Pavey, CHP’yi tarihi ile buluşturdu

AKP’li milletvekilleri ‘türban’la Meclis Genel Kurulu’na girdiler.

Haberin Devamı

Dini bir simgeyle TBMM’nde ilk defa ‘ispat-ı vücut’ edilmesi kamuoyunun bütün dikkatini bu oturuma çekti.
MHP, bütün kritik dönemlerde olduğu gibi AKP yanında saf tuttu; sözcülüğünü yapan Ruhsar Demirel, “Erkekler olarak mahremiyetimize girmeyin, ne yapacağımıza biz karar veririz” dedi.
BDP, kadın özgürlüğünü öne çıkardı ve AKP’lilere destek verdi, yeni kurulan HDP Eşbaşkanı Sebahat Tuncel, “Kadın olarak değil özgür bireyler olarak buradayız” dedi ve türbanın Meclis’e girişini kadın mücadelelerinin zaferi olarak tanımladı.
Cumhuriyeti kuran parti olarak, CHP’nin ne söyleyeceği merakla beklendi. Diğer partilerin üç aşağı beş yukarı hangi pozisyonda olacakları bilinirken, CHP dikkatlerin odak noktasındaydı. Muharrem İnce siyasi içerikli, köşeli bir konuşma ile çelişkilere işaret etti ve TBMM kürsüsüne Şafak Pavey çıktı.
Yaşadığı fiziksel zorluklara rağmen dünyanın ‘en asil gülümsemesi’ ile şimdiki zamana ve daha çok tarihe konuştu; tarihe nasıl ‘çentik’ atılır, ulusların hayati dönemlerinde, hayal kırıklıkları, endişeler ve her şeye rağmen, mücadele azmi, nasıl bir kahramanlık tacı gibi baş üstünde taşınır; muhteşem bir vekar içinde gösterdi.
Şafak Pavey’in konuşması TBMM tarihindeki müstesna yerini aldı.
‘Konuş Baykal’ dediğimiz Deniz Baykal gibi, tarihi şahsiyetler sütre gerisinde gölge oyunları oynarken, genç bir kadın CHP’yi tarihi ile buluşturdu ve topluma umut verdi.

Haberin Devamı

Sualtı geçişleri ve bazı gerçekler

‘ASRIN Projesi’ olarak nitelenen Marmaray Projesine bakarken konuyu farklı boyutlarda değerlendirmek doğru olacaktır. Şöyle ki, bu projenin bir teknik ve finansal boyutu, bir de stratejik ve sosyal boyutları ile ele alınması gerekmektedir.
Ancak bu ayrıntılı analizlere girilmeden önce, nufüs ve trafik hareketleri itibarı ile görece küçük sayılabilecek olan bir Avrupa ülkesi olan Norveç’te benzer ‘sualtı geçişleri’ konusunda ekli tabloyu bilgilerinize sunmak isterim.
Burada da görüldüğü gibi, 2011 itibarı ile bu ülkede farklı uzunluklarda ve derinliklerde 32 “geçiş”in kullanımda olduğunu görüyoruz. Bu rakama yapılmakta olan ve teklif halinde olan projeler dahil değildir. Ekli listede bu geçiş yollarının uzunluk ve açılış yıllarını ayrıca dikkat çekmek isterim.
Bizim de kendi coğrafyamızın özellikleri itibarı bu tünellere benzer geçiş yollarının yapılabileceğini, yapılması gerektiğini tartışmaya açmamız gerekir. Bu geçişlerin doğası gereği daha çevreci ve ekonomik geçişler olarak hizmet verebileceklerini ayrıca değerlenmek ayrıca faydalı olacaktır.
Tabiidir ki, jeolojik ve topoğrafik ayrıntıların her ülke özelinde farklı sonuçlar vermesi beklenir. Ancak bugün itibarı ile ülkemizde bir ilki temsil eden Marmaray Projesi’nin hangi somut özellikleri nedeni ile ‘asır’a damga vuran bir proje olarak nitelendirildiği konusu bir halka ilişkiler projesi ötesinde farklı bilgi ve birikim düzeyinde açıklanabilmelidir.
Marmaray’ın en önemli farklılaştırıcı özelliğinin, İstanbul gibi bir metropolün, tarihsel olarak dünyanın en eski ve oturmuş bölgelerinden birinde gerçekleştiriliyor oluşudur.
Bu özellik bile projenin yer seçimi konusunda ayrı bir değerlendirme konusu olmalı, bu güne kadar bu konuda yapılmış olan çalışmalar, uyarılar, bilgilendirmeler bu vesile ile bir kere daha güncellenmelidir.

Haberin Devamı

Aşağıdaki listeyi bu düşüncelerle dikkatinize sunuyorum.
Nebil İLSEVEN- Toplumcu Düşünce Enstitüsü Başkanı

BUGÜNE KADAR YAPILAN ÇALIŞMALAR

Pavey, CHP’yi tarihi ile buluşturdu


Üsküp Büyükelçisi neler yapıyor
Makedonya Türkleri üzerine oyunlar

TÜRKİYE Cumhuriyeti’nin 90.kuruluş yıldönümü kutlanırken Türkiye Cumhuriyeti Dış Temsilcilikleri, Büyükelçilikler yurtdışında yaşayan soydaş Türkleri bölmeye devam ediyor. Birbirimizin acılarını paylaştığımız gibi bayramlarımızda mutluluğumuzu da paylaşarak coşkuyla kutlanılır. Bayramlar bir toplumda millet olma, birlikte yaşama şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği günlerdir. Fakat Üsküp Büyükelçiliği’nin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle düzenlediği resepsiyona 14 yıldan bu yana siyasi parti olmamıza, bakanlık milletvekili ve üst düzey yöneticilerimizin olmasına rağmen bizleri davet etmemektedirler. Siyasi düşünce farklılıklarımız olsa bile Üsküp Büyükelçiliği birleştirici rol üstlenmesi gerekirken, büyükelçinin şahsi ve kişisel düşüncesi ile misafir listesi şekillenmektedir. Bir Büyükelçi bir insanı tanımadan, bilmeden dedikodular ile yola çıkarsa, yine aynı dedikodulara göre insan kaçakçılarının, organ kaçakçılarının, esrar kaçakçılarının ve daha bir çok sabıkalı kişilerin resepsiyonda ne işi olabilir? O tür insanların resmi devlet resepsiyonuna katılması kimlerin lehinedir?
Makedonya Cumhuriyeti’nde Bakanlık yapmış, Milletvekilliği yapmış, birçok üst düzeydeki yöneticiler, Türkiye Cumhuriyeti’nde yüksek eğitimini tamamlamış, Türklük adına hizmet eden STK’nın yöneticileri gibi daha birçok değerli şahısları davet etmeyip, resmen Makedonya Türklerini bölmüştür. Devlet–hükümet kavram kargaşası yaşadıklarını yakından tespit ettiğimizi bildirir, bir daha Büyükelçiliğin Makedonya Türklerinde birleştirici rol üstlenmesini dileriz, Makedonya Türklerini bölemeyeceklerini umut ediyoruz.
Prof.Dr. Adnan KAHİL-Türk Hareket Partisi Genel Başkanı

Haberin Devamı

Kara Kuvvetleri ve Jandarma kıyaslaması

ASKERİYEDEKİ yıpranma payları ile ilgili bir vatandaşın yazdıklarını yayınlamanız beni gerçekten çok sevindirdi ve memnun etti. Size teşekkür ederim.
Benim adım (...)... Güneydoğu’da bir jandarma karakolunda görev yapıyorum. Statüm uzman jandarma çavuş. Bilmenizi istediğim bir kaç ayrıntı var. Kara Kuvvetleri personeli barış zamanında aktif olarak görev yapmaz. Adli ve mülki yönden yetkili olan ve maaşları İçişleri Bakanlığı’nca ödenen jandarma personeli aktif görevlidir. Bizim yaptığımız görevin onda birini yapmamaktadırlar. Ancak üzerimizden çok güzel nemalanmaktadırlar. Yani “öl” diye onlara emir verilmiyor, jandarmaya veriliyor. Benim sizden mütevazi isteğim jandarmanın durumunu sormanızdır. Çünkü askerlikle uğraşırken vatandaşa gerçekten hizmet edemiyoruz.”

Haberin Devamı

Biliyor musunuz

CHP İBB Meclis üyeleri Dr. Hakkı Sağlam ve Serdar Bayraktar’ın Kadir Topbaş’a 2004’den beri İstanbul’da abonelerinden teminat bedeli tahsil eden İGDAŞ ve İSKİ’nin; teminatın tahsil ve iade yöntemi ve koşullarının ne olduğunu sorarak ”Kapama ve açma kimin tarafından yapılmaktadır? Açma ve kapama nedeniyle ilgilisine ödenen toplam ücret aylık bazda nedir?” dediklerini…

TÜRBAN savaşları

‘TÜRBAN’ ve temsilcisi olduğu ‘politik İslam’, Turkiye’de bir ‘muharebe’yi daha kazanmı? oldular.
‘Ivır-zıvır’ ‘laiklik’ tartı?maları bir yana, ‘Turban’ın Fransa’daki ‘mucadelesine’ gözatalım isterseniz:
1991 yılında Fransa’nın Yvleines departmanında, Paris’e kırk kilometre uzaklıkta, ‘Baby Loup’ adında ‘özel’ bir ‘Anaokulu’ açılır.
2003-2008 yılları arasında görev yapan Fatima Afif adında bir bayan, doğum izninden sonra görev sırasında da ‘turban’ını çıkarmayacağını ileri surunce; okul yönetimi ‘okul yönetmeliği’ gereğince Fatima hanımı görevinden alır.
2010 yılında, i? mahkemesi Prud’homme, Fatima Afif’in göreve dönme talebini reddeder.
Fatima Afif, İstinaf Mahkemesine ba?vurur ve Ekim 2011 yılında Versailles istinaf mahkemesi Prud’homme’un kararını onaylar.
Yani Fatima Afif Hanım anaokulunda, turbanı ile henuz geli?mekte olan çocukların beynine ‘ideolojik bir aygıt’ olarak giremez der.
Çunku, o kuçuk çocukların ‘özgur du?unme yetenekleri’ni kısıtlayacaktır.
Fatima Afif, namı diğer ‘Turban Hanım’, kararı temyiz eder, yani Yargıtay’a göturur.
Yargıtay da 2013 Mart’ında mahkemenin kararını bozar.
Yargıtay’ın gerekçesi, tarafsızlık ilkesinin ‘kamu alanı’ için geçerli olabileceği, ama ‘özel’ alanda her turlu nanenin yenilebileceği biçimindedir.
Bu karar Devlet katında bir ‘?ok’ yaratır.
İçi?leri bakanı ‘laikliğin kökunun kazınmak’ istendiğinden söz eder.
Fransa Cumhuriyeti ‘Devlet’i, bir çok bakımdan olduğu gibi, laiklik bakımdan da Turkiye Cumhuriyeti ‘Devlet’ine çok benzemektedir.
‘Politik islam’, Fransa Cumhuriyeti Devletini de sarsmaktadır.
O nedenle ‘sağcı’ ba?kan Jacques Chirac, daha 2003 yılında ba?bakanlığa bağlı bir laiklik gözlemevi ‘L’observatoire laïcité’ kurulmasını önerir.
25 Mart 2007’de de bu gözlemevi kurulur.
5 Nisan 2013 tarihinde de ‘solcu’ ba?kan François Hollande tarafından resmen ilan edilerek Ba?kanlık Sarayına yerle?ir.
24 uyesi bulunan bu ‘gözlemevi’, 2012 yılında politikadan çekilen Jean-Louis Bianco ba?kanlığında, iç i?leri, adalet, dı? i?leri, sağlık ve bir dizi bakanlığın ‘muste?ar’ları, hukukçu ve politikacılardan olu?maktadır.
Yargıtay’ın kararı uzerine, bu gözlemevi uyelerinden Patrick Kassel, “ Kimileri laikliğin ı?ığını kesmek istemektedirler” diye Yargıtay’a çatmaktan geri kalmamı?tır.
Kısası ‘Turban’ denilen olan ‘ideolojik simge’, ki dinsel kurallar ile bir ilintisinin olduğu tartı?malıdır, Fransa’nın da ‘ba?’ belası değilse bile ‘ba?ağrı’larından birini olu?turmaktadır.
Yakında Fransa ‘Ulusal Meclis’ine girmeye çalı?acağı bile söylenebilir.
Fransızlar’ın ‘Ulusal’ meclislerini Turkiye’deki gibi ‘bo?’ bırakmayacakları ama ‘turban’ın da o ‘illet’ sava?ını surdurmekten geri kalmayacağı ileri surulebilir.
Habip Hamza ERDEM

Haberin Devamı

Atakan’ın hesabı görülmeden bu yol yapılamaz

BİZLER Halkın Mühendis Mimarları olarak ODTÜ’deki direnişin en ön saflarında yer aldık. Yerimiz her zaman sindirilmeye çalışan halkımızın yanıdır. Bilinmedir ki aylardır ODTÜ için yapılan direnişlerde yaralanan her insanımızın, kesilen her ağacın ve katledilen Ahmet Atakan’ın hesabı sorulmadan bu yol yapılamaz. Üç kuruş için vatanın her parçasını satanlardan elbet hesap sorulacak. ODTÜ Rektörüne sadaka verir gibi kesilen ağaçların parası neyse veririz diyerek para gönderen, halkı da parasıyla satın alabileceğini düşünen, ODTÜ öğrencilerini ve mahalle halkını aşağılayan Melih Gökçek bu yolu ODTÜ’den geçirmenin ve yaptıklarının hesabını verecek. Halkın Mühendis Mimarları olarak yola karşı mücadelemize devam edeceğiz. Tüm meslektaşlarımızı ve dostlarımızı da yanımızda olmaya ve ‘Hasan Balıkçı halk için mühendislik günleri’ kapsamında ODTÜ Yol Sürecini tartışmaya ve mücadelemizi büyütmeye çağırıyoruz!”

‘Dağları da deldik, çağları da...’

BÖLGENİN sosyolojisini, ekonomisini kültürünü iyi tetkik eden Atatürk, GAP’ın temelini atmıştır. Bugünkü GAP’a temel kaynak teşkil eden Fırat ve Dicle gibi iki büyük akarsudan yararlanma çalışmaları, 1936 yılında başlamıştır. Özellikle bu bölgede akarsuların rasyonel şekilde kullanılması kararı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ündür. GAP coğrafyasındaki bereketli topraklar bütün dünyanın ilgisini yüzyıllarca çekmiştir. Marmaray Projesi, gündeme gelince asırlık proje olan GAP’ı da hatırlamak gerekir. Atatürk 1936’da GAP’ın temelini atmış, Erdoğan da Atatürk’ten 77 yıl sonra Marmaray Projesini başlatmıştır. Bu proje de asırlık olarak nitelendirilmektedir.
GAP sadece Türkiye’nin değil dünyanın en büyük projelerinden biri konumundadır. 1993’te yapılan bir araştırmaya göre ‘Modern Dünyanın Yedi Harikası’ sıralamasında GAP ikinci sırayı alıyor. 1994 yılında Time Dergisi’nde yer alan bir araştırmada GAP dünyanın en büyük 9 projesinden biri olarak gösterilmiştir. Verimli hilal veya yukarı Mezopotamya olarak adlandırılan bu bölge insanlık tarihinde medeniyetin beşiği olarak bilinmektedir. GAP faaliyete girdiğinde milyonlarca insana istihdam sağlayacaktır. Milattan önce 440 tarihinde Yunanlı bilgin Heredot, kendi adını verdiği Heredot Tarihi eserinde bugünkü GAP’ın sınırları ile ilgili şunları söyler:
“Bildiğimiz toprakların en değerlisi bu topraktır ve en çok ürünü burası verir. Ürünleri bakımından o kadar iyi bir topraktır ki, normal yıllarda bire iki yüz ve bereket yıllarında bire üç yüz verir.”

GAP OLAYI

SSCB’nin Ankara Büyükelçisi, Atatürk’e bir nezaket ziyaretinde, Dinyeper Nehri’ndeki gelişmelerin ve nehrin yarattığı yeni büyük yapay gölü anlatmış, Atatürk ise Başbakanlardan Celal Bayar’a, “Bizde böyle bir insanlık gölü inşa edelim!” demiş ve Fırat nehri üzerindeki araştırmalar bu talimatla başlamıştır.“

ETKİLENMELER

Liderler, devlet adamları söylem ve eylemlerinde geçmişten etkilenmişlerdir.Bu etkilenmelerin başında; Erdoğan ve Menderes’in, Atatürk’ün Projelerinden ve düşüncelerinden etkilendiği görülmektedir. Günümüzde söylenilen ve yapılanların temeline bakmak geçmiş ile gelecek arasında bir bağ kurmamızı sağlayacaktır. Erdoğan’ın Marmaray Projesi’nin temel fikrinin Abdülmecit’e, II. Abdülhamit’e kadar uzandığı bilinmektedir.
Erdoğan, icraatın temelinde fırsat eşitliği söylemine sıkça vurgu yapmaktadır. Atatürk’ün 1932’de söylediği fırsat eşitliği sözünün bir benzeri bugün de söylenmektedir. Erdoğan, Atatürk’ün Doğu’yu elinde tutamayan hükümetlerin Batı’yı da kayıp edecekleri felsefesini tetkik etmiş görünmektedir. Erdoğan, Batıda başlatacağı Marmaray Projesi’nden önce Van’da fırsat eşitliği konusuna sıkça vurgu yapmıştır. Marmaray’ın açılışı ile beraber şu mesajı vermektedir: “Doğuyu ve Batıyı elde tutmaya çalışıyorum” diyerek Marmaray Projesinde icraatları ön plana çıkararak Atatürk’ün kalkınma politikasını benimsemiştir. Atatürk’ün ifadesiyle: Batıda ne medeniyet varsa Doğuda da aynı medeniyeti getireceğiz” söylemi Van ziyareti ile tescil edilmektedir.

ATATÜRK’ÜN ŞEFKAT ELİ

Atatürk Doğu’da çıkan 19 Kürt isyanı karşısında, halkla bütünleşmeye devam ederek halka karşı şefkat elini uzatarak devletin baba sevgisini göstermiştir. Bunun ispatı da Atatürk’ün bölgede yaptığı yatırımlardır. Atatürk, bölgede 6124 işyeri açtırmış, okul, demiryolları köprüler, sanayi kuruluşları yaptırarak halkı muzdariplikten çıkarmıştır. Erdoğan da Doğu’nun bazı illerinde meydana gelmiş olan huzursuzluklara rağmen icraatlarına devam etmişi birlik ve beraberlik vurgusu yapmıştır.
İsmet İnönü, 1935’te hazırladığı ‘Kürt Raporu’nda Urfa’yı Batıya bağlayacak olan Birecik Köprüsü’nün projesini hazırlatmış, Adnan Menderes de,11 Nisan 1956’da 720 metre uzunluğunda olan Birecik Köprüsü’nün yapımını bitirerek açılışını yapmıştır. Birecik Köprüsünün açılışında 350 koyun kesilmiş ve 100 bin kişi açılışa katılmıştır. Adnan Menderes, Doğuda traktör sayısını bine çıkartmış, Atatürk’ün yaptırdığı yollara, köprülere eklemeler yapmıştır.
Demirel de GAP’a sahip çıkmış, ‘Barajlar Kralı’ olmuş, GAP için “Çağları da deldik, dağları da“ demiştir.
Yrd.Doç.Dr. Ramazan TOPDEMİR

Bir ülkenin ‘Sonar’ı soyulsa yer yerinden oynardı

GAZETELERDE Sonar araştırma şirketinin soyulduğuna ilişkin enteresan bir yazı okudum. Şöyle ki, hırsızlar sadece 20 bilgisayarın içini açıp harddisklerini almış, baska hiçbir şeye dokunmamış. Yani bunlar son derece bilgili kişiler, bir bilgisayarı açıp içinden istedikleri parcayı hasarsız sökecek kadar uzmanlar. Üstelik bu olayda tam 20 adet bilgisayar söz konusu olduğuna göre herhalde bir ekip olarak ve takım-taklavatla gelmişler.
Bunun basit bir maddi hırsızlık olmadığı açık, öyle olsa bilgisayarın tamamını veya içinde maddi olarak daha pahalı olan işlemcisini, ekran ve bilgisayar kartlarını vs. alırlardı. Üstelik yine haberlerdeki iddilara göre, önce telefon ve elektrik kabloları kesilmiş, yani bu işi profesyonel kişiler yapmış gibi görünüyor.
Bu haberle ilgili ne muhalefetten, ne iktidardan, ne de vali, emniyet müdürü gibi yetkililerden bir yorum okudum. Tam seçimlere giderken içinde son güncel anket bilgileri de olan ciddi miktarda data çalınıyor, kimsenin umrunda değil gibi, bazı gazetelerde küçük bir haber hepsi bu...
Ülkemizin Cumhuriyetin 90. yılını kutlarken, adeta gizli servislerin, çetelerin rahatça cirit attığı bir yer haline gelmiş izlenimini vermesi çok üzücü değil mi? Bütün dünya NSA gibi oluşumları tartışırken, bizde kaset yayınlanıyor, normal... İmzasız ihbar mektupları çarşaf çarşaf gazetelerde, normal... Siyasi datalar çalınıyor, basit bir hırsızlık büyütmeyin...
Toplumda çıt yok. Her seçim öncesi enteresan olaylar oluyor. Birçok örnek verilebilir ama aklıma ilk gelenler, Erkan Mumcu-Mehmet Ağar niye bir gecede ayrıldı, Baykal’ın kasedi niye o zamanlama ile yayınlandı, niye yine seçim öncesi MHP adaylarının kasetleri çıktı?.. Bunları kimse merak etmiyor, kim yapıyor diye sormuyor, soruşturmuyor/veya soruşturmalar bir sonuca ulaşamıyor.
Gelişmiş demokrasilerde böyle bir olay olsa, muhalefet partisine anket yapan bir firmanın verileri çalınsa (üstelik de seçimler öncesi) yer yerinden oynamaz mıydı? Demokratik temiz seçimleri böyle mi yapacağız diye tepkiler gelmez miydi? İktidarı, muhalefeti bu olayın peşine düşmez miydi? Demokrasilerine, seçimlerine böyle bir leke sürülmesine izin verirler miydi?
Bu sessizlik, bu her şeyi olağan karşılama, her kim tarafından sahneleniyorsa bu manipülasyon-dezenformasyon tiyatrosuna seyirci olarak uzaktan bakma hali beni çok üzüyor ve endişelendiriyor. En azından basınımızın, medyamızın konunun üzerine giderek vatandaşı bilgilendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Paylaşmak istedim.
Cem UZKAN

Yazarın Tüm Yazıları