Perdeye şiir yazmak

Fırından yeni çıkmış mis kokulu, sıcak bir somun gibi ‘Kelebeğin Rüyası.’ İçinden geçen bir oyuncu olduğum için değil, bir seyircisi olarak filmi izlemenizi öneririm

Haberin Devamı

“Film yapmak seyirciler, festivaller, eleştiriler, söyleşilerle ilgisi olmayan bir iştir. Her sabah altı sularında yataktan kalkmayı gerektirir. Soğuk, yağmur, çamur… Sinir bozucu bir iştir film yapmak. Öyle bir noktaya gelir ki insan, film dışında her şey önemsizdir artık. Aileniz, duygularınız, özel hayatınız her şey ikincildir. Belki bu işi yapmamalıyım artık. Bir sinemacı için temel olması gereken bir duyguyu tükettiğimi düşünüyorum, sabır dedikleri şeyi. Oyunculara, görüntü yönetmenine, havaya, beklemeye, istediğim hiçbir şeyin istediğim gibi olmamasına tahammülüm kalmadı. Sabırsızlığımı çalışma arkadaşlarımdan gizleme zorunluluğu. Bu durum beni yiyip bitiriyor. İçlerinde akıllı olanlar, kişiliğimin bu boyutundan rahatsız olduğumu seziyorlar” demiş Polonyalı büyük yönetmen Kieslowski bir yazısında.
Kieslowski sevdiğimiz öğretmen-ustalarımızdan biri. Mutfağımıza dışarıdan bakanlar için çok yüreklendiren bir resim çizmiyor işimizi anlatırken. Haklıdır; işimiz çetin çalışma koşulları içeren, hassas, hata kabul etmeyen, zor üretilip hoyratça tüketilen, çoğu zaman sübjektif ve anlayanı, ukalası, malumatfuruşu kalabalık bir iştir. Ama iyisini yapabilene de eşine az bulunur bir keyif verir. Paylaşımı, etkisi doyumsuzdur. Beğeni ve hayranlık duvarımızı aşabilen örnekleri ölümsüzlüğe kavuşur ki; her tür meslek erbabının rüyalarını süsleyecek bir payedir bu.

Haberin Devamı

YAZDI, YIKTI, YENİDEN ÇATTI!/images/100/0x0/55eb0896f018fbb8f8a6ad79

Bu satırları perşembe günü Yılmaz Erdoğan’ın son ve o daha iyisini yapana kadar en iyi filmi olarak anılacak ‘Kelebeğin Rüyası’nın galasından iki gün sonra yazıyorum. Film hakkında kuşkusuz çok şey duyacak, okuyacaksınız. Pahalı bütçesi, binlerce figüran kullanılması, 40’lı yılların Zonguldak ve İstanbulu’nun kurulduğu dev plato, olağanüstü beceriyle uygulanmış kostüm ve çevre tasarımları, sinemamızda ilk kez görebildiğimiz büyük doyurucu dönem resimleri, büyük filmlere has -açılış sahnesindeki gibi- unutulmaz uzun tek planlar, müziği, oyuncu yönetimi ve her bir oyuncunun özenli işçiliğinin katkısı, dünya klasmanındaki görüntü yönetimi, özetle; hemen her birimin olağanüstü becerisi ve takım çalışmasıyla ulaşılmış bir toplam kalite.
Ama sıraladığım onca belirleyenin manalı bir bütünlük oluşturması için hâlâ güçlü bir simyaya ihtiyaç var. Elbette filmin ana maddesini oluşturan senaryo. ‘Kelebeğin Rüyası’nın senaryosu; yönetmen, senarist, oyuncu ve şair Yılmaz Erdoğan tarafından yazıldı. Erdoğan her biri ayrı arızalar çıkarabilen bu kalabalığı delirmeden bir bünyede taşıyabilen bir arkadaşımız. Bu senaryoyu yedi yıl boyunca yazdı, bozdu, yine yaptı, yine yıktı, yeniden çattı…
Bu yedi yıl boyunca bir yandan yazar, yönetmen, oyuncu ve şair olarak bildiğimiz bütün o işlerini üretmeyi sürdürürken başkahramanı şiir olan bu filmi yazdı.

Haberin Devamı

SICAK BİR SOMUN GİBİ

Perdeye şiir yazmak
‘Kelebeğin Rüyası’nda Kıvanç Tatlıtuğ, Mert Fırat, Yılmaz Erdoğan, Belçim Bilgin, Taner Birsel, Ahmet Mümtaz Taylan, Farah Zeynep Abdullah oynuyor.

Bu film ancak bir şair-senarist-yönetmenin yapabileceği bir film. Türüne sinemamızda rastlamamış olmamız bu nedenledir. Yukarıda sıralanan ve çokça konuşulacak niteliklerinin yanında en çok da bu nedenle özel bir filmdir ‘Kelebeğin Rüyası.’ Filmi içinden geçen bir oyuncu olduğum için değil, bir seyircisi olarak izlemenizi öneririm. Sadece sinemamıza eşik atlattığı için değil, şiire ve şairlere sinemamızda gölgesinde uzanabilecekleri bir fidan diktiği, perdeye bir güzel şiir yazdığı için. Şimdi şiirsel bir anlatımın ince zarı altında acıyı, tutkuları, memleketimizin özel halini, insanlığın genel durumunu anlatan, bir yandan bu ülkenin yakın tarihine sıkıca bağlı, diğer yandan yeryüzünün dört bir yanında özümsenip benimsenecek bir şiir-filmimiz oldu. Fırından yeni çıkmış mis kokulu, sıcak bir somun gibi ‘Kelebeğin Rüyası.’
Üzgün ve akıllılarla, hoşnut ve aptalların aynı kâseden yediği bir sofradır dünya. Bazen bir şiirde saflaşır sofradakiler. Bir yanda bir kelebeğin peşinde hüzün tüketenler… Öte yanda memnun mesut yaşar, bir rüyayı bilemeden göremeden göçüp gidenler.
İşte böyle… Şiirler olsun…

 


 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları