‘‘Oleum et Operam Perdidi’’

Zeytin ve zeytinyağı ile ilgili şimdiye kadar çok yazı yazdım. Yaşlandıkça köklerine dönen insanların ruh haliyle çocukluğumun sembolik yiyeceklerine olan sevgimi dile getirdim. Zeytin ve zeytinyağında doğup büyüdüğüm toprakları, çocukluk sevgilerimi, ilk heyecanlarımı buldum hep. Hem zeytin, hem de zeytinyağı onun için yüreğimde birer yiyecek olmanın ötesinde fırtınalar kopardı. Her ikisinin de beni binlerce yıl önce aynı topraklar üzerinde yaşamış atalarıma bağladığını hissettim. Uygarlığın yeşerdiği topraklara aidiyet duygumu güçlendirdiler. Akdenizli kimliğimi mühürlediler. Kişiliğimin oluşumunda önemli rol oynadılar. Onlara minnet ve şükran duygularıyla bağlandım. Yazılarımdaki romans büyük ölçüde bu tür duyguların sonucunda ortaya çıkmıştı.İlk -ve umarım son- kez, zeytin ve zeytinyağı ile ilgili hiç de romantik olmayan bir yazı yazmak zorundayım. Dün İzmir'de Dokuz Eylül Üniversitesi'nin İzmir Ticaret Odası ve Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği'nin desteği ile düzenlediği Birinci Ulusal Zeytinyağı Kongresi'ne katıldım. Toplantının amacı, sektörün yakın geleceğinin tartışılmasıydı.Zeytin ve zeytinyağcılara ne olmuş diyorsanız, kısaca söyleyeyim: Elde, kırk bin ton civarında ciddi bir stok var. Önümüzdeki aylarda ise müthiş bereketli bir rekolte bekleniyor. Tahminler, bu yıl yüz seksen bin ton kadar yağ çıkacağı yönünde. Türkiye'nin toplam tüketimi ise altmış bin ton kadar tutuyor. Aradaki fark, yüz yirmi bin ton gibi inanılması güç bir rakam. Şimdi, yumurtanın kapıya gelip dayandığı şu günlerde, üretici ‘‘ne yapacağız’’ diye karalar bağlamakta. İzmir'deki ulusal kongrenin yapılış nedeni bu duruma bir çıkış noktası bulmaya çalışmak.Konuya yabancı olanlar, soruna kestirme bir yoldan iyimser bir cevap verebilir. ‘‘Madem üretim fazlası var, öyleyse bu pahalı ürünü ihraç edelim. Ülkeye döviz girdisi sağlayalım’’ diyebilirler. Oysa kazın ayağı hiç de öyle değil.Önce teknik bir açıklama yapayım. Zeytinyağı stoğunun birkaç yıldan fazla bekletilmesi mümkün değil. Çünkü o zaman zeytinyağı lezzet değerini büyük ölçüde yitiriyor. Zeytinyağı olmaktan çıkıyor. Stok, behemahal kısa sürede tüketilmek zorunda. Hükümet üreticiyi teşvik için elinden geleni yapmış görünüyor. Zeytinyağı ihracatının her türlüsü teşvik kapsamına alınmış. ‘‘İhraç et de, nasıl edersen et’’ formülü resmi destek bulmuş. Zeytinyağında katma değer vergisi oranı yüzde birlere düşürülmüş. Ama bütün bunların yine de çözüme yetmediği görüşü hakim.Atlanan nokta, zeytinyağını dünyada tüketenlerin büyük çoğunluğunun zaten zeytinyağı üreten ülkeler olmasından kaynaklanıyor. Kuzeyin karlı ülkeleri, Uzakdoğu Asya'nın ve Amerika'nın büyük bir bölümü zeytin ve zeytinyağına yabancı. Çünkü o topraklarda zeytin yetişmiyor. Dolayısıyla zeytinyağı üretimi de yok. Buna bağlı olarak da yemek kültürlerinde bu kutsal yağ hiç yer bulmamış. Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya gibi dev pazarlar, zeytinyağını bir tür ilaç olarak yeni yeni keşfediyor. Uluslararası Zeytinyağı Konseyi yıllardır bu pazarlarda -ve Avustralya, Kanada, Arjantin gibi ilginç olabilecek başka ülkelerde de- zeytinyağını tanıtmaya çalışmakta. Ama herkes bunun ince ve uzun bir yol olduğunu ve bugünden yarına hemen dramatik sonuçlar alınamayacağının bilincinde. Üstelik bu pazarlar yalnız bize değil, İtalya ve İspanya başta olmak üzere, bütün zeytinyağı üreticilerine açık. Onların markalı ve imajı parlatılmış zeytinyağlarının şansı da bizimkilerden kat be kat üstün. Bizim bu pazarlardaki girişimlerimiz ancak uzun vadeli bir çözüm için geçerli olabilir.Geleneğe bağlı Akdeniz ülkelerine gelince... Onlar zaten kendi tüketimleri için yeterince yağ üretiyor ve hatta fazlasını da bizden çok daha kolay ihraç ediyorlar. Zaman zaman görülen olumsuz iklim koşulları gibi gerekçelerle üretim düşerse ancak bizim ihracat şansımız ortaya çıkıyor. Nitekim bir süre önce, böyle bir fırsattan yararlanarak litre başına beş dolar gibi astronomik bir fiyata İspanya'ya yağ satmıştık. Ama şansın her zaman bizden yana kötü iklim koşulları yaratacağı üzerine bir sektörün geleceğini bina etmek de asla mümkün değil.Geriye kala kala yurt içindeki tüketimi artırmak formülü kalmakta. Tekrar rakamların soğuk dünyasına dalacak olursak, bizde kişi başına tüketimin yılda bir litre civarında olduğunu hatırlatalım. Diğer Akdeniz ülkelerindeki rakam ise on litrenin üzerinde seyrediyor. Eğer bizdeki tüketim sadece üç litre gibi benzer ülkelere göre çok düşük bir rakama çıkartılabilirse, yıllık üretimi iç pazarda değerlendirmek mümkün olacak. Bu gerçekleşemez bir durum mu? Elbette hayır. Ama kimsenin elinde sihirli değnek yok. Dolayısıyla bir anda tüketimi üçe katlamak uzak bir düş haline gelmekte. Demek ki, önümüzdeki yılın sorununa ancak İskender'in kördüğümü kesmesi, Kristof Kolomb'un yumurtayı kırarak dik oturtması yöntemi ile çözüm bulunabilir. Hastayı geçici olarak tedavi edebiliriz. O kadar.Oysa zeytinyağına gönül verenler, gerçekçi çözümün bu olmadığını iyi biliyor. Zeytinyağı üretimi ancak orta vadeli ve ulusal planda gerçekleştirilecek bir iletişim programı ile ayakta tutulabilir. Her üreticinin kendi imkânlarını seferber etmesi de buna yetmez. Türkiye'nin yıllık bir milyon ton yağ tüketimi içinde zeytinyağının beşte birlik bir dilime sahip olması için bu yağın, markalardan bağımsız olarak, tanıtılması gerekli. Zeytinyağı kültürü hızla oluşturulmalı. Bu kültür sayesinde ‘‘zeytinyağlı’’ diye anılan yemeklerin diğer sıvı yağlarla yapılması utanılacak bir olay haline getirilmeli. Zeytinyağının gerçek değeri tüketici tarafından takdir edilir olmalı. Zeytinyağının etrafında bir efsane örülmeli. Aslında böyle bir efsane zaten var. Bunu canlandırmak bile yeterli görünüyor. Ama ortada bunu yapacak bir sivil örgütlenmenin hiçbir kıpırtısı yok. Aksine, Birleşmiş Milletler'e bağlı Uluslararası Zeytinyağı Konseyi gibi platformlardan çekilerek mevzi yitirmekteyiz.Eğer bunlar hızla yapılmazsa, Türkiye'de zeytinciliği ve zeytinyağı üreticiliğini ayakta tutmak, korkarım asla mümkün olamayacak. Üretici ağaca bakamayacak. Ağaçlar üreticiye küsecek. Zamanla romantik ilişki yerini acımasız bir gerçekçiliğe bırakacak. Zeytin ağaçları tek tek kesilerek yerlerini ucube yapılara bırakacaklar. Binlerce yılın Ege'si Ege olmaktan çıkacak. Ve bazıları o zaman timsah gözyaşları dökecekler.Bu arada heyecana kapılıp yazının başlığını açıklamayı unuttum. Başlığı, İsa'dan önce 250 ile 180 yılları arasında yaşamış bir başka Akdenizli, Romalı şair Plautus'tan ödünç aldım. Şair bu cümleyle, genç sevgilisini uzun süre bekleyip ona kavuşamayan bir genç kızın feryadını dile getirmiş. ‘‘Zeytinyağımı ve yaptıklarımı yitirdim’’ diyor genç kız, en değerli şeylerini kaybettiğini anlatmak için. Zeytin ve zeytinyağı üreticimizin feryadı da iki bin yıl sonra aynı. ‘‘Zeytinimi, zeytinyağımı ve yaptıklarımı yitirdim’’ diye feryat etmekte Egeli üretici. Yetkili ve sorumlulara düşen, hiç olmazsa umutların da yitirilmesini önlemek olmalı diye düşünüyorum.
Yazarın Tüm Yazıları