Olimpiyat için hangi köprüler kurulmalı

HER şeye rağmen Türkiye’nin Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin (IOC) 2020 oyunları için yaptığı seçimde ilk kez en son tura kalıp ikinci gelmiş olmasını büyük bir başarı olarak teslim etmemiz gerekiyor.

Haberin Devamı

Nihai sonuç arzulandığı gibi olmasa da, Türkiye’nin artık bu tür büyük iddialar taşıması, kendine güvenmesi ve hatırı sayılır ülkenin desteğini yanına çekebilmiş olması övgüye değer bir durumdur.
Ancak geleceğe dönük bu iddiasını koruyacaksa, Türkiye’nin Arjantin’de neden kaybettiği sorusunun nedenleri üzerinde soğukkanlı bir muhasebe yapması da elzemdir. Bunu yaparken öncelikle IOC’nin kendine özgü bir örgütsel yapı ve işleyişe sahip olduğunu dikkate almalıyız. Toplam 103 delegenin oy kullandığı ve bazı ülkelerin birden çok delegeye sahip olabildiği bir organizasyon IOC.

***

Buradaki dağılıma baktığımızda, AB ülkelerinin 29, AB ve ayrıca Rusya-Ukrayna dışındaki Avrupa ülkelerinin de 8 delegesi bulunduğunu görüyoruz. Bu da delegelerin üçte birden fazlasını Avrupa’nın kontrol ettiğini gösteriyor. Yakındoğu ve Uzakdoğu 15, Orta ve Güney Amerika 13, Arap dünyası 10, Afrika ülkeleri 10, Kuzey Amerika 6 delege olmak üzere ağırlıklı kümeleri oluşturuyor. Kalan 12 delege bu ana kümelerin dışındaki ülkelerden geliyor.
Seçimde şöyle bir tabloyla karşılaştık. Birinci turda Japonya 42, Türkiye ve İspanya ise eşit miktarda 26’şar oy aldı. Daha sonra Japonya ile finale katılacak adayı seçmek üzere bu iki ülke arasında yapılan oylamada Türkiye 49 oy alarak finale çıkarken, İspanya 45 oyla elendi. Ve finalde Japonya 60, Türkiye ise 36 oy aldı. Demek ki son oylamaya geçildiğinde, ilk turda İspanya’ya verilen 26 oydan yalnızca 10’u Türkiye’ye gelmiş, 16‘sı ise daha önce oy kullanmayan iki delegenin de eklenmesiyle toplam 18 olarak Japonya’ya yönelmiştir.
İlk turda İspanya’ya –ve kısmen Japonya’ya- oy verenlerin çoğunluğunun AB ülkeleri olduğunu varsayarsak, bu grubun son turda önemli ölçüde Türkiye’ye değil Japonya’ya yöneldiğini kabul etmemiz gerekir.
Aslında oy kalıplarındaki şifrelerden biri burada beliriyor. Monaco delegesi Prens Albert’in yaptığı açıklamaya göre, “Avrupa merkezci olan komitenin Asyalı bir ev sahibine oy vermesinin nedeni 2024 Olimpiyatları’nı Avrupa’ya almaya dönük bir stratejiden kaynaklanmış olabilir”. 2020 için Türkiye seçilmiş olsaydı, 2024 muhtemelen Avrupa dışındaki bir ülkeye gidecekti.
Diğer faktörlere gelince, IOC’nin olimpiyat ilkelerini yüceltme hedefi ile ticari çıkarların yan yana geldiği kendine özgü dinamiklerini denkleme katmamak eksik bir yaklaşım olur. Örneğin, atletizm branşındaki belli başlı 7 olimpiyat sponsorundan 5’inin Japon firmaları olması bile tek başına açıklayıcı bir durumdur. Her halükârda yüksek bütçelere sahip dev Japon şirketlerinin bu seçimde büyük bir ağırlık koyduklarını görmemiz gerekiyor.
Ve tabii ki doping sorunu, bu organizasyonda Türkiye’nin aleyhine işlemiştir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Buenos Aires’teki sunumda dopingle ilgili bir soruya muhatap kalmış olması bile Türkiye’nin bu alandaki kötü sicilinin bir yansımasıdır. Kabul edelim ki, Türkiye, doping söz konusu olduğunda uluslararası spor camiasında yüksek etik standartlara sahip bir ülke olarak temayüz etmiyor. Türkiye Atletizm Federasyonu’nun daha geçen ağustos ayında 31 atlete doping nedeniyle iki yıl yasak getirmiş olması bile yeteri kadar açıklayıcıdır.

***

Haberin Devamı

Diğer olumsuz faktörler olarak Gezi Parkı direnişinde polisin aşırı güç kullanımı ve Türkiye’nin sınırlarındaki gerilimlerin de sonuç üzerinde belli bir etki yaptığı Batı basınında genel kabul gören bir görüş. Örneğin The New York Times, “Bazı delegelerin Suriye’deki bölgesel istikrarsızlık ve Başbakan Erdoğan’ın otokratik olmakla eleştirilen yönetim tarzı ve laikler ile İslamcılar arasındaki bölünme nedeniyle Türkiye’nin yedi yıl sonraki siyasi durumunu tahmin etme çabasına girmekte isteksiz davrandıklarını” yazmıştır.
Gezi Parkı olaylarının Batı’da yarattığı algı sorunu ile Erdoğan’ın delegeler karşısındaki konuşmasında işlediği “Hoşgörü şehri İstanbul” teması arasında ciddi bir tezat belirmiştir.
Yine de Erdoğan’ın İstanbul Olimpiyatları’nın “Geçmişle bugünü, bugünle yarını, kıtaları, kültürleri, medeniyetleri, insanlığın birikimini buluşturacak bir yeryüzü köprüsü olacağını” vurgulayıp, “Gelin beraber köprüler kuralım” çağrısıyla konuşmasını bitirmesi önemliydi.
Ancak ortaya çıkmıştır ki, insanlığın, medeniyetlerin geleceğine dönük köprüler kurmaya talip olan ülkelerin öncelikle kendi içlerinde köprüler inşa ederek, iç çatışmalarını, gerilim konularını, cepheleşme zihniyetlerini aşmaları gerekiyor. Olimpiyat serüveninin belki de en önemli derslerinden biri, bu çelişkiyi göstermiş olmasıdır.

Yazarın Tüm Yazıları