Öykümü konferanslarda 75 bin dolara anlatıyorum, size bedava!

Elimde teybim, soru defterim, kalemim… Fırtına gibi Mövenpick Oteli’nden içeri giriyorum.

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55ead376f018fbb8f89927e9

Nobel ödüllü Muhammed Yunus’la öğle yemeği yiyeceğim. Ben ki üniversitede hep çakmışım ekonomiden, şimdi bir ekonomi profesörüyle sohbet edeceğim. Bu, hayatın şahane bir cilvesi değilse de ne?
Bangladeşli profesörün Türkiye’ye gelme sebebi, Okan Üniversitesi’nde Muhammed Yunus Uluslararası Mikrokredi ve Sosyal Girişimcilik Merkezi’nin kuruluyor olması.
Bu Türkiye için bir ilk, ilk kez böyle bir merkez kuruluyor. İlk kez Nobel ödüllü bir öğretim üyesi üniversitede ders veriyor.
Diğer sebebe gelince... 2003’te başlayan mikro kredi uygulamasından sonra şimdi de mikro sigorta gündemde. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyada da bir ilk.
Kadına şiddet, kazaya bağlı ölüm, her türlü kaza, her türlü doğal afet, yani deprem, yangın, sel ve terör sigorta kapsamında…
Mikro kredi kullananlar, bundan böyle, haftada 25 kuruş, ayda 1 ve yılda 12 liraya, 10 bin liralık bir poliçesiyle sigortalanabilecek.
Allah korusun, diyelim ki yarın deprem oldu, evleri yıkıldı, on bin lira nakit para alabilecekler. Evet yetersiz bir miktar ama hiç yoktan iyidir.
Aynı şey kadına şiddet için de geçerli…
Eğer ortada fiziki şiddet varsa, adli raporla tespit edilmişse, mağdur yine aynı miktarı alabilecek.
Kafamda tüm bunlar…
Otelin lobisinde birini arıyorum.

*

Haberin Devamı

Profesör Yunus’la röportajı bana ayarlayan beyefendi.
Kendisi TİSVA Başkanı, aynı zamanda 22. dönem milletvekili, 1996’da başbakan başmüşavirliği yapmış, mikro kredinin de Türkiye’deki öncüsü.
Gerçekten de öyle. Muhammed Yunus’la işbirliği içinde, Türkiye’de TİSVA (Türkiye İsrafı Önleme Vakfı) bünyesinde cebinden koyduğu 3 bin lirayla, Grameen Mikrokredi uygulamasını başlatıyor.
Yıl 2003, ilk kredi altı kişiye veriliyor.
Türkiye ayağı, tahmin edeceğiniz gibi, bu global işin sadece biri.
O kadar yaygın bir uygulama ki, dünyada 135 milyon insan (aileleriyle birlikte 600 milyon) şu anda mikro krediden istifade ediyor. Yaklaşık 3 milyar dolarlık bir piyasa.

*

Haberin Devamı

Ve nihayet Muhammed Yunus...
Profesör son derece sempatik ve konuşkan biri. İstanbul’a Sidney’den gelmiş. 22 saatlik yol, dile kolay. Soruyorum:  “Jet-lag filan değil misiniz?” diyorum. “Tabii ki öyleyim” diyor, “Avustralya dünyanın bir ucu.”
“Ne yapıyordunuz orada?” diyorum, “İş mi, tatil mi?” Gülüyor, “Ne tatili?” diyor, “Konferans!”
“Nobel aldıktan sonra böyle oldu değil mi?” diyorum. “Evet ama şikayetçi değilim” diyor. Profesör bütün dünyayı dolaşıyor ve kendi hikâyesini anlatıyor.
“Tek konuk muydunuz?” diyorum, “Hayır, hayır” diyor, “Martha Stewart ve George Clooney de vardı?”
George Clooney’in adını duyunca durur muyum? “Hadi ya” diyorum. “Gerçekten o kadar yakışıklı mı?” diye soruyorum.
“Evet öyle” diyor, “Hakikaten yakışıklı. Üstelik Sudan’ın güneyinde bir sosyal sorumluluk projesi başlatmış, onu anlattı. Stewart da iş hayatındaki başarılarını ve başarısızlıklarını. En hoşuma giden de, Clooney yanıma geldi, ‘Profesör mutlaka sizinle bir fotoğraf çektirmeliyim’ dedi. Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz! Çünkü kızım o konferansa gitmeden önce ‘Eğer George Clooney’nin imzalı fotoğrafını getirmezsen bu eve hiç gelme’ dedi. Birlikte fotoğrafı çektirdik, bir de imzalattım, kızımın gözünde kahraman oldum.”
“Programınız her zaman bu kadar yoğun mu?’ diye soruyorum. “Öyle sayılır” diyor, “Avustralya’dan İstanbul, buradan Mısır’a, iki hafta Bangladeş, sonra devam…”
Birden aklıma geliyor. “Sizin artık kurucusu olduğunuz Grameen Bank’la bir ilişkiniz kalmadı değil mi?” diyorum. “Kalmadı” diyor, “O, kendi kendine işliyor zaten, bana ihtiyaçları yok artık”... “Oradan kazanmıyorsunuz yani. Peki nasıl geçiniyorsunuz?” diyorum.
“Dünyanın dört bir yanına profesyonel konuşmacı olarak gidiyorum. Ve 45 dakikalık konuşma için en az 75 bin, en çok 200 bin dolar alıyorum.”
“Vayyyy” diyorum. Kahkaha atıyor. “Ama size hikâyemi bedava anlatacağım…”
Hah işte Profesör
Aziz Akgül!

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55ead376f018fbb8f89927eb

- Türkiye’ye ilk ne zaman geldiniz?
 - İnanmayacaksınız ama 15 yaşında. Ve Türkiye’yi baştan başa kat ettim.

- Gerçekten mi?
 - Evet. Kanada’da bir izci kampına katılmıştım. 27 çocuk Bangladeş’ten kalktık, Kanada’ya gittik. Daha önce ülkesinden dışarı adım atmamış çocuklar olarak büyülendik tabii. O bir haftalık kamp bana rüya gibi geldi. Ama asıl rüya, dönüş yolculuğunda başladı. Takım liderimiz, gemiyle dönmemizi uygun buldu. New York’tan Londra’ya gemiyle döndük, 15 gün sürdü.

- Pardon uçakla gitmiştiniz, niye gemiyle döndünüz?
 - Para artırmak için! Tasarruf ettiğimiz parayla, Almanya’dan üç tane Volkswagen minibüs alabilecektik. Avusturya, Yugoslavya, Bulgaristan ve Türkiye’yi üzerinden ülkemize dönecektik!

Haberin Devamı

- Oooo sıkı maceraymış!
 - Hem de nasıl. Yaptık da. Bütün Türkiye’yi Batı’dan Doğu’ya geçtikten sonra ülkemize gittik. Toplam altı ay dolaşmış olduk.

- Peki aileler…
 - Endişelendiler tabii. Üstelik dönüş yolunda kaza da geçirdik. Telefon filan yok o günlerde. Mektupla haberleşiyoruz. Daha çocuğuz. Ve işin güzel tarafı o yolculuk sırasında günlük tuttum. Geçen yıl da o kitabı yayınladım. Çok ilgi gördü. Şimdi İngilizceye çevriliyor, Amerikalılar ve İngilizler de basacak. Ne hissettiysem yazmışım, Türkiye izlenimlerim bayağı uzun, siyasi eleştiriler bile yapmışım, o dönem bir Hint şarkısı çok meşhurdu ‘Avara Mu’... Bizi gören herkes bu şarkıyı söylüyordu. Neşeli bir yolculuktu.

Haberin Devamı

- Okul?
 - Altı ay gitmedim. Hayatımın en heyecan verici günleriydi.

- Kitabın adı ne?
 - ‘Genç Bir Serüvencinin Günlüğü’.

- Anne - baba neci?
 - Ailemiz yoksuldu. Babam kuyumcuda çalışıyordu. 8. sınıfa kadar okumuştu. Annem de 4. sınıfa kadar. Toplam dokuz kardeştik, yedi erkek, iki kız. Yoksul ama eğlenceli bir çocukluk... Büyüklerin eşyaları küçüklere devrolurdu, kitaplar da. Babam eğitimli değildi ama hepimizi okumamız için teşvik etti, “Okulu bitireceksiniz” dedi ve hepimiz üniversiteyi bitirdik. Bu Bangladeş’te sık rastlanan bir olgu değil. Anneme gelince dünyanın en verici, en merhametli kadınıydı. Kimin ihtiyacı varsa yardımına koşardı, evde bir şey örer para kazanır, ihtiyacı olana verirdi.

- Çocukken hayalleriniz nelerdi?
 - Ben hep ekonomi okumak istiyordum çünkü liderlerimizin hepsi hukukçuydu. 16 yaşındayken, liseyi okumak üzere burs kazandım. İyi bir öğrenciydim, herkes destekledi, “Hayatın kurtulur git” dediler ama ben kaldım. Üniversiteyi bitirdim, master’ımı yaptım, üniversitede hoca oldum, ders vermeye başladım. Gazetede bir ilan gördüm Fulbright bursu veriliyordu, müracaat ettim, 24 yaşındaydım, bir sürü sınava girdim, yüzlerce adam arasından kazandım, doktoramı Amerika’da yaptım. Ve döndüm.

- Yalnız mı?
 - Hayır evlenmiştim.

- Amerikalıyla mı?
 - Evet. Rus asıllı Amerikalıydı ilk eşim. Ondan bir kızım oldu. Monica. Opera sanatçısı. Büyük kızım 34, küçüğü 24 yaşında. Monica New York’ta yaşıyor, Metropolitan’da filan sahne alıyor, aynı zamanda ‘Sing For Hope’ diye bir sosyal sorumluluk organizasyonunun kurucularından. 700 sanatçı bir araya geliyor, konser veriyor, gelirini sosyal sorumluluk projelerine bağışlıyorlar. İki kızımla da çok gurur duyuyorum.

- Ama durun daha Monica’nın doğduğu yıllardayız...
 - Evet 5 aylıktı. Karım “Ben bu çocuğu, bu şartlarda, bu ülkede büyütemem” dedi, kızımızı aldı gitti. Ben gidemedim. Çünkü orası benim vatanımdı, Bangladeş bağımsızlığını yeni ilan etmişti. Ve aydınlarına ihtiyacı vardı. Birkaç yıl sonra boşandık zaten ama ben her yıl mutlaka kızımı gördüm.

- İdealisttiniz yani?
 - Önce kibirliydim, Amerika’dan gelmiş hoca olunca öyle oluyorsunuz. Sonra Bangladeş ulusu inşa edilirken idealist oldum. Fakat sonra gördüm ki, üniversite hocalık yaparak bir şeyleri değiştirebilmem mümkün değil. Birebir insanlarla temas kurmaya karar verdim. En yakın köye gittim, manzara felaketti! İnsanlar tefecilere mahkûm durumdaydı. Ağır sömürü altındaydılar. Cebimde 27 dolar vardı, birer ikişer o dolarları 42 kişiye dağıttım. İnanmayacaksınız ama o para onların hayatında inanılmaz büyük bir değişiklik yarattı. O küçük meblağlarla borçlarını ödeyip kendilerine küçük işler kurdular. O zaman beynimde bir şimşek çaktı, küçük miktarlar paralarla insanların hayatları önemli ölçülerde değiştirilebilirdi. Fakat şöyle bir sorun vardı: Şimdi bir defa borç verdim, onlar bana geri ödedi ama tekrar borç vermem gerekti, durum süreklilik arz edince kişisel sermayem yetmemeye başladı.

- Peki ne yaptınız?
 - N’apacağım, bankaya gittim, “Bu insanlara kredi verin” dedim. Güldüler. “Onlar fakir, nasıl veririz, geri ödeyemez ki!” dediler. “Bana ödediler, size de öderler” diye ısrar ettim. “Yok biz güvenemeyiz” dediler. “Peki” dedim “Bana verin.” Profesör olduğum için verdiler, krediyi ben aldım, köylülere dağıttım. Tabii ki geri ödediler…

- Ya ödemeselerdi…
 - Bu soruyu banka da sordu, “Ya ödemezlerse ne olacak?” “Beni hapse atarsınız” dedim. Kefil oldum. Projenin adını da ‘Grameen Projesi’ koydum, yani Köy Projesi. Bir köy, iki köy, üç köy, yirmi köy. Sonunda bu mesele iddiaya bindi. Bana dediler ki, “Bu köylüler seni tanıyor, o yüzden geri ödüyorlar.” “Peki” dedim, Bangladeş’in en ücra köyüne gittim, orada da iç savaş vardı.

- Korkmadınız mı öldürürlerse diye…
 - Korkmaz mıyım? Gittim gerillaların lideriyle konuştum. “Ben” dedim, “Köylülere iş yapabilmeleri için kredi vermek istiyorum. Kimseyle bir alıp veremediğim yok.” Beni dinlediler, “Tamam” dediler “Yap. Ama sakın siyasete karışma.” Karışmadım, bu sistem orada da başarılı oldu. Bir sürü engeli aştıktan sonra Grameen Bank’ı kurup, mikro kredi sistemini yerleştirmiş oldum, bu projeyle 2006’da Nobel aldım.

- Bu kadar önemli bir iş yapmış olmanıza rağmen niye hakkınızda bu kadar yolsuzluk söylentisi çıktı?
 - Evet köylülerin kanını emdiğimi söylediler. Hakkımda birçok dava açtılar. Ama hepsinden beraat ettim, tek bir kanıt bile koyamadılar. Bir tek açıklama bulabiliyorum, bu mikro kredi projesi beni sadece Bangladeş’te değil bütün dünyada o kadar popüler kıldı ki, göze battım ve kıskananlar, bu ünümü çekemeyenler saldırıya başladı. Ama yapacak bir şey yok, dünyada yoksulluk bitinceye kadar mücadeleye devam…

Yazarın Tüm Yazıları