada geçen gün New York Times'ta bir fotoğraf yayınlandı. Bu fotoğrafta Başkanımız Clinton ile el sıkışan bir devlet büyüğü yer almaktaydı. Ben bu kişiyi daha önce bir kez, hastanın çalıştığı mekânı görmek için ziyaret ettiğim Hürriyet Gazetesi'nde tanıştığım Genel Yayın Yönetmeni'ne çok benzettim. Bunu da size haber vereyim dedim.

***

Sevgili doktorum.

Veya bir zamanlar Öztürk Serengil'in dediği gibi ‘‘Canım doktor, gülüm doktor, nerdesiiin???’’

Bir yıldır sana yolladığım mektuplara bakıyorum da özellikle 10'uncu Yıl Marşı'na acayip takmışım son zamanlarda.

Ancak bu konuda geçen akşam kesin tedavi oldum.

Dediğiniz doğruymuş, bazı konularda kesin şok tedavisi lazım insana.

Ahmet Kaya adlı grotesk insan konuşma yaptıktan sonra, yine bu marşı söylediler. Sonra bir de -üstelik detone olarak- ‘‘Bir Başkadır Benim Memleketim’’i de söylediler.

Ben de pes etim. Artık bu konuyu kafamdan tamamen atmış durumdayım.

Bambaşka bir ruh hastalığı söz konusu ve bununla uğraşmak da beni aşar.

Kendimle mi uğraşacağım, halkın kafayı yemesiyle mi Allah aşkına, değil mi ama?

Dünyanın en seksi erkekleri listesine 11'inci sıradan hem de Antonio Banderas'tan bile ön sırada girmeyi başarmış, üstelik bununla yetinmeyerek Ürdün Kralı'nın sarayında turlamış olan kişi de o gecedeymiş, sonra okudum.

O niye detone olan insanlar arasında yoktu anlayamadım?

İleride bu konuyu vatan hainliği söylemi çerçevesinde inceleyip ilgili makamlara ihbarlarda bulunacağım, bu da kesin.

Doktorum...

Ünlü fikir adamı George Michael ‘‘İnsanın kendinde var olan fazladan bir özellik onu süperstar yapmaz. İnsanı süperstar yapan, onda bir şeylerin eksik olmasıdır’’ demişti.

Meseleye bu açıdan baktığınızda Banu Alkan tam bir süperstar.

Hatta daha da ileriye gideyim, Banu Alkan'ın süperstar olarak Barbra Sterisand'dan katiyen eksiği olmadığı gibi, fazlası bile var.

Banu Hanım çok ilginç bir kişi.

Ben hayatta ilk kez kendinden bu kadar emin olan, kendini bu kadar seven ve kendisi hakkında hiçbir kuşku taşımamakta ısrar eden başka bir insan tanımadım.

Nasıl gelişti bu ego, anlamak imkânsız.

Barbra Streisand da bu durumda.

Geçen cumartesi bir film oynattılar Cine-5'te.

Adı ‘‘Aşkın İki Yüzü’’ydü.

‘‘A Mirror Has Two Faces’’ if you know what I mean?

Bu film başladığı saniyeden sonuna kadar, bütünüyle, en ince detayına kadar insanlık onuruna toplam bir hakaretti.

Barbra Streisand'ın ciddi bir ruh hastası olduğunu biliyordum, ama durumun bu kadar da vahim olduğunu tahmin etmiyordum.

İlk sahne şöyleydi: Bir adam konferans verecek. Tam konuşmaya başlıyor, dinleyicilerden bir tanesi bacak açınca konuşmasını tamamlayamıyor, heyecandan bayılmak üzereyken kürsüden kaçıyor.

Olay New York'ta geçiyor.

Adam 40 küsur yaşında.

Columbia Üniversitesi'nde profesör.

Şimdi bu kişinin açıkta hafif bacak gördü diye konuşma yeteneğini kaybedebileceğini düşünmek, gerçekten delirmiş bir direktörün işi olabilirdi.

Filmin direktörü, prodüktörü ve yıldızı Barbra Streisand. Bilmem bunu da anlatabiliyor muyum?

Sonra bu seks manyağı profesör ile Barbra karakteri evleniyor.

Evlilikleri katiyen seks yapmama üzerine kurulmuş durumda falan filan.

Filmde katiyen bir mantık, bir fikir, hiç mi hiçbir şey yok ya.

Özetle Barbra, aslında mükemmel bir kadındır, dünyanın en mükemmel kadınıdır mesajını vermek için, sadece bu fikre hizmet eden film bu. Konuya bu açıdan bakıldığında bizim Banu Alkan'ın bütün konuşmaları Barbra denilen kadının fikirlerinden çok daha rasyonel.

Saygılar, sevgiler.



Yazarın Tüm Yazıları