Murat Bardakçı: Cüppelinin böylesini padişah da tepelerdi

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Gündemi günlerdir işgal eden Cüppeli Ahmet Hoca gibileri Osmanlı döneminde de sık sık ortaya çıkmış, devlet yerine göre kimisine müsamaha göstermiş, kimisini kullanmış ama zamanı gelince mutlaka ortadan kaldırmıştı. İşte, o zamanın Cüppeli Ahmet Hoca'larından olan Kadızadeliler'in macerası ve aynı zamanda ‘‘Halife’’ olan hükümdarın, Dördüncü Mehmed'in ‘‘Şeriat isterüz’’ diyenlerin tepesine binmesinin öyküsü...

Haftanın yıldızı, Cüppeli Ahmet Hoca'ydı. Minberde tiz sesiyle haykırması yolundan gidenlere şifa veriyor, hele ‘‘Depremden arta kalanlar da yakında geberirler inşaallah’’ demesiyle vecde geliyorlar ama onu bilmeyen şaşırıyor, ürküyor, hayrete ve nefrete düşüyorlardı.

Aslında Ahmet Hoca gibilerinin bizi hiç şaşırtmaması lázımdı, zira böyleleri geçmişte hep várolmuş, etraflarına her zaman birilerini toplamış, zamanla devlete sızmış, hattá bazen devlet tarafından kullanılmış ama zamanı gelince mutlaka tepelenmişlerdi. 17. yüzyılda İstanbul'u kasıp kavuran, sarayı bile elde eden ve tarihlere ‘‘Kadızadeliler’’ yahut ‘‘Fakılar’’ diye geçen harekette olduğu gibi...

Harekete ismini veren Kadızade, 1600'lerin başında doğdu. Balıkesirli bir kadının oğluydu. Zamanın en büyük álimlerinden olan Birgili Mehmed Efendi'nin derslerine devam etti, sonra camilerde vaazlar vermeye başladı ve zamanla İstanbul'un en meşhur vaizi oldu. Kürsüye önce Sultanselim camiinde çıktı, şöhreti artınca Ayasofya'ya taşındı.

İslamiyet'in ilk zamanlarındaki haline dönülmesini istiyordu. Ona göre ölülerin arkasından kırkıncı gün duaları yapmak, mevlid okutmak, ölenin ruhu için helva yaptırıp yemek, hatta Kur'an'ı makamla okumak bile haramdı, dinden çıkmak demekti. Zenginlerin zevke ve safaya daldığını, rüşvetin heryeri sardığını, Anadolu'nun yanıp yıkıldığını, halkın zulüm yüzünden dağlara çıktığını, şarap içilmedik ve afyon çekilmedik yer kalmadığını söylüyor, ‘‘Şeriat!’’ diyordu.

Kadızade her taraftan yandaş toplamaya başladı ve vaazlarını verdiği Ayasofya Camii bir anda İstanbul'un en geniş dini akımının mekánı oluverdi. Ama ömrü fikirlerinin saraya sızdığını, zamanın hükümdarı Avcı Mehmed'i bile etkilediğini görmeye yetmedi. 1635'te öldü, yerini ‘‘Ustuvanî’’ unvanını kullanan bir Arapla Vánî Mehmed ismindeki talebeleri aldı. Ustuvanî'nin Arabistan'da adam öldürüp İstanbul'a kaçtığı ve adını değiştirip vaizliğe başladığı sonradan ortaya çıkacaktı.

Kadızadeliler zamanla devleti ele geçirme çabasına girdiler. Oruç ve farz olan namazlar dışındaki ibadetlerin hepsini haram sayıyorlardı. Tekkelere bile karşıydılar, zira tekkelerin din ve dünya hayatını birbirinden ayırdığına inanıyorlardı. ‘‘Devlete İslámi kimlik vermek ve şeriatı kurmak’’ adına bir hayli tekke şeyhini idam ettirdiler, Mevlevi seması bile yasaklandı.

Saray Kadızadeliler'i bir müddet başka güç odaklarına karşı kullanmış, ama Kadızadeliler kullanıldıklarının farkına varmayıp devlete hakim olmak üzere bulunduklarına inanmaya başlamışlardı. İlk darbe zamanın sadrazamı Köprülü Mehmed Paşa'dan geldi. Fatih Camii'nde toplanan bir grup bir cuma namazından sonra ‘‘Şeriat isterüz’’ deyip tekbirlerle sokağa dökülünce Paşa hepsini toplattı, bir kısmını boğdurdu, hareketin liderlerinden Ustuvánî'yi, Divane Mustafa'yı ve Türk Ahmed'i Kıbrıs'a sürdü.

Son temizlik, birkaç sene sonra bizzat Avcı Mehmed'in elinden geldi. Sarayda hálá sözü geçmekte olan Vánî Mehmed'i Bursa'nın bir köyüne sürgüne yolladı, adamlarını da dört bir yana dağıtı. Sonra İstanbul'daki mollalarla şeyhlerin önde gelenlerini huzuruna topladı ve ‘‘Bundan böyle molla camiinden, şeyh tekkesinden çıkmayacak, kimse kimsenin işine karışmayacak! Karışanı tepelerim’’ buyurdu.

Bundan üç asır öncesinin Cüppeli Ahmet'lerinden birinin macerası işte böyle... Bol sayıda örneklerini bildiğim Cüppeli Ahmet'lerin sonuncusunu hafta başında TV ekranında gördüğüm zaman hiç şaşırmadım, ‘‘Zamanı gelir, bu Ahmet de gider’’ diye düşündüm.

315 yıl arayla ikinci Viyana konseri

Viyana'da önceki hafta Kültür Bakanığı'yla beraber bazı bankalarin ve şirketlerin sponsor ettikleri enteresan bir konser vardı. Adı ‘‘Mehter'den Alaturka'ya’’ydı, sahneye ilk bölümde mehter takımı çıktı, sonra orkestra Haydn, Mozart ve Beetoven'le bazı Türk bestecilerin eserlerini icra etti.

Osmanlı Devleti'nin 700. Kuruluş yıldönümü kutlamaları çerçevesinde verilen bu konser, bana bundan tam 315 yıl verilen bir başka konseri Viyana'ya yaptığımız bir başka kültür çıkartmasını hatırlattı. 1685'te İstanbul'dan Viyana'ya giden bir elçilik heyeti mehteri ve canbazları da beraberinde götürmüş, mehter şehrin en işlek mekánlarında her gün konserler vermiş ve Türk Müziği Avrupa'da ilk defa canlı olarak icra edilmişti.

Geçen gün konuştuğum Kültür Bakanı İstemihan Talay Viyana'daki konserden bahsederken ‘‘Yüzyıllar önce siláhlarımızın sesini işitmiş olan Viyana'ya, bu defa müziğimizi duyurduk, asırlar sonra siláh yerine sanatla çıkartma yaptık’’ dedi.

Mehterin Viyana'daki ikinci konserini 315 yıllık bir aradan sonra vermesinin ve bu son konserin modern Türkiye'nin çağdaş görüntüsünü ciddi biçimde yansıtacak şekilde düzenlenmesinin takdir edilecek bir çalışma olduğunu düşündüm ve haberini Avrupa'daki Türk Müziği'ni birkaç asır arayla gösteren iki resimle beraber vereyim dedim.

Çapkının azgını

kediyi kız sandı

İnternette siyam kedileri için açılan sayfaya verilen eş arama ve çiftleşme ilanlarını pek çok genç yanlış anladı. Kedi için ‘‘Kızımız’’ ifadesi kullanıldığından olacak, siteye ‘‘Avukatım. Çok romantik anlar geçireceğiz’’, ‘‘21 yaşında azgın bir boğayım’’, ‘‘Hoş bir oğlanım, senelerdir kız arkadaş bulamadım’’ gibisinden mesajlar geldi.

Dr. Deniz Çetin, bundan iki sene önce internette bir ‘‘Siyam Kedileri Klübü‘‘ kurdu. Aralarında bendenizin de bulunduğu Siyam kedisi sahipleri Deniz Bey'in açtığı sitede buluşup sohbet ediyor, kedilerinin fotoğraflarını gönderiyor, bilgileniyor ve eş arama ilánları veriyorlar.

Bu ilánlar Siyam kedileri gibi sevimli mahlûklar için bir hayli önemli. Zira son derece nadir oldukları için kendi cinslerinden eş bulmalarında zorluk çekiliyor ve sahipleri bu ilánlar sayesinde hem kedilerinin mürüvvetini görüyor, hem de doğan yavruları meraklılarına dağıtıyorlar.

Ama ilánları birileri yanlış anlamış, dişi kedileri bekár hanım zannetmiş ve Deniz Bey'in sayfası ‘‘Erkeğiniz telefonunuzu bekliyor’’ diyen cevabi mesajlarla dolmuş. Anlayışlarına hayran olunacak azgın çapkın talipler arasında avukatı da var, bilgisayarcısı da, polis adayı da, öğrencisi de...

İşte, Ahmet Dumanlı'nın sahip olduğu bir Siyam ailesinin fotoğraflarının eşliğinde yalnızlık canlarına tak ettiğinden olacak kediyle insanı ayırdedemeyen yahut kendisini kedi zanneden bazı azgın çapkınların gönderdiği mesajlardan birkaçı:

Evlenmek istiyorum. Avukatım. Kendi bürom var. Yaşım 30. İşim iyidir. Sadece kendime ait bir kadınım olmasını istiyorum. Çok romantik anlarımız da olacak. Gezeceğiz, tatile çıkacağız. Tabii evliliğin doğal sonucu olan seksi de ihmal etmeyeceğiz. Bu konuda değişken olacağız. Sadece bir türlü sekse bağımlı kalmayacağız. Sinan/Ankara.

Mutsuz bayanlar mutlu edilir (Jigo). Beni arayacak bayanların yaşı lütfen 40'dan fazla olmasın. Hakan/İstanbul.

Kadir Has Üniversitesi Bilgisayar Bölümü. Senelerdir kendime bir kız arkadaş bulamadım. Aslında tipim de yerinde, hoş bir oğlanım. Son şansım bu diye düşünüyorum. Ya siz, ya da ömür boyu yalnızlık. Lütfen yalvarıyorum,biri arasın. Hoze/Tekirdağ.

Yüksek tahsilliyim. Kendime ait özel işim var. Evim ve arabam da. Aradığım kızın tahsilli, çalışan, evine ve işine bağlı olması bence yeterlidir. İlker/Balıkesir.

1.85 boyunda, esmer, 22 yaşındayım. Kızlar ne duruyorsunuz, telefonlara sarılın da yuvamızı biran önce kuralım. Mustafa/Polis Akademisi, Gölbaşı Ankara.

Çok çekici biriyim. Ararsanız memnun olurum. Galatasaraylıyım. Hasan/Adana.

21 yaşında azgın bir boğayım. Kendime eş arıyorum. İlgilenen bayanlara duyurulur. As/İstanbul.

Yazarın Tüm Yazıları