Önce 301; sonra Yeni Anayasa...

Yeni Anayasa tartışmalarının başlaması, Türkiye’nin “normalleşmesi”, dahası “geleceğe yönelmesi” açısından olumlu bir gelişme. Nice zamandır, bunun böyle olması gerektiğini yazıp duruyorduk.

Haberin Devamı

Ama, başlayan Yeni Anayasa tartışmaları mı? Burada, durup düşünmek gerekiyor. Çünkü, şimdiden başlayan tartışma, Anayasa tartışması değil. Başka bir şey. Bilinen siyasi ve ideolojik karşıtlıkların gündeme getirilmesi. İşin bu yönünde olumlu bir şey yok.

İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Mesut Parlak dostumuz, İÜ Senatosu’nun “taslak” ile görüşlerini açıklarken, “Ben doğrusu bu sivil anayasayı hiç içime sindiremiyorum” dedi. “Sindirim zorluğu”nun nedenini ise şöyle açıklıyor:

“Anayasa mutlaka yansız ve bilimselliğe dayanan, geniş kapsamlı bilim adamları tarafından yapılmalı. Siyasetin dışında olmalı, siyasi bir tandansa yandaş olmamalı.”

Öncelikle, ortada tartışılan metnin bir “taslağın taslağı” olduğunu bir kez daha vurgulamakta yarar var. Bu “taslağın taslağı”nı hazırlayan “Bilim Kurulu” sıfatı verilenlerin kim olduklarına baktığımızda, “siyasetin içinde” ve “bilim dışında” olmadıklarını görüyoruz.

Haberin Devamı

Kurulun başındaki Prof. Ergun Özbudun, Türkiye’nin en parlak üç anayasa hukukçusu sayılacak olsa, mutlaka bunların içinde tartışmasız yer alacak bir isim. Uzun yıllar boyu, Türk Demokrasi Vakfı başkanlığında bulundu, uluslararası alanda demokrasiyle ilgili kuruluşlar nezdinde tanınan saygın bir kişilik.

Kendi payıma, “Bilim Kurulu” adı verilen ve mevcut taslağı hazırlayan isimler arasında sadece Prof. Levent Köker’i tanıyorum. Prof. Köker’i, kendi alanında yetkin ve “liberal” görüşlü bir insan olarak biliyorum. 21.Yüzyıl’da Türkiye’nin yeni anayasasının ruhunun “liberal” olması gerektiğine kimin ciddi bir itirazı olabilir ki?

Diğer isimleri, Prof. Yavuz Atar, Prof, Zühtü Arslan, Prof. Fazıl Hüsnü Erdem ve Doç. Serap Yazıcı’yı tanımıyorum ama herhangi bir “siyasi faaliyet”le ilişkili olarak isimlerini hiç duymadım. Herhalde pek duyan da yoktur.

Bu isimlerin, “yeni anayasa”nın “taslağının taslağı”nı hazırlamasında hiçbir tuhaflık yok. 1961 Anayasası’nı hazırlayanlar arasında Prof. Bahri Savcı, Prof. Hüseyin Naili Kubalı, Doç, İsmet Giritli, Doç. Muammer Aksoy gibi isimler yok muydu? Bunlar, dönemin tanınmış hukukçuları değiller miydi? Keza, 1982 Anayasası’nı Prof. Orhan Aldıkaçtı kaleme almadı mı?

Haberin Devamı

Anayasa taslaklarının hukukçular tarafından hazırlanmasında hiçbir anormallik yoktur ve bugün de olan budur.

 

***             ***             ***

 

Yeni anayasa tartışmalarındaki “inciler”den biri –bekliyordum- Sabih Kanadoğlu’na ait. Türkiye’de “hukukun antidemokratik yorumu” denildiğinde akla gelecek ilk isim olan Sabih Kanadoğlu, “yeni anayasaları ancak kurucu meclislerin yapabileceği”ni savunarak, “O zaman her iktidara gelen siyasi parti kendi düşüncesine göre yeni bir anayasa yapar. Düşünebiliyor musunuz, her 4-5 yılda bir yeni anayasa yapılıyor” diyor.

Pek mantıklı bir itiraz gibi gözüküyor. Prof. Özbudun’un bu itiraza tepkisine ne diyeceksiniz:

Haberin Devamı

“Kurucu meclisler, savaş, ihtilal gibi gelişmelerden sonra oluşur. Buna göre yeni bir anayasa yapabilmek için darbe mi olması gerekiyor... Anayasanın hiçbir yerinde, yeni anayasaların, normal meclisler tarafından yapılamayacağına anlatan hiçbir hüküm yok.”

Bu köşede, 22 Temmuz’dan önce defalarca, seçilecek yeni TBMM’nin bir “Kurucu Meclis” gibi çalışması ve bir “yeni anayasa” yapması gerektiğini yazmış ve savunmuş bir olarak, “sivil, yeni anayasa”nın Türkiye’nin gündeminin başına oturmaya başlamasına herhangi bir itirazım olamaz.

Hele, dün, “Anayasalar, Kutsal Kitap değildir; değişir ve değiştirilirler” başlığı altında “Türkiye’de kim ‘statüko yanlısı’, kim ‘değişimden yana’, bunu yöntemi dahil, yeni anayasa tartışmasında anlayacağız” diye yazdıktan bir gün sonra Sabah gazetesindeki şu satırları okumak ibret verici:

Haberin Devamı

“Kanadoğlu, anayasanın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek hükümlerinin değişmesi ile ilgili olarak da ‘Bırakın kelimeyi, virgülü dahi dokunamazlar. Anayasanın başlangıç kısmının ‘Türk milleti tarafından demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur’ şeklindeki son cümlesi iyi okunmalıdır. Orada bu anayasanın herkese emanet edildiği yazıyor. Her kuruma emanet’ dedi.”

Sabih Kanadoğlu’nun bu cümlelerindeki “kod”ları çözmek zor değil. Anayasanın “her kuruma emanet” olmasının, kaçınılmaz sonucu “askeri darbe” veya “askeri müdahale”nin “anayasal suç” olmasının engellenmesidir. Hatta, bu gibi durumlara “anayasal kapılar”ın “açık” bırakılmasıdır.

Haberin Devamı

Tam da bu yüzden, bir yeni, demokratik ve sivil anayasada, anayasa hukuku ruhuna ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı biçimde “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek hükümler” bulunamaz. Her hüküm, usulünce değiştirilebilir.

“Değiştirilmesi teklif dahi edilemez” sözcükleri, anti-demokratik anlayışın ifadesi, totalitarizme giden yolun girizgahıdır.

1982 Anayasası’nın yerine “Yeni Anayasa” kabulü söz konusu ise, hala “bırakın kelimeyi, virgülüne dahi dokunamazsınız” diyen bir zihniyetin geçerliliği olabilir mi?

***          ***           ***

 

Gelinen noktada, asıl büyük soru işareti, Ak Parti’den ve hükümetinden kaynaklanıyor. Ortada bir “taslağın taslağı” var ve sanki bu “taslağın taslağı” Yeni Anayasa’nın kendisiymiş gibi tartışmaya açılıyor. Acaba:

  1. Hükümet, Prof. Ergun Özbudun ve arkadaşlarını “aslanlara yem” diye ortaya mı atıyor? Ak Parti’nin hukukçu milletvekillerinden, Özbudun ve arkadaşlarının, “Bilim Kurulu”nun hazırladığı taslağı açıkça savunur ifadeleri şimdiye dekişitmedik.

Ak Parti yönetimi, “tepkileri ölçmek”  ve bunlara karşı gerekli argümanları oluşturmak amacıyla, şimdilik, geride ve sessiz duruyorsa, sorun yok. Yok, eğer, “Bilim Kurulu” taslağı, “yangında ilk terkedilecek” metin olarak hazırlatılmışsa, Ak Parti, kendine ve Türkiye’nin geleceğine yazık eder.

  1. Böyle bir “kuşku” taşımamızın nedeni, 301’e ve Vakıflar Kanunu’na ilişkin olarak sezdiğimiz “savsaklama eğilimi.”Hasan Cemal, dün, Milliyet’te yazdı; hükümetin, 301 ve Vakıflar Kanunu’na yeni anayasa değişikliklerinden önce el atmaya hevesli olmadığı, bizim de bir süredir kulağımıza gelmişti, Oysa, 301 ve Vakıflar Kanunu konusu, Kasım 2007’de yayınlanacak AB Komisyonu’nun Türkiye İlerleme Raporu bakımından önemli. Bunlar, Türkiye’nin “demokratik rota”da, AB yönünde yol alacağına ilişkin bir “irade beyanı”, bu hükümetin “reformcu enerjisi”ni sergilemesi olarak görülecek.

Bizzat Başbakan’ın benimsediği “alt kimlik-üst kimlik” kavramlarıyla ilgili olarak Yargıtay 8.Daire’nin Prof. Baskın Oran ile Prof. İbrahim Kaboğlu hakkındaki tavrına bakın. O “sanık sandalyesi”nde aslında bizzat Tayyip Erdoğan oturuyor sayılabilir.

Yargının bir bölümünün, anayasa değiştirmek amacındaki hükümete karşı bir tür “yıpratma savaşı”na girişmesi şaşılacak ve hiç beklenmedik bir gelişme olarak görülemez. Hükümetin, ortaya bir an önce ve özellikle 301’e ilişkin bir “irade” koymasıelzem hale geliyor.

Yüzde 47’lik, hatta daha üzerinde bir “tartışmasız kitlesel meşruiyet ivmesi” elde ettikten hemen sonra, böylesine “yorgun argın” bir görüntü verirseniz, 301’i savsaklarsanız, bir yıl sonra “Yeni Sivil Anayasa” çıkarabileceğinize ilişkin umutları hayli sarsarsınız.

Bir yıl içinde kim öle, kim kala.

İlk 100 gününüze yazık etmeyin.

Umarız, birileri, Başbakan’a bu gibi hususlardan söz ediyordur.

Yazarın Tüm Yazıları