Newyork Newyork

Doğan ULUÇ
Haberin Devamı

Nostalji

Primola'nın minik barında tek boş tabureye yerleşip bardak kurulayan barmene içkimi ısmarlıyorum. Az önce seyrettiğim Sean Connery'nin ‘Entrapment’i (Tuzak) anılarımı yıllar öncesine taşıyor. İkinci Bond filmi ‘Rusya’dan Sevgiler'i çevirmek için geldiği İstanbul'da golf oynarken yakaladığım aktöre ilk sorum ‘Sean’ı nasıl telaffuz edersiniz?' olmuştu. ‘Tuzak’ta değerli sanat eserleri hırsızı rolündeki ünlü İskoç aktörü kar yumağı sakalları, seyrelmiş saçlarına rağmen karizma kaybına uğramamış. Ödediğim bilet parasına acımadım.

Gecenin ileri saatinde dahi İtalyan lokantası Primola dolu. İri yarı garsonun hazırladığı yeni boşalmış bir masaya geçiyoruz. Bir komi yeşil yapraklar yüzen zeytinyağı tabağı yanında ekşi hamur ekmeği getiriyor. Garson menü dışında ‘puttanesca’, ‘cippolini’, ‘porcini’ gibi özel yemek isimlerini kurulu ses bandı gibi hem de İtalyanca sıralıyor. ‘Bir düşünelim’ dediğimizde aynı milletten olmadığımızı anlayıp İngilizce tarife başlıyor.

Tavan köşelerinden Dean Martin'in yumuşak stili yayılıyor lokantaya. Dino rahatlatıcı üslubuyla ‘Volare’yi söylüyor. Arkadan ‘Non Dimenticar’ geliyor İngilizce-İtalyanca karışımı. Lokantada ses ayarı harika. Dinlerken bağırarak konuşmamız gerekmiyor. Yemeklerimizi ısmarladıktan sonra yakın geçmişin dev şarkıcılarını bir de bugünküleri düşünüyorum. Sinatra, Dean Martin, Nat ‘King’ Cole, Tony Bennett, Andy Williams milyonları büyüleyen yorumlarında şarkıcılığın canhıraş ses çıkarmak olmadığını sergiledikleri gibi arkalarında ne ‘Wow, wow’ diyen kızlara, kol-bacak sallayan dansöz takımına ihtiyaç hissetmediler.

Çevredeki masalarda gecenin zevkini yudumlayan gruplar var. 50'li yaşları geride bırakmış müşterilerin çehrelerinde doyum ile mutluluk karışımı ifade okunuyor. Garsonun gözünü ayırmadığı yan masada Rosemary Clooney yarım asır öncesinin ‘Mambo İtaliano’sunu söylemeye başlıyor. Ceket yakasında orkide taşıyan erkek karşısındaki süslü hanıma bir buse gönderiyor. Pembe ojeli bir el uzanıp orkideli erkeğin yanağını okşuyor. Clooney'in ‘Mambo’su gençlik yıllarındaki ilk danslarını hatırlatıyor belki de? Kadeh tokuştururken sevgi dolu bakışları kitleniyor.

Primola'nın smokin giymiş sahibi masaya yaklaşıp istek olup olmadığını soruyor. Ayrılırken hafifçe boyun kırıp ‘Peki efendim, Bay Bonanno’ diyor. Bonanno, eski gücünü kaybetmiş bir Mafia ailesinin adı. Komşu masadaki saygın görünüşlü İtalyanlar Mafia'mı, yoksa isim benzerliği mi? Ne olursa olsunlar romantik meltemlerin estiği yan masada yiyip-içmesini bilen, lokantaya görünüş zevki katan insanlar bunlar. Nesli giderek tükenmekte olsa da.

Şimdilerde ise Amerikan gençliği göz temasıyla başlayıp, sayfa arasında kuru menekşeli mektuplarda ilerleyen ilişkilerden tamamen habersiz. ‘Platonik’ sözcüğünü bilgisayar aleti sanan gençler duyguların kolay elde edilen cinsel tatminlerde kaybolduğu elektronik bir alem içinde yaşıyor. İnternet yoluyla haberleşme, şiddet ve sapık seks öğreten video programları çocuk yaşlarda his, duygu masumiyetini karartıyor. Aile değerleri, toplum düzeni rapçilerin ölüm, otoriteye baş kaldırmayı teşvik eden liriklerinde kayboluyor. Kulakları sağır eden ağır metallic grupların sahnelerde açık-seçik seks gösterileri, 30'unu aşmışların yaşlı diye kabul edilmediği klüplerde yaygın uyuşturucu tutkusu tehlikeli miras bırakıyor gelecek kuşaklara. Tüpünden çıkmış diş macunu gibi bu gidişatın geri dönmesi artık mümkün görünmüyor. Refah ortamında sorumsuz yaşam süren Amerikan gençliği üçüncü bin yıla böyle karanlık bir tablo içinde girmeye hazırlanıyor.

Primola'yı terkederken adını yenilerin duyduğunu sanmadığım Caterina Valente bir zamanlar listebaşı olan ‘The Breeze and I’a başlıyor. Masalardaki mumlar birbirine göz kırpıyor. Dışarda bir polis arabasının sireni New York gerçeğini yankılıyor. Adres verdiğimiz taksi şoförüne kulak tırmalıyan müzik cızırtısını kısmasını rica ediyoruz.

Yazarın Tüm Yazıları