Otopark fişim neredeydi?

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Yalnızca okur olarak tanıklık edenleri bile düpedüz yaralayacak bir yaşam serüveni yazıyor iç kapağında, ki doğru, ‘‘Bir Türk Ailesinin Öyküsü’’ adlı kitabı üç gün oldu bitireli, ben hala kendime gelemedim.

Bütün hayatım değişmedi tabii ki, ama söz konusu kitabın sinsice iddiasız görünen hali, son zamanlarda okuduğum tüm o iddalı kitaplardan beni daha fazla etkiledi.

Sinema denilen sanat, nedense, bana bu şekilde hunharca davranamıyor, mıh gibi izletirken kendini bana, kuşkusuz sallıyor, hatta diyebilirim ki, kimi filmler yüreğimin yerinden oynamasına sebep oluyor, ama o kadar, ışıklar yanıyor, kalabalalık sokaklara taşıyor, etki bir süre daha devam ediyor, kalbim yerine oturuyor, belki tek bir kare, bir daha beni terk etmemek üzere beynime nakşediliyor...

Gerisi?

Gerisi, ‘‘Otopark fişim neredeydi?’’.

***

Oysa, ‘‘Bir Türk Ailesinin Öyküsü’’ gibi kitaplar, otopark fişi, arabamın yeri, şurada bir kahve mi içsek, filan dinlemiyor, kesinlikle alçaklık ediyor, ‘‘Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum’’ dedirtiyor. Tarihe adları geçmemiş insanların gerçek yaşamları benim ruhumu büküyor, içimi acıtıyor, tarihsel gerçekliğin bilinmeyen yüzüne gönderiyor, orada gezmeye çıkarıyor, elime bir de kağıt helva tutuşturuyor, epey sonra gerisin geriye bugüne getiriyor.

Sersem bir şekilde.

Tabii ki yüzümdeki bu kamyon çarpmış ifade bir süre sonra geçecek ama ya o ağzımdaki kağıt helvanın buruk tadı?

***

İrfan Orga’nın İngilizce yazdığı ve Arın Bayraktaroğlu’nun Türkçe çevirisini yaptığı bu kitapla neden hüzünlü bir çarpışma yaşadığımı anlatmak zor, sanırım şu: Sadece insanların hayat öyküleri yok, ailelerin de var ve çocukluk denilen süreç, akla hayale gelmeyen çarpıcı gözlemler barındırıyor, ‘‘Sen bunları nasıl hatırlıyorsun?’’ dedirtecek kadar ve işte kendi tanıklıklarını, bizzat yaşadıklarını, geçmişte asılı bırakmayan, bugünlere çekip taşıyan birileri aslında hepimizin iş edinmesi gereken şeyi yapıyor, yazdıklarıyla önce kendi ailesinin tarihine tanıklık ediyor, sonra da bir dönemin, hatta bir ülkenin. Sanki bir insanın kendini tanımasının, gerçekte kim olduğunu anlamasının en iyi yolu da bu gibi geliyor bana.

***

Ne münasebet, herkes otursun aile öyküsünü yazsın, aile ağacını çıkarsın demiyorum ama içinde taşıdığın o kendi kanının hangi badireleri atlatıp buralara kadar geldiğini bilememek de pek acı değil mi? Bu biraz belki yaşla da ilgili, bir yaş geliyor, insan büyük anne ve büyük babasından daha da gerilere gidebilmek istiyor. Şimdi üzülüyorum keşke diyorum artık hayatta olmayan büyükbabamın beni dizine oturtup anlattığı o geçmiş zaman hikayelerini daha dikkatli dinleseydim. Keşke diyorum, kafama bir tuğla düşse, yakın gelecekte hayatta olamayacak yakınlarımın, ileride bu sadece beni ilgilendirecek de olsa, geçmiş zamana dair anlattıklarını kaydetsem. Röportaj teybim kulaklarını, bugünü, bu anı anlatan, gazetede yayınlananlar (ve kesinlikle 24 saat içinde unutulanlar) dışında da, kocaman kocaman açsa, ne olur ki, kasetlerin üzerinde ‘‘Babaannem anlatıyor’’, ‘‘Dedem ve Birinci Dünya Savaşı yılları’’, ‘‘Anneannem casuslukla suçlandı’’, ‘‘Annem Doğu Almanya’dan batıya nasıl kaçtı’’ gibi ibareler olsa, evimdeki bir rafın üzerinde dursa?

İyi olur.

Kaydedilenlerin olağanüstü hikayeler olması da gerekmez ki, o hikayeler sıradan ya da değil, bizleri biz yapan hikayeler değil mi sanki? Tarihin asıl gerçekleri, adı tarih sayfalarına hiç geçmemiş kahramanların yaşam öykülerinde gizli değil mi?

Ama ne acı, bizler o kadar gelecek kaygısı içindeyiz, o kadar şimdiki zaman ile meşgulüz ki, umurumuzda değil, kendi kanımızdan bile olsa o geçmiştekiler, geçmiş öyküler...

***

Bir hafta öncesine kadar 1908 doğumlu İrfan Orga, bana da bir şey demiyordu, oysa şimdi öyle değil. Osmanlı devrinin bitişini yaşayan İstanbul’lu bir çocuğun gözünden gördüm ben. Devrim geçiren bir toplumun yaşamındaki değişiklikleri, savaşın yıpratıcı etkilerini, koskoca bir aileyi ne hale getirdiğini, o zamanki İstanbul’u, o kadınları, adamları, dar sokakları, erguvanları, Boğaz’ı, hamam sefalarını, zevki, sohbetleri, zenginliği, derken o inanılmaz sefaleti, savaşa giden ve bir daha asla dönmeyenleri...

Aslına bakarsanız, ben ne anlatarsam anlatayım yetmiyor, yabancı basında şu an hayatta olmayan ve 50’lerde bu kitabı yazmış olan Orga’dan nasıl övgüyle söz edildiği de açıkçası beni pek ilgilendirmiyor.

Sizin okur olarak kendi tanıklığınız gerekli.

Önümüz yaz, yazın da kitap pek bir çok keyifli.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

(Bir Türk Ailesinin Öyküsü, İrfan Orga. Türkçeye çeviren: Arın Bayraktaroğlu. Ana Yayıncılık)

Yazarın Tüm Yazıları