Özal'ın izinde...

Oktay EKŞİ
Haberin Devamı

İran Şahı Rıza Pehlevi'nin son dönemlerinde pek yaygın olarak anlatılan bir hikâye vardı:

Tahran'ın en önemli mücevheratçısı, bir gün Şahbanu hazretlerine yani Şah'ın eşine, yeni getirttiği fevkalade kıymetli takıları göstermiş.

Kraliçe Farah Diba, bir kolyeyi beğenmiş ama fiyatını öğrenince ‘‘Hayır! Bu kadar para verip ben o kolyeyi alamam’’ demiş ve mücevheratçıyı geri göndermiş. 23’te

Daha sonra bir resmi kabulde Diba, kendisinin pahalı bulduğu kolyeyi, İran Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral'in eşinin boynunda görünce konuyu Şah'a açmış. Şah da ‘‘Bu amiralin geliri nedir veya zenginliği nereden geliyor ki benim eşimin pahalı bulduğu kolyeyi eşine alabiliyor?’’ diyerek Amiral hakkında araştırma yaptırmış.

Ve sonunda, İran Deniz Kuvvetleri'ne alınmasına karar verilen dört büyük savaş gemisinden birinin gelmediği, ama paranın ödendiği -ve sonuç olarak Amiral'in cebine gittiği- ortaya çıkmış.

Bu anlattığımızı uydurma bir hikâye sanmayın. Daha Şah ülkesini terk etmeden önce de doğruluğu teyit edilen hikâyelerdendi.

Şimdi Birleşik Arap Emirlikleri'nden 1990-91 Körfez krizi sırasında Türkiye'ye gönderilen 100 milyon dolar değerinde petrolün -sonuç olarak 100 milyon doların- kaybolduğu, yani kim vurduya gittiği yolundaki haberler bize İran'daki Şah dönemi hikâyesini anımsattı:

Doğrusu hırsızlarımızla göğsümüz kabardı (!). İran'ınkilerden geri kalmadığımız için çok duygulandık. Yarın öbür gün bir yerde halkımızın kendilerine ‘‘Türkiye sizinle gurur duyuyor!’’ diye tezahürat yaptığına tanık olursanız, lütfen şaşmayın.

Gerçekten hakkında sayısız dava açılmasına rağmen hepsinden yağdan kıl çeker gibi sıyrılan Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürü gördük; daha özel bir bankanın genel müdürü olduğu yıllarda, başında bulunduğu bankayı, en büyük ortaklarla birlikte soyan, ama yine de yakasını ele vermeyen sempatik ahlaksızlar gördük; hayali ihracat yoluyla Hazine'yi soyan, ama kimseye tek kuruşluk hesap vermeyen alçaklar gördük; bankalardan kredi diye deve yüküyle para götüren namussuzlarla onların Banka Genel Müdürü sıfatlı ortaklarını gördük; 8-10 milyon dolarlık bir bilgisayar donanımı işini başında bulunduğu bankaya 40 milyon dolara mal eden ve kendilerinden dâhi diye söz edilen banka yöneticisi hırsızlar; Türkiye'yi soyup soğana çevirdikten sonra sessiz sedasız ABD'ye yerleşen devletli kayınbiraderler gördük... Ama böyle 100 milyonluk bir deveyi havuduyla yutacak kadar beceriklisini doğrusu görmemiştik.

Ne diyelim: Helal olsun!

Şaka bir yana, bu olay yıllardır şikâyet ettiğimiz çürümenin boyutlarını göstermesi nedeniyle hem çok ilginç, hem de çok çarpıcı.

Gördüğünüz gibi, Atatürk Cumhuriyeti'nin önemsediği ne varsa hepsine karşı çıkan, ne kadar kurum ve kural varsa hepsini çürütmeyi ilk görev bilen Turgut Özal'ın ‘‘Köşe dönme’’ felsefesinin meyvelerini yiyoruz. Nitekim kendisi, hayali ihracat dosyalarının zamanaşımına uğraması için elinden geleni yapmıştı. Tamamen başka bir nedenle kızdığı İsmail Özdağlar dışında kimse hakkında soruşturma açılmasına izin vermemişti.

Sen rahat uyu Özal! Talebelerin ve evlatların seni mahcup etmiyor!













Yazarın Tüm Yazıları