Mahalle baskısı, aile baskısı, koca baskısı

Sevgili üniversite hocam Prof. Şerif Mardin "Mahalle baskısına dikkat" diye uyarıyor.

Mahalle baskısı çok önemli bir olgu, birazdan ona döneceğim ama önce başka önemli iki baskıdan, "koca baskısı"ndan ve "aile baskısı"ndan bahsetmek istiyorum.

"Türban bir Türkiye gerçeği" deniyor. Türban takmanın bir hak olduğundan bahsediliyor. Dileyen kız öğrencilerin üniversiye türbanla gitme özgürlüğünün olması savunuluyor.

Tamam, güzel ama siz sanıyor musunuz ki, türbanlı her genç kız türbanı kendi özgür iradesiyle takıyor? Siz sanıyor musunuz ki türban takmak, her kadının kendi hür seçimine bağlı?

Çoğu kadın türbanı koca zoruyla, çoğu genç kız aile baskısıyla takmak zorunda kalıyor.

Kendi özgür iradeleriyle karar verebilecek olsalar türbanlı yaşamı seçmeyecek kadınlar, bugün aile baskısıyla, koca baskısıyla sokağa çıkarken türban takmak zorunda kalıyorlar.

Şimdi bunun üzerine bir de mahalle baskısının gelme tehlikesi var. Prof. Şerif Mardin, tüm kadınlar dört gözleri açık, alarm halinde olmalılar diyor.

Ertuğrul Özkök de Şerif Mardin’e hak veriyor. Milliyet Gazetesi’nde çıkan bir yazıyı örnek gösteriyor. Şehirlerarası otobüslerde bazı kişiler "namaz molası" istemeye başlamışlar. Bunu yapan tek kişi bile olsa önemli diyor Özkök. Çünkü din adına yapılan bir talebin herkesin itiraz gücünü kırdığını söylüyor.

Mahalle baskısının, çok uzun süredir yaşadığımız, yaşaya yaşaya kanıksadığımız bir örneği de var. Mübarek Ramazan ayında olduğumuzdan şu anda çok yakından yaşıyoruz.

Çoğu mahallede, insanlar gece vakti gümbe de güm güm çalan ramazan davuluyla yataklarından fırlıyorlar. Üstelik davulcu sokak sokak gezdiğinden, davul çalarak dolaşmaya sahur vaktinden saatler önce başlıyor. Oruç tutmak için sahura kalkacaklar da sahur vaktine kurdukları saate göre değil, davulcunun zamansız davuluna göre çok daha erken oluyor uykularından.

"Artık çalar saat var, davula lüzum kalmadı, hastası var, bebeği var" diye akıl yürütenlere hemen karşı çıkılıyor. "Ramazan davulu gelenektir, geleneklere sahip çıkmak gerekir" diye.

İyi de namus için ailenin genç kızını öldürmek de gelenek. Adı üzerinde, töre yani gelenek cinayeti. Kan davası da gelenek. Düğünlerde havaya kurşun sıkmak da gelenek.

Bir şeye sırf gelenek diye sahip çıkılmaz. Gelenekler de zamanla çağdışı kalabilir. Hangi geleneği sürdürmemiz, hangisini tarihe gömmemiz gerektiğine aklın ışığında karar vermek gerekir. Başkasına zararı olan bir eyleme, gelenek diye sahip çıkmak olamaz.

Geçen gün e.günlüklerden (blog) birinde bir yazı çarptı gözüme. İpek Gezer isimli bir blogcu "Ramazan davulu düşsün kafanıza" diyordu ramazan davulunu eleştirenlere (mizanpaj.onpunto.com). Gerçi yazısının sonunu "Şaka, şaka düşmesin" diye bitiriyordu ama yazısının geneline bakınca kafalara düşmese de sesiyle insanları yataklarından fırlatmasının umrunda olmadığını anlıyordunuz.

Ramazan davulunu şöyle savunuyordu: "Bizim apartmanda da, komşularımızda da bebek de oldu, hasta da, yaşlı da ama kimse çıkıp davulcu çalmasın demedi."

Mahalle baskısı için bundan güzel örnek mi olur? Madem kimse sesini çıkartacak cesareti bulamıyor, demek şikáyetçi olan da yok... Madem kadınlar "Kocam, ailem zorla türban taktırıyor" diye şikáyet edecek gücü bulamıyor, demek herkes kendi özgür iradesiyle türban takıyor.

Prof. Mardin’in "mahalle baskısı"nın günümüze yansıyış şekliyle ilgili bir fikri, bir dayanağı olmadığını iddia eden bir takım "NeoAk" yazarlar, mahallelerinden geçen davulcuyu da mı duymuyorlar?
Yazarın Tüm Yazıları