Paralı okuma

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Anne, evlerde temizlik yaparak bir şeyler kazanıyor.

Baba, devlet dairelerinin birinde odacı.

Çocuklar okuyor.

Biri liseye başlamış. Öyle pahalı, özel liselerden değil; devlet lisesi. Üniforma için, ekose kumaştan pilili etek lazım.

Küçük ilköğretimde. Beşten terketmeyip altıya kayıt yaptırırken, 30 milyon TL istemişler: ‘‘Katkı payı.’’

Babanın dairesinden nüfuslu birini araya koyup, okul yönetimiyle pazarlık sonucu, 10 milyona indirilmiş.

İleride, bağış, karne parası falan diye neler isteneceği henüz bilinmiyor.

Üst-baş, defter-kitap, silgi-kalem giderleri cabası.

Büyük, üniversite sınavlarına girerse, kurs veya dershane parası da.

Boğaziçi Üniversitesi doçentlerinden Fatma Gök, Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları adına İstanbul Elektrik Mühendisleri Odası'nın düzenlediği ‘‘Kamu Girişimciliği’’ sempozyumunda bugün tartışılacak olan tebliğini şu tümceyle bitiriyor: ‘‘Özgür, yaratıcı, eleştirel vatandaşlar yetiştiren bir eğitim süreci, ancak piyasanın acımasız koşulları dışında kalınarak başarılabilir.’’

Oysa Türkiye, birçok alanda Metin Çulhaoğlu'nun pazartesi tebliğiyle ‘‘dekomodifikasyon’’ dediği sürecin tersini yapmış, yani kamu hizmetlerini parayla alıp satılır olmaktan çıkarmak yerine, birer ‘‘meta’’ durumuna sokmuştur. Eğitim, gitgide parasızlaşacağına, artık tıpkı sağlık gibi ticaret ve kazanç konusudur.

Parayı veren eğitim görüyor; çok para veren, daha iyi eğitim.

Anayasa gereği parasız olması gereken ilköğretim için bile para gerek.

Yeterince veremeyen, utanıyor; şuna buna karşı yüzünü kızartmak zorunda.

Böyle toplum olur mu?

Ama, Marmara Üniversitesi İktisat Bölümü'nden Fuat Ercan'ın yine aynı sempozyuma bugün sunacağı tebliğden öğreniyoruz ki, DÜnya Bankası ‘‘olur’’, hatta ‘‘olsun’’ demiş. Eğitimin özel kesim tarafından gerçekleştirilmesi, ‘‘sınırlı kaynakların adil olmayan dağıtımını ortadan kaldıracak’’mış. Banka uzmanlarından Paul Psaçarapulos'un yaptığı araştırma ortaya koymuş ki, ‘‘devletin eğitime, özellikle orta ve yüksek öğretime yaptığı harcamalardan daha çok toplumun üst gelir grubu yararlanmakta’’ imiş.

Gözlem olarak doğru da, etik ve çıkarılan sonuç bakımından doğru mu?

Kendisi büyük olasılıkla parasız öğretimin ürünü olan okul müdürü ne yapsın? ‘‘Ödeneğin şu kadar; gerisini ısıtma, onarma, laboratuvar, bilgisayar giderlerinin katkı parasıyla, bağış falanla karşılarsın!’’ demişler.

İsterken o da iki büklüm.

Çünkü, son yılların devlet bütçelerinde Milli Eğitim Bakanlığı'na ayrılan pay gayrısafi milli hasılanın yüzde 2 ile 3'ü arasında oynamış, hatta bazen yüzde 2'nin altına düşmüş. Üstelik, ayrılan paranın çok büyük kısmı personel harcamaları için: 1996 bütçesinde, 258 trilyon TL'nin 205 trilyonu.

Konuya yaklaşım felsefesi değiştikten sonra, çare çoktur ve her biri enine boyuna tartışılabilir.

Ama, başlangıç olarak kabul edilebilecek basit çareleri de var: Aileleri en azından pahalı ve eşitliksiz lüks üniforma giderlerinden kurtarmak ve resmi ya da özel, sıradan ya da süper, parasız ya da paralı bütün okullarda ortak, ucuz ve istisna tanımayan bir okul üniformasını zorunlu kılmak.

Simgesel ve siyasal anlamı büyük olan bu basit adım bile atılamadıktan sonra, gerisi ‘‘laf-ü güzaf’’tır.

Yazarın Tüm Yazıları