Müneccimin işi zordu, hem fal bakar hem iftar vaktini belirlerdi

İnsanoğlu varolmasından buyana geleceği hep merak etmiş, her zaman bir "yarın" endişesi ve merakı ile yaşamış ve bunun için çeşit çeşit yollar denemişti.

Medet umulan yollardan biri de, yıldızlar ve gezegenler idi. Gelecek tahminleri yıldızların hareketine göre yapılır, hattá önemli bir iş için yıldızların "eşref saatinin", yani "uğurlu" zamanının gelmesi beklenirdi.

İşte, şimdilerde "astroloji" dediğimiz yıldızların hareketinden geleceği öğrenme işine eskiler "ilm-i nücum" derlerdi ve sadece sıradan halk değil, devletin en tepesindekiler bile ilm-i nücuma oldukça meraklıydılar. Sadrazamlar, vezirler ve paşalar önemli işlerin arefesinde yıldızların vaziyetini sorar, hareketlerini gökyüzünün hareketine göre ayarlarlardı. Üstelik aynı işi bazı padişahlar bile yaparlar ve sarayda kadrolu "müneccim"ler, yani yıldız falcıları bile tutarlardı. Yıldız uzmanlarının en kıdemlisinin unvanı, "müneccimbaşı" idi.

VAKİT HESAPLAYICILARI

Müneccimlerin görevi, sadece hükümdarın yıldızlara göre falına bakıp gününün iyi yahut kötü olacağını tahmin etmek değildi. Devlet için hayati önem taşıyan olayları da değerlendirirlerdi.

Eşref saati bulmak için için gökyüzü haritaları açılır ve yıldızlara bakılırdı. Gök cisimlerinin hareketiyle insanın tabiatı arasında bir bağlantı bulunduğu yolunda binlerce sene boyunca varolan inançlar doğrultusunda herşey gözden geçirilir, gökyüzünün hükümdarın doğumu sırasındaki durumu yıldızların o andaki vaziyetiyle karşılaştırılır ve eşref saat işte böyle büyük çabalardan sonra belirlenirdi.

Müneccimin görevi sadece falcılık değildi ve "zic" denilen gök haritalarının hazırlanması, takvim çıkartılması ve namaz saatleriyle iftar vaktinin belirlenmesi gibisinden astromi ile alákalı işlere de bakarlardı. Unvanları, işte bu akademik tarafları sayesinde sonraki devirlerde "vakit hesaplayıcı" demek olan "muvakkıt"a çevrildi.

İşte, müneccimlerle ilgili olarak tarihlere geçmiş öykülerinden biri:

Üçüncü Selim, 18. yüzyılın sonlarında Ratib Efendi’yi "resülküttab"lık makamına getirmeye, yani dışişleri bakanı yapmaya karar verir ve kararını Ratib Efendi’ye bizzat tebliğ eder. Efendi peşpeşe teşekkürler sıralayıp hükümdarın ömrünün uzun olması için dualar ettikten sonra padişahtan garip bir talepte bulunur: "Aman hünkárım" der, "Bugün eşref saatimde değilim. Yarın benim için çok daha hayırlı olacak. Tayinimi resmen yarın emir buyursanız..."

MÜNECCİM HAKLI ÇIKTI


Padişah "peki, öyle olsun" der ve Ratib Efendi’ye ertesi sabah erkenden saraya gelmesini söyler. Ama o gün öğleden sonra vazgeçer ve aynı göreve bir başkasını tayin eder. Adamlarını çağırır, "Ratib Efendi, haklı çıktı" der. "Bugün, hakikaten iyi gününde değilmiş; baksanıza, reisülküttablık nasıl da gitti elinden. Ama falına kim baktıysa işinin erbabıymış. Şimdi, o müneccimin kim olduğunu öğrenip huzuruma getirin, bir de benim yıldızıma baksın..."

Sirkeli tavşan kebabı

Bir bütün tavşan arzu edilen şekilde doğranır ve iki-üç defa yıkandıktan sonra kanının temizlenmesi için birkaç saat suda bırakılır. Şişlere geçirilip hafif ateşte çevrilirken beş-on diş sarmısak biraz tuz ile havanda dövülüp iki fincan sirke ve iki fincan da yağ ilávesiyle yine hafif ateşte karıştırılır ve bir kenara konur. Etler ateşte kızarıp suları damlamaya başlayınca, hazırlanmış olan bu sarmısaklı sıvıdan üzerlerine tavuk telesiyle ağır ağır sürülür ve arzu edildiği kadar pişmelerinden sonra bir sahana konurlar. Artan yağ ile sirke de etlerin üzerine dökülür, bu defa sahanla beraber yeniden ateşe konur ve sirkeyle yağ azalıncaya kadar tekrar pişirilir.
Yazarın Tüm Yazıları