GeriSeyahat Medine’de Osmanlı izlerini aramayın, üzülürsünüz
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Medine’de Osmanlı izlerini aramayın, üzülürsünüz

Medine’de Osmanlı izlerini aramayın, üzülürsünüz

Deneme yazarı Uğur Kökden (74), eylülde Suudi Arabistan’a, İslamiyet’in kutsal topraklarına umre ziyaretine gitti.

Bu arada, Mekke ve Medine’de Osmanlı İmparatorluğu’nun izlerini aradı. Uhrevi atmosferden çok etkilenirken, diğer yandan Osmanlı yapılarının terk edilmişliği karşısında hüznü yaşadı. Hürriyet Seyahat okuyucuları için Medine gözlemlerini yazdı.

10 Eylül’de, çarşambayı perşembeye bağlayan gece, saat 3.30’a doğru Mekke’deki otel odasında uyandım. Hızla bir şeyler atıştırıp, biraz meyve suyu içtim. 5.30’a doğru, lobideydim. Medine yolculuğuna hazırdım. Yokuş aşağı yürüyüp, anacaddedeki 9 numaralı otobüs durağına ulaştım. 8.00’de hareket ettik.

Otobüsteki Diyanet İşleri görevlisi hoca, yola çıkar çıkmaz, ilgi çekici, kısa bir konuşma yaptı. Hz. Muhammed’in Medine’ye göçünden bahsetti. İsrâ Sûresi’ne de yansıyan, göç öncesi yakarışını aktardı: “Rabbim, çıkacağım yerden (Mekke) dürüstlükle çıkmamı, gireceğim yere (Medine) dürüstlükle girmemi sağla! Bana, hakkıyla yardım edici bir güç ver!”

Mekke-Medine arası, yaklaşık 450 kilometre. Gerçi, engebesiz bir yol. Hiçbir yerde durmaksızın ilerliyoruz. Volkanik bir arazinin ayrışmış parçaları. Aynı zamanda, göz alabildiğine bomboş uzanan bir toprak! Ne bir yerleşim ne dikkate değer ölçüde bir yeşil örtü ne de bir sınai yahut tarımsal işletme!
Buraya kadar herhangi bir demiryolu izine de rastlamadık. Hep karayolu... Gidiş ve geliş için ayrı ayrı inşa edilmiş. Trafik yoğun sayılmaz. Oysa, bu güzergâha hızlı tren hattı yapılabilirdi.

MESCİT KUBA KÖYÜ’NDE

Medine’ye girmeden, Kuba Mescidi’yle karşılaştık. Göç sırasında, Hz. Muhammed’in de beden gücüyle katılmasıyla inşa edilmiş. “Takvâ üzere yapıldığı” belirtiliyor. Dört buçuk saatin sonunda, öğleyi biraz geçe Medine’ye ulaştık. Mekke’yle karşılaştırılınca, daha büyük, engebesi çok daha az, mimari yapısı daha düzenli. Rastgele inşa edilmiş gökdelen ormanı da yok. Mekke’nin atmosferi “uhrevi,” burada ise daha dünyevi. Otelimizin ismi, El Ensâr! Medine’ye ve tarihine yakışan bir isim. El Ensâr Oteli’nin hemen yakınında, bir küçük mescit dikkat çekiyor: Dış yüzeyinde sarmal kabartmalı güzel bir süs taşıyan minaresiyle, tek kubbeli beyaz bir yapı. Minaresi Türk tipi; kubbe mimarisi karışık. Büyük hadis bilgini İmam Buharî’nin adını taşıyor. Bir ara, fırsat bulup içine girdim. Dört kemer üstüne oturan, yaklaşık yarım küreden biraz daha yüksek bir kubbe. İçeriden bakıldığında, dışarıya oranla daha çok Osmanlı izi taşıyor. Caminin yapılış ya da onarım tarihi, hicri 1377. Bu hesaba göre, yarım yüzyıldan biraz daha yaşlı.

PEYGAMBER MESCİDİ KÂBE’YE BENZETİLMİŞ

Ertesi gün, cumaydı. Saat 11.15 dolaylarında Mescid-i Nebevi’ye (Peygamber Mescidi) gittim. Sonraki mimarisiyle, önemli ölçüde Kâbe’ye benzetilmiş. Uzun bir dikdörtgen. Çevresinde, mermer zeminli, geniş bir boş alan var. Kâbe’deki gibi, yüksek yapılarla (Kral gökdeleniyle bile) boğulmamış.

Caminin içinde, enine ve boyuna doğrultuda sütunlar sıralanmış. Her birine dört revak biniyor. Revakların altı, bir uçtan öbür uca dimdik duran insan ordusuyla dolu! Bel hizasına eğildikleri zaman da, sırtları bir başka biçimde insan düzlemi oluşturuyor. Tek tartışmasız “güç”ün önündeki eğiliş bu, görünen ordunun görünmeyen “sahip”inin önünde! Ezana daha 40 dakika olmasına karşın, camide iğne atılsa yere düşecek kadar doluydu. Farklı ülkelerden gelmiştik ve hepimiz Hz Muhammet’in evi sayılacak şu yerde onun konuğuyduk.

Ertesi gün, yine aynı saatlerde, bu kez 21 numaralı Kral Fahd Kapısı’ndan girdim. Herkesle birlikte, hep ileriye doğru yürüdüm. Bir süre sonra yürüyüş ağırlaştı. Tam bu sırada, Yeşil Kubbe’nin de önüne gelmiştik. Alımlı, parlak ve ağır bir sarı maden çerçeve, içeriyi dışarıdan ayırmaktaydı. Tek gözlü bölme, yalnızca Hz. Muhammed’in türbesi (Kubbe-i Saadet), iki gözlü bölmeyse ilk iki halifenin yattıkları yeri işaret etmekteydi. Fırsat bulanlar, tek sıralı safta, bu duvarın dibinde öğle namazı kılmaya çalışıyorlardı.

Ve ramazanın son günü... Yarın, Türkiye’de bayram! Bakalım, burada nasıl olacak? Bu arada, Türk konukların bir bölümü, Mekke’ye gidiyor. “Medine’de, bayram sabahı” Bu üç sözcük, Yahya Kemal’in bir şiirine başlık olsaydı, Süleymaniye Camii şiirinde olduğu gibi, kim bilir, ne görkemli bir yazınsal ürün çıkardı ortaya?

MEDİNE GARI ISSIZ VE ZİNCİRE VURULMUŞ

Bayrama birkaç gün kala, taksiyle Osmanlı’nın dev ulaşım eseri Hicaz Demiryolu’nun son durağı Medine Garı’na gittim. Bu bölgede, garın yanı sıra yitik ve cemaatsiz bir Osmanlı camisi var. Gar iki katlı, cephesi uzun ve kemerli bir yapı. Şam’dakine çok benziyor. Az ötede, binaların yanındaki boşlukta, bir veda işareti gibi “sonuncu vagon” bekliyor. Alımlı gar binasına, Osmanlı İmparatorluğu’nun acılı alınyazısına benzer bir biçimde ağır bir zincirle sarı bir kilit vurulmuş.
Çifte minareli cami, görkemli Osmanlı mimarisini yansıtıyor. Gar gibi siyah taştan inşa edilmiş. Dışarıdaki cemaat alanı sütunlarla birbirinden ayrılmış, her biri beş kubbeli ve tam simetrik. Caminin önündeki boş arazideyse, mavi tabanlı, sevimli bir dairesel havuz!

ONCA ÖZVERİNİN SONU

İki yapı kentin karayolu ağında unutulmuş bir ada... Yalnız, bakımsız ve terk edilmiş... Garı çerçeveleyen demir parmaklıklara ceza gibi vurulan kilide bakarken, düşündüm: Onca ferman, rapor, özverinin sonu bu kilit mi olmalıydı? Sultan Abdülaziz, 4600 kilometrelik demiryoluyla Anadolu’yu Bağdat’a bağlamıştı. 30 yıl sonra Hicaz Telgraf Hattı yapıldı. Sonra 1900’de Sultan Abdülhamid’in Hicaz Demiryolu geldi. Yalnız ray döşenmedi. Hat boyunca istasyonlar, köprüler, telgraf merkezleri, hastaneler yapıldı. Beşinci Ordu’dan binlerce asker, yarım yevmiye karşılığı çalıştı bu hatta. Issız Medine Garı’nda, tek başıma, geçmişin sislerine gömülmüş “son vagon”u seyrederken sarı kilidin önüne yaşlıca birisi daha geldi. Konyalıydı, fotoğraf çekti. Akşam yaklaşırken orta yaşlı bir çift göründü. Hafifçe gülümseyerek bizi “Merhaba! Yüce ecdâdın torunları” diyerek selamladı.

KENT GECE CANLANIYOR

Medine’de birkaç kitapçı dolaştım. Raftaki kitap ve broşürleri inceledim. Farklı yabancı dillerde, Mekke Tarihi ya da Medine Tarihi gibi el kitapları vardı. İngilizce, Fransızca olanları, Endonezya, Bangaldeş dilinde yazılanları gördüm. Fakat Türkçe yoktu. Gözüme bir de fotoğraflı Mekke ve Medine albümü ilişti. Medine’de yaşam, tıpkı Mekke’de olduğu gibi, yatsıdan biraz önce başlıyor. Döviz bürolarından kuyumculara, sokak satıcılarına dek, kadın ve erkek ticaret erbabı, renkli tulumlarıyla temizlik işçileri, motorlu araçlar ortaya çıkıyor. Sokağın canlılığı, yaşamı, alışveriş sabah ezanına dek sürüyor. Geçmişte hırsızlık suçlamasıyla kolu kesilenler, ancak gecenin koynunda dilenebiliyor

False