Hele ki iyi bir kariyere sahip, büyük umut ve beklentilerle, yüksek bir bonservis ücreti karşılığında transfer edilmiş bir oyuncuysa...
Önce takımının sonra bireysel hedeflerinin peşinden azimle, hırsla, sebatla gitmesi; kendisine biçilen değerin, kendisine gösterilen teveccühün karşılığını bittamam vermesi gerekir.
Görevini layıkıyla yapması bir lütuf değil, mesleki sorumluluğunun karşılığıdır.
Ancak gelin görün ki bu bilinçten uzak görünen, ileriye değil, her geçen gün geriye giden, içende bulunduğu durumu düzeltmeye yönelik bir yönelimden uzak bir futbolcu profili var karşımızda.
Bir zamanlar A Milli Takım'ın değişmezleri arasına giren, Roma'da bir Gladyatör'e dönüşen, Premier Lig'e kadar yükselen, dünyanın fiziksel açıdan en zorlu liglerinden kabul edilen Ligue 1'de yeniden kendini bulan Cengiz Ünder, transfer rekoruyla geldiği Fenerbahçe'de yokları oynuyor.
Geçen sezon İrfan Can Kahveci'nin arkasında kalan, yeteneklerinden birkaç maçta esintiler sunan (İstanbulspor, Kayserispor, Ankaragücü maçları), koca bir sezonu ikinci adam olarak tamamlayan Cengiz, bu sezon ikinci tercih dahi olabilmiş değil.
Allan Saint-Maximin, Dusan Tadic ve İrfan Can Kahvecili Fenerbahçe'de takım arkadaşlarının gerisinde kalan, ligde yalnızca 22 dakika süre alabilen, rotasyona gidilen Union Saint-Gilloise mücadelesinde bu sezon ilk kez 11'e girebilen Cengiz Ünder, yine hayal kırıklığı yaşattı.
Fenerbahçe'nin Union Saint-Gilloise karşısındaki vasat, hatta kötü oyununu atlatmak için önce derbi mağlubiyetine değinmek gerekir.
Derbilerde alınan olumsuz sonuçlar mağlubiyetten ötedir...
Fabrikadaki Ahmet'ten memure Ayşe'ye, öğrenci Zeynep'ten asker Mehmet'e kadar her kesime sirayet eder.
Üzer, can sıkar, yürek yakar, mutsuz eder, hüzne boğar...
O günü, haftayı, belki de ayı çekilmez kılar...
Ancak en kötüsü; sahada, yeşil çimde, dövüş meydanında mücadele veren oyuncuların olumsuz etkilenmesidir.
İşte tam olarak Fenerbahçe - Union Saint-Gilloise maçında gördüğümüz gibi!
Fenerbahçeli futbolcular; Fenerbahçe'nin oyuncusu değilmiş gibi, profesyonel değilmiş gibi, arkalarında milyonlar yokmuş gibi, başlarında dünyanın gördüğü en büyük teknik direktörlerden biri yokmuş gibi oynadı ya da oynamaya çalıştı.
Öyle bir derbi izledik ki bir an olsun gözlerimizi maçtan alamadık, bir an olsun bulunduğumuz yerden ayrılamadık...
Kontrol mekanizmasının devre dışı kaldığı çılgın derbide; daha akılcı, daha sakin, soğukkanlı ve bulduğu fırsatları değerlendirme anlamında çok daha becerikli olan Galatasaray kazandı.
İSTATİSTİKLER FARKLI SÖYLÜYOR
Fenerbahçe ise Galatasaray'dan daha çok gol fırsatı yakaladığı (Gol beklentisi: 3.40-1.41), daha çok şut çektiği (24-13), daha çok isabetli şut bulduğu (10-6) daha çok rakip ceza sahası içinde topla buluştuğu (42-19), daha çok orta yaptığı (27-12), daha çok isabetli orta yaptığı (11-2) derbiden mağlup ayrılmanın üzüntüsünü yaşadı.
PANİK VE BECERİ FAKTÖRÜ
Her açıdan üstün olduğu maçta Fenerbahçe'yi Galatasaray karşısında geriye düşüren en temel faktör panikti.
Evet, panik, telaş ya da endişe, her ne derseniz...
Maç boyunca Fenerbahçeli oyuncuların yenemediği ancak Galatasaray'ın Torreira'nın golüyle üstünden attığı bu his, belki de maçın en belirleyici faktörlerinden biri oldu.
Futbol sahalarında yaşanan ırkçılık olayları; toplumsal eşitliği, hoşgörüyü, barışı ve dostluğu olumsuz etkilerken nefret tohumları ekilmesine ve karşıtlıkların artmasına neden oluyor.
Eşitliğin, adil yarışın ve sportmenliğin ön planda olması gereken bu sporda; kimi zaman sahada içinde, kimi zaman tribünde, kimi zaman sosyal yaşamda, kimi zaman dijital ortamlarda kendini gösteriyor ırkçılık...
Yalnızca olayın ana aktörlerini değil, yan aktörleri de ruhsal yönden kötü bir biçimde etkileyen bu onur kırıcı davranış, maruz kalan oyuncularda depresyon gibi mental sorunlara yol açabiliyor.
Kimi vakit sözlü taciz, kimi vakit fiziksel taciz şeklinde hortlayan ırkçılığı önlemek adına devletler, federasyonlar ve sivil toplum kuruluşları sert ve caydırıcı cezalarla toplumsal bilinç oluşturmaya çabalıyor.
FIFA ve UEFA gibi uluslararası futbol organizasyonları, ırkçılıkla mücadele için daha sert protokoller uygulamaya devam ederken bu tarz saldırıları önlemekte yetersiz kalıyor.
Futbol sahalarında ırkçılığı engellemek için üç adımlı yeni bir prosedür başlatan FIFA, ırkçı saldırıya uğrayan futbolculara oyunu durdurma hakkı tanıyarak yeni bir dönem başlattı.
Karar uyarınca futbolcular, ırkçılığa maruz kaldıkları durumda ellerini bileklerinden çaprazlayarak hakeme işaret verecek ve hakemler de üç adımlı bir prosedürü uygulamaya koyacak.
Napoli'nin 33 yıllık şampiyonluk hasretine son vermesindeki en büyük aktörlerden olan, 2023 yılında Afrika'da yılın futbolcusu seçilen, aynı zamanda 2023 Ballon d'Or töreninde sekizinci sırada yer alarak ödül tarihinde ilk 10'a giren ilk Nijeryalı oyuncu olma unvanına sahip olan Victor Osimhen'in çocukluğu dram filmlerini aratmayacak cinsten.
ERKEN YAŞTAN HAYATIN YÜKÜNÜ OMUZLADI
Dünyanın en değerli golcülerinde biri olarak Avrupa futbolunda fırtınalara estiren Nijeryalı golcünün yaşamı büyük zorluklarla geçti.
1998'de Nijerya'nın Lagos şehrinde, altı kardeşin en küçüğü olarak dünyaya gelen Osimhen, küçük yaşta annesini kaybetti.
Çok fakir bir ailede gözlerini dünyaya açan Victor Osimhen, erken yaşta hayatın yükünü omuzlarında hissetti.
Lagos Eyaleti'nin Oregun/Ojota bölgesindeki Olusosun bölgesinde derme çatma evlerden birinde çocukluğunu geçiren Osimhen, geçimini sağlamak ve aile bütçesine destek olmak için su satıcılığı yaptı.
Çıplak ayakla arabaların peşinden koşarak su satmaya çalışan küçük Osimhen, bir yandan da hayallerini süsleyen ve ailesini yoksulluk belasından kurtarmanın çözümü olarak gördüğü futbola gönül veriyordu.
Fanatizmin körüklendiği, rakibin düşman yerine konulduğu, şiddet, kavga ve provakatif sloganların kanıksandığı, saha içi ve dışında ayrımcı söylemler ve fiziksel saldırıların yaşandığı bir oyunda hele ki...
Kimsenin kendinden olmayanı onaylamadığı, şu ya da bu sebeplerle çeşitli ithamlarda bulunmayı alışkanlık haline getirdiği, sudan sebeplerle eleştiriler savurduğu bir oyunda hele ki...
İşte Ferdi Kadıoğlu, böyle bir cadı kazanında; efendiliği, alçakgönüllülüğü, saygılı ve sportmen tavrı, çalışkanlığı, azmi, disiplini, adanmışlığı ve naif kişiliğiyle tam bir örnek oyuncu ve Mustafa Kemal Atatürk'ün deyişiyle, "Zeki, çevik ve ahlaklı" bir sporcu olarak zihinlerde olumlu izler bırakan nadir yeteneklerden biri oldu.
ÇOCUK GİRDİ, YETİŞKİN ÇIKTI
2018 yılında Hollanda'nın NEC Nijmegen takımında henüz 18 yaşındayken Fenerbahçe'ye katılan Ferdi Kadıoğlu, toy bir genç olarak girdiği sarı lacivertli camiadan; Avrupa Şampiyonası, Avrupa Ligi, Konferans Ligi, Süper Lig ve Türkiye Kupası'nda onlarca maç oynamış deneyimli bir futbolcu olarak çıktı.
Fenerbahçe kariyerine U19 ve U21 takımlarında başlayan Ferdi Kadıoğlu, A takım formasıyla ilk resmi maçına Aralık 2018'deki Türkiye Kupası müsabakasında çıktı.
Ferdi Kadıoğlu, 2019-2020 sezonunda ise Süper Lig ve Türkiye Kupası'nda toplamda 31 maçta forma giyip 11 gole katkı vererek tüm dikkatleri üzerine çekti.
PEREIRA İLE MEVKİSİNİ BULDU
Fred'in Fenerbahçe'nin oyun dinamiklerindeki önemi herkesin malumu...
Dün birkez daha gördük ki Fredli Fenerbahçe'de, Sebastian Szymanski'nin de İsmail Yüksek'in de performansında büyük yükseliş yaşanıyor.
Süper Lig'in iyi takımlarından Rizespor karşısında alınan 5-0'lık farklı galibiyette takımın genelinin iyi oyunu görülürken başta Fred olmak üzere Çağlar, Djiku, Mert Müldür, İsmail Yüksek, Szymanski, Allan Saint-Maximin, Tadic ve Dzeko'nun performansları üst seviyedeydi.
Fenerbahçe'nin merkez üçlüsü İsmail, Szymanski ve Fred'in dinamo gibi çalıştığı, topa ve oyuna hükmettiği, pas kalitesini üst seviyeye çıkardığı, doğru pozisyon alma ve agresif baskıyla orta alandaki topları süpürdüğü, ara koşular ve etkili paslarla rakibe zor anlar yaşattığı maçın kahramanı yaptığı hat-trick ile Brezilyalı yıldız oldu.
FRED VARSA İŞLER YOLUNDA
Biz de rakamları konuşturarak Fredli ve Fred'siz Fenerbahçe'nin Süper Lig'deki puansal değerlerini ele aldık.
Geçen sezon İsmail Kartal yönetiminde 99 puan toplayan sarı lacivertliler, Fred'in sakat ve cezalı olduğu dönemlerde büyük zorluklar yaşarken ortaya çarpıcı bir istatistik çıktığını görmüştük.
Fenerbahçe'de başkanlığı süresince diğer branşlarda büyük başarılara imza atsa da futbolda istediği hedeflerin uzağında kalan Ali Koç yönetimi, ülkemizde sporun lokomotifi kabul edilen futbolda önemli bir oyuncu ihracatçısı konumuna geldi.
2018 yılında büyük beklentilerle Fenerbahçe'nin başına geçen Başkan Ali Koç, kulübün içinde bulunduğu mali sorunlar ve Finansal Fair-Play (FFP) engelini aşmanın yolunun, "Benfica modeli"ni uygulamaktan geçtiğini vurgularken "Benfica'nın yapısı Fenerbahçe'ye çok benziyor. Dernek, 100 bini aşkın üyesi var. Birden çok spor branşı var. Çok borcu vardı, batak durumdaydı. Şimdi inanılmaz bir akademisi olan, sattığı oyuncularıyla tüm borçlarını ödemiş, çok iyi işleyen bir kulüp halinde" ifadelerini kullanmıştı.
Tüm branşlarda sürdürülebilir bir sportif başarı için büyük önem arz eden güçlü mali yapının, üretimle sağlanabileceğinin altını çizen Fenerbahçe Başkanı Ali Koç, futbolda şampiyonluk hasretine son veremese de kulübü oyuncu yetiştirip önemli gelirler elde eden bir yapıya dönüştürdü.
6 YILLIK DÖNEMDE GELENLER
Eski Başkan Aziz Yıldırım döneminde transfer edilen Eljif Elmas'la başlayan süreci, 2018-19 döneminde NEC Nijmegen'den Ferdi Kadıoğlu'nu (1.4 milyon Euro) Fenerbahçe'ye katarak sürdüren Fenerbahçe, aynı sezonda Brezilya'dan gelecek vadeden orta saha oyuncusu Jailson'u (4.9 milyon Euro) ve Michael Frey'yi transfer etti.
2019-2020 sezonunda genç ve yatırımlık isimleri takıma katan Fenerbahçe; Vedat Muriqi (5.6 milyon Euro), Altay Bayındır (1.5 milyon Euro), Allahyar Sayyadmanesh (753 bin Euro), Murat Sağlam (bedelsiz) gibi oyuncularla sözleşme imzaladı.
Süper Lig'in 2020-2021 sezonunda daha tecrübeli ve kalitelerini ispatlamış isimlerin yer aldığı bir kadro oluşturan sarı lacivertliler; İrfan Can Kahveci (7 milyon Euro), Attila Szalai (3.86 milyon Euro), Bright Osayi-Samuel (508 bin Euro), İsmail Yüksek (65 bin Euro) gibi önemli gelirler elde edebileceği isimlerin yanı sıra, Kemal Ademi (1.39 milyon Euro) ve Mauricio Lemos (1.5 milyon Euro) gibi fayda sağlayamadığı oyuncuları da transfer etti.
Yeri geldi açık hava müzesi, yeri geldi açık hava tiyatrosu, yeri geldi dev bir konser alanı oldu dünyanın en tarihi şehirlerinden Paris'in tarihi meydanları, caddeleri, sokakları ve Seine Nehri...
Sporu, tarih ve sanatla harmanlayan Fransa; gözbebeği Paris'in kültürel, tarihsel, sanatsal mirasını büyük bir görkem ve coşku içinde; sanatçılar, müzik grupları ve dansçıların eşliğinde gözler önüne serdi.
Fransız aktör ve sanat yönetmeni Thomas Jolly'nin tasarladığı açılış töreninde, Paris'in Notre Dame Katedrali, Paris Belediye binası, Louvre Müzesi, Tuileries Bahçesi, Les Invalides Anıtı, Grand Palais ve Eyfel Kulesi etkileyici bir koreografiyle dünyaya kapılarını açtı.
"EKMEK BULAMIYORLARSA PASTA YESİNLER"
Napolyon Bonapart'tan Jeanne d'Arc'a, Victor Hugo'dan "Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler" sözünün mâl edildiği Kraliçe Marie Antoinette'ye, Marie Curie'ye, Arsen Lüpen karakterinin yaratıcısı Maurice Leblanc'a kadar tarihte yerini almış önemli isimler bir bir işlendi.
FRANSIZ DEVRİMİ İŞLENDİ
Mutlak monarşinin yıkılıp cumhuriyet rejimine geçilmesine yol açan, çağ kapatıp çağ açan Fransız Devrimi'ne önemli vurguların yapıldığı senaryoda, Sen Nehri'ni bir otoyol gibi kullanan Fransızlar; Louvre Müzesi, Notre Dame Katedrali (Victor Hugo'nun Notre Dame'ın Kamburu'nu okumanızı öneririm), Alexandre Köprüsü ve Eyfel Kulesi gibi simge yapıları sanatsal bir kurguyla izleyenlerin beğenisine sundu.
Fenerbahçe, Lugano maçlarında olduğu gibi Lille karşısında da ilk bölüme oldukça tutuk, kabullenmiş ve agresiflikten uzak bir şekilde başladı.
Agresiflikten uzak, durağan bir şekilde oyunu geride kabullenen sarı lacivertliler, toplu oyunu iyi oynayan rakibine karşı pres silahını kullanmakta imtina ederken Allan Saint-Maximin'in hızlı çıkışları ve uzun toplarla rakip kalede etkili olmaya çalıştı.
Edin Dzeko ve Dusan Tadic'in gününde olmadığı maçta sağ kanadından mahrum kalan Fenerbahçe, Ferdi Kadıoğlu'nun Lille'in Tiago Santos ve Thomas Meunier ile etkili kullandığı sağ kanadı müdafaa etmeye çalışması nedeniyle, sol kanadını da yeterli verimlilikte kullanamadı.
Oyunu tamamen sağ kanadı üzerinden kuran Lille; Tiago Santos, Thomas Meunier, Remy Cabella ve zaman zaman Hakon Arnar Haraldsson'un desteğiyle temsilcimizin sol kanadında tahakküm kurdu.
Allan Saint-Maximin'in de ilk maçtan ötürü yeterli savunma katkısını verememesi nedeniyle Ferdi Kadıoğlu üzerinde hiç görmediğimiz kadar üstünlük kuran Fransızlar, Tiago Santos'un öncülüğünde gol pozisyonlarına girdi.
Gol fırsatı yakalasak da pek de iyi olmadığımız bölümde hızlı kullanılan taç atışında Tiago Santos'un taşıdığı topta talihsiz bir golle geriye düştük.
Portekizlinin bireysel çabasıyla ceza sahası içine gönderdiği top, her ne kadar Oostervolde'ye çarparak şanssız bir şekilde ağlarımızla buluşsa da yerleşik halde bulunduğumuz anda, taç atışından yediğimiz gol pek hoş olmadı.
Milli yıldızımız Arda Güler'in, özel maç da olsa El Clasico'da futbolunu sergilemesi bizler için bu karşılaşmayı daha da özel bir hale getirdi.
1.5 SAATLİK "ŞİMŞEK" ARASI
İlk düdükle birlikte hırslı ve enerjik bir şekilde başlangıç yapan Arda Güler, Real Madridli oyuncuların ayak uyduramaması ve Barcelona'nın eski günlerinden esintiler sunarcasına tiki-taka ile topun ve oyunun sahibi olması nedeniyle 12. dakikadaki "şimşek" engeline kadar yeteneklerini gösterme fırsatı bulamadı.
Stat çevresine düşen şimşekler sebebiyle karşılaşmanın hakemi oyuna ara verirken hem oyuncular hem tribündeki seyirciler yaklaşık 1 buçuk saat süren ara nedeniyle içeriye girmek durumunda kaldı.
Avrupa Şampiyonası'ndan hatırlayacağımız bu şimşek engeline, Luka Modrid başta olmak üzere bazı futbolcular "oynayabiliriz" diyerek itiraz etse de can güvenliğini önceleyen karşılaşma hakemi hava şartları elverişli olana kadar bekledi.
ARDA'LI REAL'E ARA YARADI
Bu ara ve yağan yağmur, Arda Güler'li Real Madrid'e yaradı...
Sultanlar öyle bir ilk iki set oynadı ki kendileri de izleyenler de bu performansı anlamakta güçlük çekti.
İlk andan itibaren üstünlüğünü hissettiren Hollanda karşısında bir varlık gösteremeyen A Milli Voleybol Takımı; öz güvensiz, dağınık ve odaklanamamış bir görüntü çizdi.
Çok fazla bireysel hata yaptığımız, kötü servis kullandığımız, etkili blok yapamadığımız ve rakibin 3'lü blokları karşısında çözüm bulamadığımız maçta ilk iki seti hediye ettik.
Takımın kaybedilen setlerdeki kötü oyunu, sonraki setler için iyi sinyaller vermezken Meliha'nın sorumluluk alıp kritik müdahaleler yapması, Aslı'nın hayati servisleri, Eda Erdem, Ebrar ve Hande'nin sayıları, süperstarımız Vargas'ın roket hızındaki smaçları ve tabii ki Gizem Örge'nin iyi savunmasıyla arzuladığımız kıpırdanmayı yaşadık.
İyi olmadığımız, normal performansımızın çok gerisinde olduğumuz, dağınık, tedirgin ve motivasyon sorunları yaşadığımız bir günde; rakibin çok iyi savunduğu, çok iyi servis kullandığı ve çok daha istekli göründüğü bir günde zor bir geri dönüşe imza atarak kazanmamız, umutlarımızın tükenmeye başladığı bir maçta bizleri oldukça mutlu etti.
Müsabaka sonunda Kaptan Eda Erdem'in yaptığı, "Bu kadar kötü voleybola rağmen sağlam kalıp bu maçı kazanmak bizim ne kadar güçlü olduğumuzu gösteriyor" sözleri de bu oyunla gelen galibiyetin önemini vurgular nitelikteydi.
VARGAS, VARGAS, VARGAS
İlk 20 dakikasını kötü oynadığı maçta, kalan 70 dakikayı rakibine oranla daha üstün oynayan Fenerbahçe, Dusan Tadic ve Edin Dzeko'nun önderliğinde sahadan 4 golle galip ayrılmasını bildi.
Sağ kanattan oyunu yönlendiren Tadic'in kilit pasları, rakip savunmayı dengesiz yakalatan ters topları ve adrese teslim ara paslarıyla; Edin Dzeko'nun organizasyon başarısı, oyun bilgisi ve golcülük özellikleri birleşince ortaya 4 gollü bir galibiyet çıktı.
Savunmanın kötü bir performans sergilediği, Fred'in pek de gününde olmadığı, Ryan Kent'in tamamen, Krunic'in kısmen eksik bıraktığı bir maçtan tur için avantajlı bir skor almasını bildi Fenerbahçe.
FUTBOLUN BİLGE KİŞİLİKLERİ
Lugano maçının kuşkusuz en dikkat çeken isimleri Dzeko ve Tadic olurken bizlere bir kez daha yaşın sadece bir rakamdan ibaret olduğunu gösterdiler.
Edin Dzeko ve Dusan Tadic; salt yeteneğin geçer akçe olmadığı futbolda disiplinli çalışmaları, azim ve kararlılıkları, motivasyon ve tutkuları, başarıya giden yoldaki fedakarlıkları, bilgi ve birikimleriyle futbolun bilge kişilikleri...
Düzenli bir yaşam sürmenin, disiplinli şekilde antrenman yapmanın, zihinsel kararlılığın profesyonel bir sporcu için ne kadar değerli olduğunu bir kez daha gösterdiler bizlere.
Evet, Youssef En-Nesyri ligimize adapte olmakta zorlanmayacak bir oyuncu olmasının yanı sıra, tam da Jose Mourinho'yu anlatan bir transfer...
Portekizli teknik adam; taktik disiplini ve futbol bilgisi yüksek, oyunu kurucu özellikleri olan, fiziksel gücü üst seviyede, hava toplarında oldukça etkili, hızı ve gol vuruşu becerisiyle fark yaratan, aynı zamanda liderlik vasfı da bulunan ve önem derecesi yüksek maçlarda sorumluluk alabilecek yıldız isimlerle çalıştı bugüne kadar.
Porto dönemine kadar gidecek olursak Chelsea'ye de götürmek istediği Benni McCarthy, atletik yapısı ve bitiriciliğiyle ön plana çıkan santrfordu.
Büyük başarılara imza attığı Chelsea'deki golcüsü Didier Drogba; fiziksel üstünlüğü, gol vuruşu becerisi, hava topu hakimiyeti, oyun bilgisi, mücadeleci yapısı ve liderlik vasfıyla tam bir Mourinho forvetiydi.
Inter döneminde hızı, teknik becerisi, son vuruşları, lider karakteriyle yine Samuel Eto'o ve futbolun ikon isimlerinden biri olan ve futbolseverlerde hayranlık uyandıran Zlatan Ibrahimovic de Mourinho'nun golcü seçimini anlatan isimlerdendi.
Yine Inter döneminde, Şampiyonlar Ligi'nin kazanılmasında büyük pay sahibi olan Diego Milito da fiziksel gücü ve yıpratıcı tarzıyla öne çıkmasa da pozisyon bilgisi, soğuk kanlı yapısı ve bitiriciliğiyle Mourinho'nun iyi forvetlerinden birisi olmuştu.
Real Madrid döneminde Portekizli süperstar Cristiano Ronaldo ve Karim Benzema ile birlikte Diego Costa, Romelu Lukaku ve fiziksel gücüyle öne çıkmasa da harika bitiriciliği, oyun zekası, pozisyon bilgisi, hava toplarındaki ustalığı, hücum organizasyonlarındaki liderliğiyle Harry Kane de tam bir Mourinho golcüsüydü.
Fenerbahçe'nin Sevilla'dan takıma kattığı 1.92'lik Youssef En-Nesyri, Mourinho'nun geçmiş yıllarındaki forvet tercihleriyle benzer özellikler taşıyor.
Tam da Avrupa Şampiyonası finalinin arifesinde, tam da heyecan dorukta, merakla, sabırsızlıkla beklerken...
Efsanenin, efsanesi olduğu kulübün taraftarına imza vermesi ve fotoğraf çektirmesiyle sarsıldı Türk futbolu...
Oysa çoktan kalplere atılmıştı, formalara atılan o imza...
Evet, 'şaşkınlık' yaratan bu olay, bir kez gerçekleşmedi üstelik.
Defalarca tekrarlandı; fotoğraflar çekildi, imzalar atıldı, hasbıhaller edildi, özlemler giderildi, yüzler güldürüldü, gönüller şenlendirildi...
'Suçun' tekrarı söz konusu yani (!)
Yıllarca formasını giydiği, başarıdan başarıya koştuğu, heykelinin dikildiği, kalplerde yer edindiği, taraflı-tarafsız tüm futbolseverlerin saygı ve sevgisini kazandığı ülkede, onu var eden kulübün taraftarını geri çevirmemesi garip bir soruna yol açtı.
Onu yüreklerinde ölümsüzleştiren, zihinlerinde efsaneleştiren, dillerinden düşürmeyen taraftarlar; sahada rakip, saha dışında eski bir dost olarak görecekleri kişiye sevgi gösterisinde bulunmuşlardı çünkü...
Yeri gelecek Kuzuların Sessizliği'ndeki Dr. Hannibal Lecter'ın yaşattığı gerilimi yaşayacak...
Yeri gelecek Sherlock Holmes'ten bir pasaj okur ya da izler gibi gibi meraka kapılacak...
Yeri gelecek bir Guy Ritchie filmi seyreder gibi heyecan ve aksiyona doyacak...
Yeri gelecek epik bir zafer ve dramatik bir yenilgiye şahitlik edeceğiz...
Seçim öncesi hakarete varan sert açıklamalar, mevcut yönetim ve yönetici adaylarına dair ortaya atılan iddialar, Jose Mourinho'nun imza törenindeki protestolar, yine transferindeki suçlamalar gösteriyor ki bizleri sinir harbi şeklinde, yüksek tansiyonlu bir seçim bekliyor.
Hem Ali Koç'un hem Aziz Yıldırım'ın son açıklamalarında yaptığı itidal ve sükunet çağrısı seçim günü kongre üyelerine ne kadar tesir eder bilinmez…
Fenerbahçe tarihinin en gergin, en olaylı, en heyecanlı seçimi olması muhtemel olsa da temennimiz olayların damga vurmadığı, kaybedenin kazanını tebrik ettiği bir seçim olması...
Temenniyi bir kenara bırakarak, 2018 seçimini de önümüze koyarak üst düzey bir güvenlik önlemi alınması gerektiği kesin.
Evvela lig diyerek yola çıkan Fenerbahçe'de sezona Süper Lig'de galibiyet rekoruyla başlayan İsmail Kartal,
yine rekorlarla sona erdirdiği maratonu kupasız tamamlamanın burukluğuyla ayrıldı.
Kulübün tarihine ligde en çok puan toplayan teknik direktör olarak geçen deneyimli hoca,
lig tarihinde de en çok puan toplayan ikinci takımın hocası olma şanssızlığını yaşadı.
27 maçlık yenilmezlik serisi yakaladığı ligde 99 puanı hanesine yazdıran, 4 derbi kazanan, deplasmanda namağlup unvanını alan, rekortmen takımın mimarı olan İsmail Kartal, tarihi bir sezona tanıklık ettiğimiz yarışta kupalar kazanamasa da saygı ve takdir kazandı...
Yönetici şiddeditiyle sarsıldığımız, Süper Kupa işkencesiyle sınandığımız, ehil yönetimleri mumla aradığımız, adil rekabet nidalarının atıldığı lig maratonunda muvaffak olamasa da alkışlarla uğurlandı camiasından.
Ancak...
Fenerbahçe başta olmak üzere birçok takımın hakemlerden şikayetçi olduğu lig ve yönetimin aldığı Süper Kupa finali dışında Konferans Ligi ve Türkiye Kupası'nda beklenileni veremedi İsmail Kartal...
Avrupa'daki temsilcimiz Fenerbahçe Beko, EuroLeague'de 5 yıllık özlemi dindirip Final Four'a yükselirken bu büyük başarıda en büyük pay sahiplerinden biri de Genel Menajer Derya Yannier oldu.
Yunan Başantrenör Dimitris İtudis ile yolların ayrılmasının ardından Sarunas Jasikevicius'la hızlı ve harika bir çıkış yakalayan sarı lacivertli ekip, sezonu Avrupa ve Türkiye'de kupalarla tamamlamaya odaklanmış durumda.
EuroLeague Play-Off'undaki çılgın Monaco eşleşmesini bir ilke imza atarak başarıyla geçen Fenerbahçe Beko, Final Four Yarı Finali'nde Ergin Ataman'ın Panathinaikos ile rakip olurken, adım adım giderek 2017'nin ardından bir kez daha zirvede olmayı hedefliyor.
Fenerbahçe Beko ile ilk yılında EuroLeague'de Play-Off gören, ikinci senesinde ise Final Four başarısı yaşayan Genel Menajer Derya Yannier, 24-26 Mayıs tarihlerinde Berlin'de yapılacak organizasyon öncesi Spor Arena'nın sorularını yanıtladı.
"JASIKEVICIUS MEYDAN OKUMAYA HAZIRDI"
- Sezon ortasında Avrupa'nın en kariyerli başantrenörlerinden biriyle yollarınızı ayırıp yine çok kariyerli bir ismi takımın başına getirdiniz. Sarunas Jasikevicius'un gelişiyle takım bambaşka bir ivme kazandı ve adaptasyon sorunu çabucak aşıldı. Değişim dönemini ve adaptasyon sürecinin bu denli hızlı atlatılmasını nasıl açıklarsınız?
"Her zaman söylediğim gibi sezon ortasında bu denli majör değişiklikler yapmak çok zordur. Üstelik dediğiniz gibi yaptığınız değişiklik Avrupa’nın en önde gelen koçlarından ikisi arasında olunca işler daha da karmaşık bir hal alabiliyor. Fakat gelinen noktada hem hissiyat hem de zamanlama olarak böyle bir değişikliğin kısa ve uzun vadede takıma iyi geleceğine inandık ve bu kararı aldık. Bu noktada özellikle Başkanımıza teşekkür etmek gerekiyor çünkü böyle zor anlarda hissedilen destek her şeyden daha değerli oluyor. Tabi ki bu dönemde Saras’ın boşta olması bizim için önemli bir avantajdı. Çok kısa bir zaman dilimi içerisinde kendisiyle tüm fikirlerimizi paylaşıp mutabık kaldıktan bir gün sonra takımın başında antrenmana, iki gün sonra ise önemli bir Euroleague maçına çıktı. Bu da benim için kendisinin bu meydan okumaya ne kadar hazır olduğunu gösteren önemli bir veriydi. Sonrasını ise hep beraber yaşadık. Bu süreçte hem eski takımından tanıdığı oyuncularla hem de burada ilk kez beraber çalışma fırsatı bulduğu oyuncularla olan diyaloğunu büyütüp geliştirmesi bakımından koçun çok iyi bir iş çıkardığı ortada."
Galatasaray'ın şampiyonluğunu ilan etmesi için her şey müsait...
Destekleyici ve ilham verici bir atmosfer, umut ve güven, en önemlisi önde olmanın verdiği öz güven, hatta güzel esen rüzgar ve baharda bir İstanbul var.
Hüsrana uğramanın eşiğinde bir yönetim, rekorlar kırılan sezonda da dindirilemeyen şampiyonluk özleminin altında ezilen bir teknik ekip ve tüm gayretleriyle mücadele etmelerine rağmen karşılığını alamadığını düşünen bir oyuncu grubu sahada.
HIRS VE MÜCADELE FARKI
Ancak ilk düdük çaldığında anlaşıldı ki bir tarafta gözlerindeki ateşle, hırsın timsali, savaşmaya gelmiş bir takım, diğer tarafta ise şölen için hazır fakat henüz ipi önde göğüsleyememiş bir ekip var...
İlk dakikadan önde baskıyla başlayan Fenerbahçe, Galatasaray'ın oyun kurmasına müsaade etmezken kalesini dahi göstermeden ve kontrolü elinde tutarak akışa istediği gibi yön verdi.
KIRMIZI KARTI YALNIZCA KARDEŞLER GÖRDÜ
Bu gidişat, müsabakanın 21. dakikasında Arda Kardeşler dışında kimsenin göremediği Djiku'nun kırmızı kartla sonuçlanan müdahalesine kadar devam etti.
Evet, boks dünyası tam 25 yıl sonra ilk kez bir tartışmasız boksör gördü.
WBA, IBF ve WBO kemerlerine sahip olan Usyk, WBC unvanını eline bulunduran "Çingene Kral" lakaplı Britanyalı boksör Tyson Fury'yi bölünmüş kararla yenerek uzun yıllar sonra tüm kemerleri birleştiren ilk boksör oldu.
Hızı, teknik becerisi ve stratejik zekası, etkili kombinasyonları, dayanıklılık ve direnciyle tanınan Oleksandr Usyk, Ukrayna - Rusya savaşından sonra "Ülkem ve onurum" mottosuyla çıktığı maçlarda önce Anthony Joshua'ya karşı kemerlerini korudu ardından Tyson Fury'yi geçerek WBC'yi de beline taktı.
FURY İÇİN İŞLER İYİ BAŞLADI
Kendinden emin, kışkırtıcı ve şımarık tavrıyla bilinen Tyson Fury, 2.06'lık boyunun avantajını kullanarak meşhur sol direğiyle Oleksandr Usyk'i ilk rauntlarda güvenli açıklıkta tuttu ve ciddi bir darbe almadan direkt yumruklarıyla da etkili oldu.
İlk rauntlar beklendiği gibi iki boksörün stratejik hamleleriyle geçerken iki boksörün sarsıcı vuruşları son rauntlar için ringin ısınacağının habercisi gibiydi.
USYK 9. RAUNTTA KAPLANA DÖNÜŞTÜ
Kariyerinin son döneminde hedeflediği başarıların çok uzağında kalan Fatih Terim, Galatasaray'la yaşadığı başarısız süreç ve "fon" iddialarının gölgesinde yeni bir meydan okumayla Pana'nın yolunu tutsa da işler pek de istediği gibi gitmedi.
70 yaşındaki teknik adamın futbol kariyerinin son devri hayal kırıklıklarıyla anılırken bir kez daha geceyle gündüz kadar farklı iki zıt görüşün tam ortasında yer aldı…
KARŞIT DÜŞÜNCELERİN MERKEZİNDE
Fatih Terim; kimine göre futbolun efendisi, kimine göre talihin ta kendisi, kimine göre bir ego abidesi, kimine göre hırs aşılayan bir motivasyon ustası, kimine göre bir kaos terbiyecisi, kimine göre iletişim sanatçısı, kimine göre gerilim üretimcisi, kimine göre evrensel, kimine göre bölgesel, kimine göre desteklenen, kimine göre kösteklenen, kimine sempatik, kimine antipatik…
ONAYLANAN VE ELEŞTİRİLEN TAVRI
Evet, Fatih Terim'in sert ve dik karakteri, otoriter, tutkulu ve coşkulu yanı, yarış zamanlarındaki agresifliği, rakip camialarla yaşadığı gerginlikler ve medyayla olan ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda kimi için motive edici, ateşleyici, etkileyici olsa da kimi için itici ve fazla agresif...
Konu Fatih Terim olduğunda başarı ya da başarısızlıklar da nesnel değerlendirmelerden çok, karşıt görüşlerden farklı seslerin yükselmesine neden oluyor her daim...
FON İDDİALARININ GÖLGESİNDE YENİ BİR MEYDAN OKUMA
Futbol sanatında önemli bir aktör olarak sahne alan Jose; stratejik dehasıyla, parlak zekasıyla, psikolojik taktikleriyle, motivasyon ustalığıyla, tutkusuyla, coşkusuyla, sivri dilli yanı, cesur ve kararlı tavrı, sahada rakiplerine korku salan jest ve mimikleri, kontrollü kışkırtıcılığı, provakatif bulunan açıklamalarıyla tam bir fenomen...
"SOĞUK SAVAŞ" USTASI
Mourinho; futbola etkileri ve katlılarıyla, zekice planlanmış hamleleriyle, zafere giden yolu incelikle inşa eden titiz yanıyla tam bir kazanma ustası…
Liderlik vasfı, karizmatik ve disiplinli yaklaşımı, iletişim becerisi, ikna kabiliyeti ve kamuoyu yönetimiyle tam bir "soğuk savaş" erbabı...
BÜYÜK HOCA, BÜYÜK VAAT
Seçim arifesinde olan Fenerbahçe'de eski Başkan Aziz Yıldırım, mevcut Başkan Ali Koç'a karşı adaylığını açıklarken vaatlerinden biri de Jose Mourinho'yu takımın başına getirmek oldu.
Fenerbahçe'nin her daim büyük hoca ve yıldız oyuncularla çalışması gerektiğini vurgulayan Aziz Yıldırım, hoca adayını Mourinho olarak duyururken Ali Koç cephesinden jet hızında hamle geldi.
Teknik Direktör İsmail Kartal'la yolları ayırmaya karar veren Başkan Ali Koç; hem seçimde hem sahada üstünlük sağlayacak kariyerli, karizmatik, etkileyici bir hoca olarak Jose'yi listesine aldı.
Emre Mor ilk adını duyurmaya başladığında potansiyel bir süperstar olarak Türk futbolseverler üzerinde büyük bir umut ve heyecan yaratmıştı...
Genç yaşına rağmen sergilediği performansla tüm dünyanın dikkatini üzerine çeken Emre; hızlı, çevik yapısı, rüzgar gibi driplingleri, top hakimiyeti, karşı koyulamaz çalım kabiliyeti ve coşku uyandıran yeteneğiyle şaşalı bir giriş yapmıştı dünyamıza.
Türk kökenli bir Danimarka vatandaşı olması nedeniyle milli takım tercihini yüreğimiz kıpır kıpır şekilde bekler olmuştuk.
"TÜRK MESSİ" TANIMLAMALARI
Vadettiği potansiyel ve çizdiği oyuncu profiliyle "Türk Messi" olarak adlandırılan Emre Mor'un tercihini Türk Milli Takımı'ndan yana kullanması ülke futbolunda bayram havası yaratmıştı.
Futbolun ana gündem maddesini oluşturuyor, her hareketi ilgiyle takip ediliyor, hakkında bilgi edinmek o günlerde yapılan uğraşlardan biri olarak yerini alıyor, Türkiye'de herkes ondan bahsediyordu.
TRUMP GİBİ İLGİ ÇEKİCİ BİR FİGÜRÜ GÖLGELEYEN YETENEK
Dünya, o yıllarda ABD seçimleri ve Donald Trump'ı merakla takip ederken Türkiye'de Google aramalarına da yansıdığı gibi, en çok aranan ve merak edilen kişi Emre Mor olmuştu.
Evet, hep birlikte İsmail Kartal'ı eleştirelim çünkü bir liderde bulunması gereken özellikleri bu uzun maratonunun kriz anlarında gösteremedi.
RİSKTEN MÜTEMADİYEN KAÇINDI
A planı ekseriya iş görse de değişen koşullara uyum sağlayabilmede zafiyet gösterdi ve doğru karar alma becerisi gösteremedi.
Gole en ihtiyacı olduğu Trabzonspor, Samsunspor, Alanyaspor gibi maçlarda ilk hamleyi 70'den önce yapamaması ve hamlelerinde risk almaktan kaçınması gibi...
KARAR ALMA SÜREÇLERİNDE YAVAŞ KALDI
İşlerin iyiye gitmediği ve puan kaybıyla sonuçlanan müsabakalarda sorunların hızla üstesinden gelip alternatif çözüm yolları üretemedi.
Puan kaybı yaşanan maçlarda hızlı karar alma ve farklı çözüm yollarına başvurmama gibi...
TAKIMINI SON DÜZLÜKTE MOTİVE ETMEKTE GÜÇLÜK ÇEKTİ
Geçmişi uluslararası başarılarla dolu, apoletlerinden yıldızlar taşan, öykünüp imrenerek takip edilen bir lig ve oyuncu fabrikasına dönüşmek istiyorsak eğer, bir oyuncunun pasaportuna bakılmaksınızın; yeterliliğine, yeteneğine, yetkinliğine, uygunluğuna, layık oluşuna, azmine, çabasına bakılarak verilmelidir o forma.
Mensubiyetine, ırkına, rengine, diline, dinine, soyuna ya da ideolojisini bakılarak değil...
TAM BİR HİLKAT GARİBESİ
Bu sözleri etmemize sebep olay şey; son 20 yılda 14 kere, son 10 yılda 8 kere değişen, değişmekten dönüşmekten usanmayan ama usandıran, futbola yıllarını vermiş birçok insanın anlamlandırıp anlatamadığı, kazandırmaktan çok kaybettiren, sporun özü olan rekabeti yeşertmek yerine solduran ve artık ülkemiz futbolunda tam bir hilkat garibesi olan yabancı sınırı, kuralı ya da ne derseniz...
DERBİDE KÖTÜ YÜZÜNÜ BİR KEZ DAHA GÖSTERDİ
Peki bu mevzu sezon sonu ya da başı yerine neden şimdi açıldı?..
Dün oynanan Fenerbahçe - Beşiktaş derbisinde İsmail Yüksek'in sakatlığı sonrası İsmail Kartal'ın tek oyuncu değişikliğiyle yetinemeyip iki değişikliğe birden gitmek zorunda kalması nedeniyle açıldı bu bahis...
Evet, kimine göre İsmail Kartal; 8+3 olan, yani ilk 11'de 3 Türk oyuncu bulundurma zorunluluğunu farklı bir yolla da aşabilirdi ancak buna mecbur olması, sahaya sürdüğü oyuncuyu da pasaportuna bakarak alması, asıl irdelenmesi gereken ve üzerinde durmamız gereken nokta.
Evet, son yıllarda Fenerbahçe ile Galatasaray arasında yapılan derbiler her ne kadar hayal kırıklığıyla sonuçlansa da sarı lacivertlilerin Beşiktaş ile oynadığı müsabakalar futbol şöleni halinde geçerdi.
FERNANDO TOPRAKTEPE BEŞİKTAŞ'I GİBİYDİ
Ve Beşiktaş hiç bu şekilde çaresiz, mukavemetten yoksun ve umutsuz görünmemişti uzun yıllardır.
Beşiktaş; kaleye golcüsünü geçirdiği, 10 kişi kaldığı, birçok kez geriye düştüğü maçlarda Fenerbahçe'yi mağlup etmesini bilmişti.
GÜÇSÜZ BİR GÖRÜNTÜ ÇİZDİ
Galibiyet şöyle dursun, 90 dakikalık sürede gol atsa ve gol pozisyonlarına girse de bir kez dahi oyuna ortak olamayacak güçsüzlükteydi.
OYUNSAL FARKLILIK EZİCİYDİ
Fenerbahçe, gol ve kırmızı karta kadar o kadar ezici üstünlükte bir baskı uyguladı ki, bu bölümde son zamanlarda derbilerde ortaya çıkan en büyük oyun üstünlünlüklerinden birini sergiledi.
Tüm bu olumsuz etkenler ve gene yazıda saymaya devam edeceğimiz negatiflikler Fenerbahçe'nin kötü oynadığı bir günde kazanmasına engel değildir!
Fenerbahçeli oyuncular da en az rakipleri kadar Avrupa dönüşü yorgun olabilir, beklenmedik bir veda sonrası üzgün olabilir, teknik direktörlerinin tartışmaya açık hamleleri nedeniyle şüphe duyabilir, odaklanma problemi yaşayabilir...
Ama yine bu olumsuzlukların hiçbiri Fenerbahçe'nin kötü gününde kazanmasına engel değildir!
Fenerbahçe Teknik Direktörü İsmail Kartal'ın ilk yarıyı heba edişi, rakibin oyunu geride kabullenerek savunma ve orta sahasıyla kompakt bir şekilde blokları kapatmasına çözüm bulamayışı, her zaman belirttiğimiz oyun aklı olan Edin Dzeko'yu gole ihtiyacı olan bölümde oyundan alışı, sakin ve organize hareket etmek yerine telaşla gol bulma çabası, nedendir bilinmez takımın en iyi, en istekli oyuncusunu son dakikada kenara alışı yine İsmail Kartal ve takımını ilgilendirir...
Tüm bu olumsuzluklar "Şampiyon takım kötü gününde de kazanmasını bilmelidir" deyişini söyleyememize etken değildir!
Fenerbahçe de rakipleri gibi geçerli ya da geçersiz bahanelere sığınabilir, uzun maratonda iniş-çıkışların normal olduğu savını öne sürebilir, son düzlükte mühim olanın oyun kalitesi değil, galibiyet olduğunu vurgulayabilir...
Beğeniriz ya da beğenmeyiz ancak Fenerbahçe'nin kötü gününde kazanmasına engel bir durum değildir!
Fakat...
Öyle bir maç oldu ki pür dikkat kesildiğimiz, ayakta izlediğimiz, derin derin nefes aldığımız, hayranlıkla seyre daldığımız bir maç...
Oyun akışkanlığı o kadar üst seviyedeydi ki; bazen coşkun bir ırmak bazen ses hızını aşan bir uçak bazen doludizgin atan bir kalp gibi...
Pozisyon zenginliği o denli yüksekti ki; seyretmeye doyamadık, bitmesin istedik...
İMİTASYONLARINI UNUTTURDU
Son zamanlarda imitasyonunu izlediğimiz El Clasicoları unutturan bir El Clasico izledik!
Jose Mourinho - Pep Guardiola'nın El Clasico'ları gibi heyecan dolu, Cristiano ve Messi çarpışmasını izlediğimiz gibi keyif dolu bir El Clasico...
İki takımın da kazanmayı arzuladığı, var gücüyle savaştığı, hata yapmaktan korkmadığı, temkini elden bıraktığı, cüretkar bir El Clasico...
Tahmin edilemez, ön görülemez, önlem alınamaz, tam bir El Clasico şöleni...
Turun favorisi kesinlikle Fenerbahçe'ydi. 3-0 geriye düştüğü Olympiakos deplasmanında da böyleydi, son düdük çalana kadar Kadıköy'de de.
Fenerbahçe, baskılı başladığı maçta Olympiakos'a ilk yarı ve ikinci yarıda değişiklikler yapılana kadar olan kısımda yaşam alanı vermedi.
Yunan temsilcisi etkili alanda top yapmakta zorlandı, ani atak girişimlerinde sarı lacivertli duvara çarptı, pozisyon üretme konusunda başarısız oldu.
Tabii ki Fenerbahçe'nin güçlü oyunu nedeniyle Olympiakos bu kadar etkisiz kaldı.
FAYDA SAĞLAMADIĞINI BİLDİĞİMİZ DEĞİŞİKLİK
Ta ki bu sezon defalarca takımı geriye götürmekten başka bir işe yaramadığına şahit olduğumuz Edin Dzeko - Michy Batshuayi değişikliğine kadar...
Evet, Batshuayi aldığı süre ve yaptığı katkı baz alındığında daha fazla oynamayı hak ediyor, yarattığı etki takdiri hak ediyor.
DZEKO BİR GOLCÜDEN FAZLASI
Bir kulüp düşünün ki futboldan kürek şubesine kadar şampiyonluk için mücadele eden, çok çeşitli spor dallarında zaferler tatmayı alışkanlık haline getiren, her branşta liderlik hedefiyle var olmaya çalışan, objektif her zihinde çabası takdire şayan bulunan...
Fenerbahçe, yalnız Türkiye'de değil, dünyada da bambaşka bir misyon ve sorumluluğa sahip nadide spor kulüplerinden...
Fenerbahçe; spor kulübü olarak eşine az rastlanan, dünyada da sporun lokomotivi olarak kabul görmüş futbol dışında, takım sporlarından bireysel sporlara kadar birçok dalda üretim merkezi haline gelmiş ve olimpiyatlarda madalya mücadelesi veren sporcular yetiştirmeyi misyon edinmiş bir kulüp.
NE BARÇA NE REAL
Futbol kulüpleri olarak maddi yönden tüm aktarımı bu dallarda yapan, dillere pelesenk olmuş Real Madrid'den (2 branş) Barcelona'ya (5 branş), Manchester City'den (tek branş) Liverpool'a (tek branş), Milan'dan (tek branş) Juventus'a (tek branş) kadar birçok kulüp dünya sahnesinde adını futbol ya da basketbolla duyurmayı amaç edinmiş...
Oysa spor yalnızca futbol, basketbol gibi revaçta olan branşlardan ibaret değil...
SPOR İÇİN BİR KAZANÇ
Öyle bir ilk yarı çıkardılar ki; odaklanamamış, tedirgin, savruk bir görüntü çizdiler...
KRUNIC YERİNİ YADIRGADI
Özellikle Sebastian Szymanski'nin olmayışı, yerinde oynayan Rade Krunic'in eğreti duruşu, diğer olumsuzluklarla birleştiğinde Fenerbahçe'nin hücumsal aksiyonlarını olumsuz yönde etkiledi.
İsmail ve Fred'in aynı anda oynadığı bir maçta, Krunic'in yerini fazlasıyla yadırgayan oyunu nedeniyle ikinci bölgeden üçüncü bölgeye geçmekte zorluk yaşadı sarı lacivertliler.
Oyunun kontrolünü almakta zorluk çeken Fenerbahçe, Fatih Karagümrük aksiyonlarını önlemekte de başarılı olamadı.
LIVA'NIN KURTARIŞLARI DA ÇARE OLAMADI
Dominik Livakovic'in çok iyi kurtarışlar yapması da Fenerbahçe'nin soyunma odasına 1-0 yenik girmesini engelleyemedi ancak bu gol, oyunun sarı lacivertli takım lehine dönmesini sağladı.
Hayır, ayrılığı getiren en önemli faktörler Fernando Santos'un iptidai oyun anlayışı ve gelecek adına umut vadeden bir gelişim kaydedememesiydi.
GALİBİYETİN YETMEDİĞİ CAMİALAR...
Galibiyetin tek başına bir anlam ifade etmediği, güzel oyunla taçlandırılmasının beklendiği modern futbol ortamında; eski kaideler ve bir turnuva hocası edasıyla kulüp takımını yönetmeye çalışması, bu birlikteliğin uzun ömürlü olmayacağının göstergesiydi.
AYRI DÜNYALAR...
14 yıl boyunca kulüp takımı çalıştırmamış, son Polonya macerası kötü sonuçlanmış, büyük takım taraftarlarının baskın ve güzel oyun beklentilerine karşılık veremeyecek bir anlayışa sahip bir teknik direktör...
Evet, kariyerli çok bir hoca, Avrupa şampiyonu apoleti olan bir teknik direktör ama izleyene de oynayana da keyif vermeyen bir tarza sahip bir hoca.
RONALDO, BERNARDO SİLVA, BRUNO FERNANDES'LE FRENE BASAN BİR HOCA
Evet, tarihin gördüğü en akılcı, en bilgili, en başarılı hocalarından biri Carlo Ancelotti...
İtalyan hocanın öyle bir mazisi, öyle bir CV'si var ki, eleştiri yapmadan önce düşünceye sevk ediyor insanı.
Öyle ki; en çok Şampiyonlar Ligi Kupası kazanan (4), en çok Devler Ligi maçı oynayan (200), en çok Devler Ligi galibiyeti alan (114) hoca Don Carlo.
DÜNYANIN SAYGISINI KAZANAN BİR HOCA
İspanya'dan İtalya'ya, İngiltere'den Almanya'ya kadar namı dilden dile dolaşan bir efsane kendileri.
Dünya futbolunun saygı duyduğu, futbol var olduğu sürece saygı duyacağı bir futbol insanı kendisi.
Evet, çoğu teknik adamın başarılarını hayal dahi edemeyeceği, dolu dolu bir futbol insanı...
Olympiakos'un önde baskısı karşısında savunmadan pasla çıkmayı başarabilen sarı lacivertliler, Yunan ekibinin orta sahasını hızla katedip ilk 7 dakikada 3 şut girişiminde bulundu ve ikisinde kaleciyi geçemedi.
Ancak süvari hücumlarıyla maça hızlı başlayan Fenerbahçe, dün bol keseden yaptığı bireysel hatalarından birinden gol yiyince işin rengi değişmeye başladı.
İYİ BAŞLANAN MAÇTA KÖTÜ GOL YEME ŞANSSIZLIĞI
Çağlar'ın hatalı pasında yenen gol sonrası tüm takımın dengesi bozulurken ön alan presini daha da iştahlı yapmaya başlayan Olympiakos, art arda Fenerbahçe kalesini yoklamaya başladı.
İşte bu dakikalarda Fenerbahçe'nin savunma dörtlüsünden en az ikisinin geriden oyun kurmaya uygun olmadığı ve Krunic, Miha Zajc ikilisinin önde yapılan sert baskı sonrası nahif kaldığı görüldü.
GERİDEN OYUN KURULAMADI
Oynadığı süre boyunca olumlu pas atmakta zorlanan, geriden top alıp defans - hücum arası köprü olma görevini yapamayan Miha Zajc'a Rade Krunic de mukabele edince ikinci golün gelişi sürpriz olmadı.
Fakat irdelenmesi gereken nokta yenen ikinci gol değil, Fenerbahçe'nin ısrarla geriden oyun kurmaya çalışmasıydı.
Santiago Bernabéu Stadyumu'nda erken final niteliğindeki Real Madrid - Manchester City karşılaşmasında tempo ve gol beklentisi düşük kalırken taktik savaş ve atılan harika goller futbol severlere güzel bir gece yaşattı.
İlk dakikalarda izleyen herkese Real'in işi zor dedirttiren Carlo'nun öğrencileri, kötü olduğuna Cityli oyuncuları da ikna etmiş olacaklar ki, İngilizlere hissettirmeden iki gol attı.
City'yi taklit eder nitelikteki yavaş paslarla rakibinin yaslanmasını bekleyen Real Madrid, İngilizlerin uyuduğu anda Eduardo Camavinga'nın sürpriz şutuyla beraberliği yakaladı.
BEKLEDİ, ÇALDI, VURDU
Geçiş oyununun üstadı olan Real Madrid, ikinci golde Vinícius Júnior ve Rodrygo'nun savunma oyuncularının sinirini bozan iş birliğinde kolay bir gol daha buldu.
Manchester City'nin etkisiz paslarla güvenli bölgeye kadar üzerine gelmesine izin veren Real Madrid, topu çalıp ve direkt paslarla yine güzel bir geçiş hücumu izlettirerek öne geçti.
İLK YARIDA HAALAND VE FODEN UNUTULDU
Tabii ki bu kadar kısa sürede, bu kadar tahribata yol açacak bir eylemi gerçekleştirme onuruna bizden başka kimse nail olamazdı.
Bizlere bu mutluluğu yaşatan, münazara kabiliyetimizin gelişmesine katkıda bulunan, kaotik futbola olanak sağlayan değerli iki kulübümüze teşekkür ederek yazıya başlamayı bir borç bilirim.
Uzun süredir mahrum kaldığımız sıcak gündem hasretimizi sona erdirerek bizlere taptaze bir münakaşa konusu daha ürettikleri için her iki kulübü de tebrik etmeden bu yazıyı kaleme almak haksızlık olurdu.
Gayretleri, 7'den 70'i kapsayan etkileri ve dünyada herkese nasip olamayacak, eşi benzeri olmayan hızları nedeniyle Guinness Rekorlar Kitabı'na aday gösterilmeleri gerektiğini de belirtmeden bir yazı yazmak hiç hiç olmazdı.
Artık bir işkenceye dönüşen, adı dışında pek de süper olmayan bir kupa karşılamasını hayretler içinde takip ettik.
Trabzon'da yaşanan olayların ardından toplanan olağanüstü genel kurulda Süper Kupa'dan çekilme kararı alan Fenerbahçe, Türk futbolunda görülen en tarihi protestoyu U19 takımının omuzlarına yükledi.
Fenerbahçe'nin Trabzonspor maçında futbol sahalarında görmek istemediğimiz olayların ardından aldığı karara saygı duymakla birlikte, karşılaşmaya U19 takımıyla çıkmasına anlam veremedim.
Fenerbahçe, Galatasaray'a karşısında sahadan çekilmek yerine hiç sahaya çıkmayabilirdi, bu işi A takım oyuncularıyla yapabilirdi ama böylesine büyük bir protestonun ağır yükünü kulübün istikbali olan gençlere yüklememeliydi.
"Atatürk kırmızı çizgimizdir" diyerek irade koyan, ne pahasına olursa olsun aldıkları kararın arkasında duran iki köklü kulüp, yalnız birleştirici güç olmakla kalmamış, Türk futbolunda bitmek bilmeyen kavganın sonunun gelebileceğine dair umut filizlerinin büyümesine vesile olmuştu.
Farklılıkları unutturan, tüm spor severleri kırmızı-beyaz renklerin altında bütünleştiren ezeli rakipler, yurda dönüşte kahramanlar gibi karşılanırken kupalardan daha fazlasını, gönülleri kazanmıştı.
Beşiktaş'tan Samsun'a kadar birçok kulüpten "Kapımız Açık!" nidaları yükselmiş, kazanmanın ikinci plana itildiği ve 'güzel oyunun' hedeflendiği tatlı bir rüyaya dalmıştık sanki...
Ülkenin dört bir yanından destek mesajları alan güzide iki kulübümüzün oynayacağı Süper Kupa maçı için tarihi öneriler sıralanmış, her iki takımın da kazandığının ilan edilmesi ve kupanın geçmişte olduğu gibi ikiye bölünerek takdim edilmesi yönünde fikirler ağırlık kazanmıştı.
Adı; 'Cumhuriyet Kupası' olsun, 'Atatürk Kupası' olsun, 100. yılda Samsun'da mı, Atatürk Olimpiyat Stadyumu'nda mı düzenlenmesi daha anlamlı olur şeklinde öneriler dilden dile dolaşmıştı.
Oysa bunların hepsi bir seraptı...
Evet, futbolla yatıp futbolla kalkan, bazen hüzünlü bazen sevinçli de olsa en unutulmaz anılarını bu spor sayesinde yaşayan, kimi zaman tüm harçlığını, kimi zaman tüm zamanını bu uğurda feda eden cefakar taraftar; genç, yaşlı, ya da çocuk...
İlk kez katıldığı Avustralya Açık'ta iki elemeyi geçerek final maçı oynama başarısı gösteren ve dünya sıralamasında 146. sıraya kadar yükselen milli tenisçimiz Zeynep Sönmez, hedefinin Grand Slam kazanmak olduğunu söyledi.
Mayıs ayında düzenlenecek olan Roland Garros'ta da mücadele edecek olan Zeynep Sönmez, disiplinli ve planlı çalışmayla arzu ettiği başarılara ulaşabileceğini belirtti.
Kadınlar Tenis Birliği (WTA) tarafından düzenlenen Megasaray Hotels Açık'ta ana tabloda yarışan 21 yaşındaki genç raket, şampiyonluğa giden yolda sıkı çalışmanın, mental hazırlığın ve kararlılığın önemine vurgu yaptı.
"KRİTİK PUANLARI MENTAL FARKLILIKLAR BELİRLİYOR"
- İlk Grand Slam'ine katılarak önemli bir eşiği geçtin. Gelecek turnuvalar ve beklentileri göz önünde bulundurduğunda kendini nasıl hissediyorsun, zihinsel yönden nasıl hazırlıyorsun kendini?
"Tabii ki de kortta çok fazla çalışma yapıyorum ama çalışmalarımın büyük bir kısmını mental olarak yapıyorum. Bir seviyeden sonra zaten herkes topa aynı şekilde vurabiliyor. Kritik puanı alacak kişiyi mental farklılıklar belirliyor. Mental olarak çok sıkı çalışıyorum. Bunun da bazı turnuvalarda meyvesini alıyorum. Ancak bu çok uzun bir yol, adım adım ilerlemeye çalışıyorum. Çok acele etmeden, emin adımlarla ilerlemeye çalışıyorum."
"BAŞARI BÜYÜK FEDAKARLIK GEREKTİRİYOR"
Henüz Fenerbahçe kariyerinin başında olmasına karşın, geçen sezonki performansı nedeniyle topa tutulan, yeni sezondaki oyunu ve hırslı görüntüsüyle taraftarlardan büyük teveccüh alan Jayden Oosterwolde, sosyal medyada yaşanan anlık gelişim ve hızlı fikirsel değişimlerin anlatımı için iyi bir örnek teşkil ediyor.
Fenerbahçe'nin sol bek sorununu gidermesi için kadroya dahil edilen ancak geçen sezon Jorge Jesus'un çok az forma şansı verip kulübeye hapsettiği Jayden Oosterwolde, kısa sürede sosyal medyanın gazabına uğrarken yeni sezonda ise 9 maçlık oyunuyla büyük beğeni topladı.
Fenerbahçe'nin geçen sezon devre arasında sürpriz bir şekilde Serie B ekibi Parma'dan transfer ettiği Jayden Oosterwolde, Samet Akaydin ile birlikte ocak ayı transfer döneminde kulübe katıldı.
STOPER VE BEK İHTİYACI KARŞILANAMADI
Fenerbahçe'de Luan Peres'in uzun süren sakatlığı, Gustavo Henrique'nin yeterli katkıyı verememesi, sol bekte Ezgjan Alioski'nin beklentilerin altında kalması, Bright Osayi-Samuel'in ise Jesus'un kriterlerini karşılayamaması nedeniyle geçen sezonun devre arasında stoper ve sol bek mevkilerinde sorun yaşandı.
JESUS İSTEDİ, YÖNETİM ALDI
Şampiyonluk yarışı veren sarı lacivertliler, ocak ayı transfer döneminde Jesus'un istekleri doğrultusunda bu bölgelere birer takviye yaparken bu isimler Adana Demirspor'dan Samet Akaydin ve Parma'dan Jayden Oosterwolde oldu.
A Milli Erkek Basketbol Takımı, FIBA 2023 Dünya Kupası Elemeleri ikinci tur I Grubu'nda Belçika ve Sırbistan ile önemli maçlara çıkacak.
11 Kasım Cuma günü İstanbul Sinan Erdem Spor Salonu'nda Belçika, 14 Kasım Pazartesi günü ise deplasmanda Sırbistan ile karşılaşacak A Milli Erkek Basketbol Takımı'nda hedef 2'de 2'yle Dünya Kupası yolunda kayıpsız ilerlemek.
Kritik maçlar öncesi düzenlenen medya gününde Spor Arena Youtube kanalına özel açıklamalar yapan milli basketbolcularımız Melih Mahmutoğlu, Göksenin Köksal, Onuralp Bitim, Buğrahan Tuncer ve Kenan Sipahi, arkadaşımız Emrah Taşçı'nın sorularına samimi yanıtlar verdi.
VİDEONUN TAMAMINI İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN
GÖKSENİN KÖKSAL (GALATASARAY NEF)
Geride kalan maçlarda istediğimiz sonuçları alamadık. Önümüzde zorlu iki maç var ve elemelerde toplamda 4 maça çıkacağız. Dünya Kupası'na gidebilmemiz için 4 maçı da kazanmamız gerekiyor. Milli Takım'ın Dünya Kupası şansını nasıl değerlendiriyorsun?
- En önemli şey maç maç düşünmek. Şu anki amacımız Belçika maçını kazanmak. Daha sonrasında da Sırbistan deplasmanı var. Sırbistan'da da Euroleague oyuncuları gelecek, kolay olmayacak. İlk başta burada Belçika'yı yenip daha sonra Sırbistan'da kazanmak istiyoruz. Maç maç düşünürsek şansımızın yüksek olduğunu düşünüyorum.
Lig, Avrupa ve Milli Takım... Oyuncular zorlu bir süreçten geçiyor. Takımın fiziksel ve mental durumu ne durumda?