Paper Moon gibi İstanbullular iktidara oynadı, ama...

1920’li yılların başında küçük bir Anadolu kasabasıyken, Ankara’nın kaderi, Başkent ilan edilmesiyle birlikte büyük bir hızla değişti.

Siyasiler, bu şehrin kaderini öylesine etkiledi ki, Cumhuriyet devrimleri Türkiye’de kendini ilk olarak Ankara’nın sosyal hayatında hissettirmeye başladı. Bir yandan opera, bale, tiyatro gibi çağdaş sanatlarla tanışan Ankaralılar, öte yandan modern yaşama cevap verecek mekánlara da sahip olmaya başladı. Tabii, büyükelçiliklerin İstanbul’dan taşınıp, gelmesi de bu gelişimi hızlandırdı.

Ankara’nın Batı’yı örnek alan kültürel gelişmesiyle Fransız ve İtalyan restoranları, gazinolar gözde yerler oldu. Dolayısıyla yemek ve eğlence mekánlarını meşhur kılan siyaset ve devlet adamları çıktı. Karpiç’in adı Atatürk’le, RV’nin adı İsmet İnönü’yle anılırken, Süreyya ve Yüksel Palas gibi mekánlar da Adnan Menderes ile Celal Bayar’ın tercihi oldu.

Ve gelelim dünden bugünlere... Özellikle AKP İktidarıyla beraber Ankara’nın moderniteye açık restoranları yerine kebap kültürüyle yoğrulmuş işletmeler ön plana çıkar oldu. Hele hele alkolsüz balık restoranları yoğun ilgi gördü. Hal böyle olunca da, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın adıyla anılan restoran da lüks bir köfteci oldu.

İktidarın bu kebap ve balık ilgisine İstanbul’un ünlü markaları da kayıtsız kalmayıp, pastadan pay almak amacıyla Ankara’da birer şubelerini açtı. Başı da Tike, Köşebaşı, Zarifi, Park Fora gibi işletmeler çekti. İşte bu aşamada açılan iki İstanbullu restoran, iktidarın yeni lezzetlere yelken açmaya hazır olduğunun sinyallerini verdi.

Birincisi, Filistin Sokak da açılan Home Stor’du. Kafesi ve Suşi restoranıyla Başkentlilere "merhaba" dedi, ancak mevcut ortama uyum sağlamayı ihmal etmeden. İstanbul’daki merkezinin aksine, Ankara’da alkollü içeceklerini mönüsüne koymadı. Aslında ortaya şaşırtıcı bir durum da çıktı. Dünyanın hiçbir suşi restoranında, başta Japon içkisi Saki olmak üzere alkollü içkiler sofradan eksik edilmezken, Ankara’daki süper lüks bezerinde ise kapıdan içeri alkol sokulmadı. Kısacası, Suşinin dünyada meyve ve kolalı içeceklerle yendiği tek yer oldu.

Gelelim ikinci İstanbulluya. Meşhur İtalyan markası Paper Moon büyük bir yatırım bütçesiyle Ankara’da boy göstermeye başladı. Üstelik meşhur şarap koleksiyonunu ve alkol mönüsünü de müşteriye sunmakta bir sakınca görmedi. Ancak, AKP iktidarına sempatik görünmek için de farklı bir yol buldu. Açılışta ve 600 kişiyi ağırladığı deneme yemeklerinde konuk portföyünün bir kısmını iktidara yakın isimlerden oluştururken, basın davetinde de aynı taktiği izledi. Medya davetinin baş konukları dinci yayınların yöneticileri oldu.

Peki, bu son iki mekan amacına ulaştı mı? Bence hayır. İktidar mensupları ve yandaşları her ikisine de beklenen ilgiyi göstermedi. Home Stor’daki içkisiz ortama rağmen, hiç alışık olmadığı suşi mönüsü hoşuna gitmedi. Paper Moon ise hem mönüden, hem de İstanbul da çizdiği imajdan kaybetti. Eh, sosyetik imajı karizmayı çizdirebilirdi. Üstelik makarna, pizza ve soslu etlerle meyve suyu ne kadar uyum sağlayabilirdi ki?

Kısa zamanda bu fikirlere nasıl mı ulaştım? Malumunuz geçenlerde AKP’nin kongresi vardı. Bakanlar, milletvekilleri, yandaş işadamları, binlerce delege ve sempatizan Ankara’da cirit attı. Hep birlikte akşam yemekleri yiyip, restoranları, daha doğrusu kebapçıları doldurdu. Ancak, içlerinden hiç biri Paper Moon gibi mekanlara adım atmadı. Halbuki daha önceleri iktidar partilerinin kongrelerinde Ankara’nın en lüks restoranları tercih edilir, buluşma noktası olurdu. Hele hele böylesine ünlü markalar açılmışsa, tereddütsüz gidilen yerler olurdu.

Yanlız, iktidar yan çiziyor diye bu iki restoranın boş masalara sahip olduğunu zannetmeyin. Oldukça kalabalık kitlelere servis verip, özellikle hafta sonları rezervasyonlarını birkaç gün önceden tamamlıyorlar. Ancak müşteri portföyleri iktidar mensupları ile yandaşlarından değil, yine batılı yaşam tarzını benimsemiş Ankaralılardan oluşuyor.

Bu arada Başbakanın danışmanı ve Milletvekili Ömer Çelik’i hariç tutmalıyım. Zira tek AKP’li olarak sık sık Paper Moon’a gidip, hatırı sayılır müşterileri arasına girmeyi becerdi. Hatta geçenler de Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i de yanına alıp gitmesi halen konuşuluyor.

Bu dönemin modası

KÖTÜ espri yapmaktan her zaman sapıkça zevk almış bazı kişilerin olduğu ortamlardan hep uzak kalmayı yeğlemişimdir. Ancak, bazen de şartlar insanı bu tür ortamlara mahkum eder. Tıpkı geçenlerde uğradığım bir restoranda yaşadıklarım gibi. Ortam güzel, insanlar çok şık, sağa sola serpilmiş hanımlar sanki seçmece ve salona yayılan müzik her zamanki gibi harika... Ancak, gel gör ki, yanıma sokulan kişi ve hiç durmadan yaptığı espriler birbirinden beter. Üstelik bu kişi ünlü bir siyasetçi. İsmi çok önemli değil ama, Allah meslektaşlarını, onun gündem dışı yaptığı kürsü konuşmalarından korusun.

Bu arada kendisi biraz da dedikoducu. Meslektaşlarının sırlarını ve özel yaşamlarını anlatma konusunda hiç bir sınır tanımıyor. Bir kaç kez aynı masada gördüğüm parlamenter arkadaşının kaçamaklarını, alaycı bir dille anlatması, belki de gecenin incir çekirdeğini dolduracak tek konuşması. Efendim, bahsi geçen parlamenter bey, özel bir kulübe sık sık bayan arkadaşlarıyla gidip, "yeğenlerim" diye tanıştırarak, gece geç vakitlere kadar muhabbet ediyormuş ve etrafın çok dikkatini çekiyormuş. gibi dedikoduları saydı durdu.

"Dediğiniz parlamenteri tanırım, iyi adamdır, böyle şeyler yapmaz..." demem karşısında da geri adım atıp, "Canım espri yapıyorum, ama her esprinin altında bir gerçek yattığını da unutma" diyerek konuyu değiştirdi. Aslında anlattıklarını doğrulama ihtiyacı bile duymadım. Zira, son günlerde yıllanmış eşini boşayıp, sekreteriyle evlenen politikacılara çok alıştık. Demek ki son dönemin modası da bu.

İlk Türk astronotunun ardından yazılanlar

Türkiye, ilk Türk astronotunun 2020 yılında uzaya gönderilmesi konusunda ABD ile geçtiğimiz yıl anlaşmıştı. Aradan bir yıl geçti ki, Rusya’dan "2012’de, ilk Türk kozmonotunu uzaya göndermeyi planlıyoruz’’ açıklaması geldi. Türkiye-Rusya Askeri Teknik İşbirliği Komisyonu’nun beşinci toplantısına katılmak için Ankara’ya gelen Eş Başkan Aleksandr Fomin, 2012’de ilk Türk kozmonotunu uzaya göndermek için görüşmelerin son aşamaya geldiğini açıkladı.

Bu bilgiler üzerine aklıma, geçenlerde elime ulaşan bir yazı geldi. Çok hoş, aynı oranda da komik yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Konusu, ilk Türk astronotunun uzaya çıktığında atılacak olan gazete manşetleri üzerineydi. İlk bölümde manşet olabilecek öneriler vardı.

"Kendimizi aştık...", "Bekle ay geliyoruz...", "Galaksi galaksi duy sesimizi, işte bu Türklerin ayak sesleri...", "Uzaya kapak attık...", "Artık biz de uzaylıyız", "Türküz doğruyuz uzaylıyız...", "Uzay tamam sıra güneş’te!", "Bekle bizi Samanyolu", "Marslılarla Türkler arasında genetik bağ bulundu!"

Bu örneklerden sonra da, gaza gelmiş ulusal gazetelerimizin nasıl başlıklar atabileceği sıralanıyordu.

n Hürriyet: İnsanlı ilk Türk uzay aracı astronotu almadan uzaya çıktı... n Gözcü: Açın mekiklerimizin önünü! Durduramazsınız... n Milliyet: İstikbale eriştik (yanda üzerinde oynanmış bir Atatürk resmi, yanında mekik) n Sabah: İlk biz duyurmuştuk. n Zaman: Ve, mümin uzayda. n Türkiye: Allah’a şükür. n Vatan: İşte Hazarfen’in torunları. n Vakit: Uzayda duyulan ezan sesi. n Şamdan: Marslı erkeğimin geyşası olurum. n Fotomaç: Bir gün her uzaylı Fenerli olacak n Bu arada köşe yazarları da unutulmamış. İşte onların köşe yazılarının başlıkları. n Hıncal Uluç: TK00XV2 plakalı uzay aracının sorumsuz astronotu. O ne dönüş öyle kardeşim? n Yalçın Bayer: Uzay mekiğinin yapımı için neden iki firmadan teklif alınmadı? n Ahmet Hakan: Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete. n Turgay Şeren: Ben geçen haftaki yazımda belirtmiştim. n Ayşe Arman: Aktif seks uzayda olmaz. n Ahmet Altan: Astronotları çıldırtan kadınların öğleden sonraları ten kokusu ne ola ki?
Yazarın Tüm Yazıları