O artık korkmuyor

Enis BERBEROĞLU
Haberin Devamı

Ayağımızın altından yer kayıyor... Sıcak, tansiyon; yok hayır.

Yine deprem... Bir daha deprem.

Devlet hastanesi bahçesinde artık pek kimsenin umursamadığı anons çınlıyor:

- Duvar kenarlarında durmayın... Yer sarsıntısı var. Bir-iki-üç...

Öğle güneşinin kahredici sıcağında acılı aileler tembelce yer değiştiriyor.

Sedyede yatan mucize çocuk Sercan Güvercin'in önü açılıyor.

Bir an için göz göze geliyoruz, gülümsüyor.

Çok sevimli, çok yakışıklı ve çok cesur.

O, on birinci doğum gününde yaşamı için savaşmayı öğrendi.

Sercan artık korkmuyor. Ne depremden, ne ölümden.

Hürriyet'in hediyesi bilgisayarın paketinin açılmasını beklerken yanına yaklaşıyorum. Çocuktan fışkıran yaşam enerjisi sersemletiyor...

Bilincim bulanıyor, dilim dönmüyor...

Ancak, ‘‘Hangi takımdansın?’’ diye homurdanacak gücü buluyorum.

Yanıt gecikince, ağzımda yuvarladığım soruyu anlamadı sanıp utanıyorum.

Ama ailesinin kartonla yelpazeleyerek havalandırdığı yataktan bir fısıltı duyuluyor: ‘‘Beşiktaş...’’

Takım akrabalığına sığınınca rahatlıyorum.

O kimsesiz değil, biliyorum.

* * *

Sercan'ın yattığı hastaneye çok değil 200 metre ötedeki şekilsiz enkaz, ceset kusmaya devam ediyor. Genç polis elindeki megafonla cenaze sahiplerine çağrıda bulunuyor: ‘‘Her aileden sadece bir kişi yaklaşsın, kalabalık etmeyin...’’

Moloz yığınlarına yaklaşanların suratından, ‘‘İnşallah benim değildir’’ umudu okunuyor. Ambulans yerini alıyor, itfaiye aracı enkaz ve çevresini -toz kalkmasın diye- suluyor. Kepçe susuyor, sivil savunma görevlileri ve sağlık ekibi açılan delikten sarkıyor. Birazdan kokuya karşı gaz maskeli ekibin kollarında bir cenaze beliriyor. Uzaktan ve herhalde elbiseden cesedin kimliğini anlayan kurban yakınının ağzından kesik çığlık duyuluyor.

* * *

Enkazdan çıkanlar sadece cenaze değil...

Kaldırıma atılmış giysiler, kırık dökük çamaşır makinesi, elektrik süpürgesinin kopmuş kordonu, bakkal dükânından miras deterjan paketleri...

Uğur Apartmanı'nın kenarında yere çömelip Mesut Bey'le sohbet ediyoruz. Cumartesi akşamına kadar bu apartmanda iki dairesi vardı. Bugün geriye sadece Bağkur'dan maaşı kaldı. Kepçenin hoyrat çalışmasına kızıyor: ‘‘Yahu ağabey, adamlar demin yepyeni halıyı molozla birlikte kamyona yükleyip gittiler...’’

Mal hakikaten canın yongası... Depremde üç yakınını kaybeden Ceyhan Belediyesi Zabıta Müdürü'ne yaklaşan orta yaşlı hanım, bir gün önce kaybettikleri genç delikanlının altın zincirini soruyor. O arada Müdür Bey'e rasathaneden yeni deprem uyarısı ulaşıyor.

Kepçe yeniden enkaza diş geçirirken, yaşlıca bir çift ellerinde kaymakamlık izni ile deprem kalıntılarına yaklaşıyor. Seçtikleri etek ve ceket gibi giysilere bakılırsa üç gündür sokaklarda süründükleri üstbaşlarını değiştirme telaşındalar... Ama etraftan öfkeli uyarılar yükseliyor. Hatta canlı yayındaki bir depremzede, çiftin üzerine yürüyor: ‘‘Bırak kardeşim, elleme, benim ciğerim yanmış...’’ Araya giren polis ve jandarma kavgayı bastırıyor...

Kim haklı, sadece kendileri bilir.

Çünkü bu coğrafyada artık çok özel duygular yaşanıyor. Daha da yaşanacak.













Yazarın Tüm Yazıları