Nasıl da geçirdim yazısı

BANA ne aslında...

Değil mi?

Değil işte.

Beni ilgilendiriyor.

‘Dalga dediğin böyle geçilir, karşındaki insan da inceden inceye şöyle küçümsenir’ tarzı yazılar, portreler beni fena halde rahatsız ediyor.

Bir iki laf edesim geliyor.

Geldi...

Ediyorum.

*

Hayatta en kolay şey elinde kalem varsa, karşındaki insanı harcamak.

Lime lime doğramak.

Onu tiye almak.

Alay etmek.

Zekásını küçümsemek.

Hele varsa yazıyla bir aşinalığın, bileğin de oynaksa, zekan da ortalamadan fazlaysa, kendi tribünün de sana destek çıkıyorsa, el alemi itin münasip bir yerine sokmanı alkışlıyorsa, ona buna geçirdikten sonra, yelelerini okşayıp sana ‘Afferin be koçum! Ne güzel de geçirmişsin! Benim dilimin ucuna gelip söyleyemediklerimi söylemişsin’ diyorsa...

Bu artık senin üslubun olur.

Dilinden zehir damlar.

Kendini sarkastik zannedersin ama gittikçe kötülük kuyularından su çekersin.

Karşındakine bok atmadan yapamazsın.

‘Daha da fazla nasıl geçirebilirim, açığını yakalayabilirim, onu komik duruma düşürebilirim?’ diye kafa yormaya başlarsın.

Bu da bir trük neticede.

Senin de var olma biçimin budur.

Kim ne derse desin, kabul etsek de etmesek de hepimiz tribüne oynuyoruz, bir şekilde daha fazla okunmanın yollarını arıyoruz.

Bu da bir yol işte.

Kişilik-mişilik değil yani sadece.

Ama biliyor musunuz, sürekli birilerine kafa atarak yazı yazmak bana sevimsiz geliyor.

Demode geliyor.

Dahası ucuz geliyor.

*

Cumartesi günü Radikal 2’de Ayça Şen imzalı bir Banu Özdemir portresi okudum.

Üzüldüm.

Ayça adına.

Karşısındakini o kadar küçümseyen bir yazı yazmıştı ki, ben onun adına utandım.

O kadar tapon buluyorsan, yazma daha iyi kardeşim!

Özdemir’i ve yazdığı ‘Otuz Mumlu Pasta’ kitabını beğenmeyebilirsin ama nasıl olur da, senin karşına oturup sorularına cevap verme samimiyeti göstermiş biriyle, bu kadar açık alay edebilirsin?

Şu cümlelere bakar mısınız:

‘... Banu Özdemir, Saint Benoit’i bitirmiş. Hiç öyle serserilerle arkadaşlık yapmamış. Uyuşturucu kullanan arkadaşları olmamış, geceleri o bar senin bu kulüp benim gezmemiş, hiç sigara içmemiş, her akşam iş çıkışı yogaya, aerobiğe, ahşap boyama kurslarına gitmiş, skuba dayving yapmış, geçenlerde kaptan ehliyeti almış ve üç bin parçalık bir pazıla başlamış. ‘Erkek arkadaşınla kesin tangoya da gitmişsindir’ deyince, ‘Hayır, salsaya gittik!’ dedi...

... Aslında Banu, annelerin hep olmasını istediği kız, İÜ İktisat’ı bitirip Işık Üniversitesi’nde işletme master’ı yapmış. Altı yıldır Eczacıbaşı’nda orta düzeyde yöneticilik yapıyor ve ciddi bir işte çalışıp bu tür ‘zıpır’ kitaplar yazmak hoşuna gidiyor... Feng Şui, yoga, meditasyon yaptığında depresyondan çıkıyor...

... Banu Özdemir ‘ortaya karışık’ kumpanyasının gerçek prototipi. Hatta Muhsin’e (Şen’in fotoğrafçı arkadaşı) ‘Muhsinciğim bak şu anda bir prototiple birlikteyiz’ dediğimde, Banu samimi ve ışıltılı bir gülümsemeyle ‘Evet, biz ofis kadınları hep böyleyiz’ dedi.

... Bu arada tütsü burnuma tütüm tümüm tütüyor ve ben de ona kenarları geniş don giydiğimi söylüyorum, yüzünü buruşturuyor, uzun süre inanamıyor ve ikna olunca da hiç şansım olmadığını söylüyor.’

Biliyor musunuz...

Ben de Ayça Şen’in şansının olmadığını düşünüyorum ama g-string don giymediği için değil, hayata karşı bu kadar öfkeli olduğu, kendine benzemeyenleri küçümsediği ve kendini herkesten zeki zannettiği için!

HAMİŞ: Yetmemiş! Yazıdan çıkarılacak dersler olarak da Ayça Şen şöyle inciler sarf etmiş: ‘Banu çok efendi kız. Tipik evlenmek istenilecek kız. Ama sonra kocasının kasetleri yakalanır mı bilemiyorum. Gerçi çok bakımlı, g-stringli, kendine saygılı, temiz ve hırslı bir kız ama... Ayrıyeten ölene kadar mutlu ve ayak dolu beraberliğe inanacak kadar da genç ve umut dolu... Ay ben şiştim, size iyi haftalar!’

HAMİŞ 2: Birilerinin birilerini bu kadar acımasızca tiye alması karşında ben de şiştim!
Yazarın Tüm Yazıları