Otopark mafyası

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Geçenlerde Nişantaşı’nda Café Keyif ile Ziya Restaurant’nın bulunduğu sokağa arabamı park ettim. Orada belediye otopark yaptırıyor. Sokağa da bir makine koymuş. Biliyorsunuz, bu makineler jötonla çalışıyor. Jöton da neredeyse hiçbir yerde satılmıyor. Böylece eli jötonlu kahyalara iş icat edilmiş oluyor. Sorun bu kahyaların uyanık takımının bir araba park ettiğinde ortadan yokolmaları. Nitekim arabadan indiğimde etrafıma baktım, otopark sorumlusu yok. Bankaya gidip döndüm. Hiç abartmadan söylüyorum, beş dakika sonra arabanın başındaydım.

Baktım ki, araba kilitlenmiş.

Ortadan yokolan kahya bulunup gelmiş. Pis pis sırıtıyor. Park parasının dört misline yakın bir ceza ödeyip arabayı açtırdım.

Beni ödediğim para değil de, çarıklı erkanıharp park kahyasının aşağılayıcı tavrı çıldırttı. Başka birisinin de başına gelmesin diye aynen anlatmak gereğini duydum.

Kentteki güvenlik

Geçen hafta güvenlik önlemlerinden sözetmiştim.

İstanbul’daki meşum olayları ve sonuçlarını görünce başvurmuştuk bunlara.

Ancak hafızamız inanılmaz ölçüde zayıf.

Şimdi bakıyorum da, güvenlik önlemleri birçok yerde 'laf olsun, torba dolsun' diye yapılıyor sanki. Oysa güvenliğin azı olmaz. Güvenlik tedbirinin yüzde ellisi, yüzde doksanı, hatta yüzde doksan dokuzu bile düşünülemez. Aslolan daima yüzde yüz tedbirdir. Ona rağmen rağmen başa dert gelebilir. Dünyanın her yerinde geliyor da.

Bu güvenlik işine kafamın takılması sadece kişisel güvenliğimizle ilgili olmasından değil.

Turizm sektöründe yüzlerce tanıdığım var. Hepsi de büyük bir içtenlikle bu yılı kaçırdık diyorlar. Sevgili Ali Güreli Türkiye Otelciler Birliği ve sevgili Talha Çamaş da Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği adına İngiltere ve Almanya’da halkla ilişkiler şirketlerine başvurmuşlar. Her ikisi de sırtını yalnız devlete dayamayı düşünmeyecek kadar akıllı, deneyimli ve işbilir kişilerdir. Şimdi şu acılı günlerde sektöre nefes aldırmaya çalışmalarını takdirle karşılamamak elde değil.

İstanbul, Türkiye’nin 10 milyar dolara yakın turizm gelirinden önemli bir pay alıyor. Bu para yalnız otellerin ve lüks restoranların kasasına da girmiyor. Bu kentte yaşayan yüzbinlerce insan doğrudan turizmden para kazanıyor. Şimdi güvenlik sorunu yüzünden böyle bir paranın kaybına 'talihsizlik' deyip geçelim mi yani?

Artık kabul edelim ki, başımıza gelenler bire bir güvenlik meselesi yüzünden. Tedbirleri zamanında ve tam olarak almış olsaydık, olacakların hiç olmazsa bir kısmını önler, bir kısmının ise sonuçlarındaki vahameti azaltırdık.

Dikkat edin, bir teroristi durdurmaktan söz etmiyorum. Çünkü bu imkansız. Ama, ciddi tutulmuş bir arama ile teroristin kalabalık bir kapalı mekana girmesini önlemek mümkün. Binalara yangın merdiveni yaptırarak içerisini kolayca tahliye ettirmek yine imkanlar içinde. Tedbirden kastettiğim böylesine girişimler.

Bunları yaparken de, kimseye asla taviz verilmemesi esaslı bir ilke. Belki de en esaslısı.

Vur derken öldürmek!

Aslında bu yazı güvenlikle ilgili yazının devamı olacaktı. Lafı çok uzatmayayım diye orada noktayı erken koydum.

Güvenlik meselesinde genellikle akla gelmeyen bir incelik var.

Okan Tezcanlı adlı okuyucum buna dikkat çekmiş. Mektubunda şöyle yazıyor: 'Güvenlik tedbirleri pek tabii gerekli. Pek tabii bu eyleme yardım etmek gerekir. Ancak...

Gereken eğitimin derhal verilmesi gerek. Çünkü yapılabilecek bir kabalık, kapıdaki saf ve tecrübesiz genci değil, direkt olarak müesseseyi bağlamakta.

Bu konuda yakışıksız birçok örnek var. Ama ben The Marmara’dakinden bahsedeceğim.

Akşam yedi sularında bu otele girip bir şeyler yiyip, sonra da Atatürk Kültür Merkezi’ne gidecektim. Otoparkta bir görevli bagaja baktı. Sonra ehliyetimi istedi. Herhalde yaşımızın gereği çelebilik ile ehliyetimi bekliyorum. Sert bir şekilde 'ehliyet bende kalacak' dedi. Pek tabii ehliyetimi bırakmadım. Otoparkı da kullanmadım.

Olaya bu yönden de bakarsanız memnun olurum. Topluma bazı önemli eksiklikler konusunda yardımcı olursunuz. '

The Marmara Oteli’nin sahiplerini, işletme yönetiminin üst kademesini, hatta birçok görevlisini yakından tanırım. Ardıç hanım da Bike hanım da müthiş zarif insanlardır. Birlikte çalışacakları insanları seçerken belki de ilk ölçütleri hep bu zarafet olmuştur. Otelin genel müdürü de, Türk yardımcıları da aynı kumaştan dokunmuş insanlar. Hiçbiri bu kabalığı yaptırmayacak ve yapmayacak kadar incedir. Okuyucumun anlattığı olaya o yüzden şaştım. Ama yanlış olmasına da ihtimal vermiyorum.

Zaten amacım The Marmara’yı eleştirmekten çok, okuyucumun altını çizdiği yanlışlığa dikkat çekmekti.

Umarım başarmışımdır.

Yazarın Tüm Yazıları