Lümpen bir İstanbul

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Mehmet Yılmaz cumartesi günü Radikal’deki köşesinde, hoşgörüsüzlüğümüzü giderek köylüleştiğimizin, lümpenleştiğimizin bir başka göstergesi olarak düşündüğünü yazmış.

Bence ciddiye alınması gereken çok önemli bir tespit.

***

Yazıda 'modern kentli yaşam, her şeyden önce başkalarının haklarına ve görüşlerine saygıyı gerektiriyor' deniyor. Çok doğru!

Kent hayatının iki önemli özelliği var: Karşılıklı hoşgörü ve özgürlük.

Biz galiba her iki kavram açısından da eksikli ve kusurluyuz.

Mehmet Yılmaz‘ın verdiği örnek çok çarpıcı ve bir o kadar da gerçekçi. Şöyle yazmış: 'Yaya geçidindeki insanlara kimsenin yol vermek istememesinden tutun da, sonuna kadar açtığı teybiyle mahalleyi uykusuz bırakanlara kadar herkes aynı hastalıkla mustarip.'

***

Hoşgörü ve özgürlüğün bir başka sonucu da uygarlık. Uygarlığın vazgeçilmez ölçütü ise görgü.

Dünyanın her yerinde görgünün temel kuralı, 'önce karşındakini düşünmek'tir. Hiçbir görgü kuralı bu temel ilkeye aykırı olamaz. Buna Batı dillerinde 'altruizm' denir. Karşıt kavramı ise 'egoizm'dir.

***

Çocukluğum bir Anadolu kasabasında geçti. Orada bile annem, yukarıdaki temel görgü kuralına aykırı bir davranışımızı görünce, 'ego mena, ego mena... Ne oluyor, ne yapıyorsunuz?' diye eleştiri oklarını yöneltiverirdi . 'Hep bana', ya da 'önce ben' diyerek yapılan şeyler ayıplanırdı apaçık.

Mehmet Yılmaz da aynı olumsuz davranıştan yakınmakta: 'Günlük yaşamımızda 'önce ben' diye düşündüğümüz ve böyle yaşamaya alıştığımız için fikirlerin tartışması söz konusu olduğunda da aynı şekilde davranıyoruz' diye yazmış köşesinde. Bunun sonucunu da 'genel bir düzey düşüklüğü giderek iliklerimize işliyor' diye dile getiriyor.

Bir sonraki hüküm cümlesi de çok düşündürücü: 'Modern dünyanın çağdaş insanlarının sahip olduğu her şeye sahibiz. Ama köylülük ve lümpenlik paçalarımızdan akmaya başladığı için, en önemli sorunlarımıza bile tartışarak bir çözüm bulamıyoruz. Gittiğimiz yerin hepimizin felaketiyle sonuçlanabilecek bir cehennem olduğunun farkına bile varamıyoruz.'

***

İstanbul asla bir cehennem olmamalı!

Sesi biraz kısar mısınız, lütfen?

İstanbul’da yazın keyfi asıl geceleri çıkartılıyor. İstisnai durumlar dışında hava güzel, geceler uzun.

Yazlık eğlence yerlerinin en büyük sorunu ise ses. Daha doğrusu sesin yüksekliği. Pasha, Nyx, Çubuklu ve daha ne kadar yazlık varsa her yerde durum aynı.

Haksızlık etmemek için, bildiğim tek istisnanın Taşlık Dans Bar olduğunu söyleyeyim.

***

Elbette her yer bir mezarlık kadar sessiz olsun demiyorum. Ama gece boyunca hiç dur durak bilmeyen yüksek volümlü bir müziğe kafa dayanmıyor.

Üstelik eğlence mekanlarının kaçacak noktası da yok.

Karşınızdakiyle iki çift laf edeyim deseniz mümkün değil.

İmkansızı mümkün kılmak isteyenler ise, gece boyu bağrışmaktan bitap düşüyor.

***

Ben müziği severim. Asıl sevgim klasik müziğedir, ama pop müzikten de hoşlanmadığımı söylesem yalan olur.

O yüzden itirazım asla müziğe değil. Bazen müziğe ara versinler gibi bir önerim de yok. Ama herkesi sağır sayan diskjokeylere basbayağı kızgınım.

Aynı eleştirim sinema salonları için de geçerli.

Yoksa herkes normal de, anormallik bende mi acaba?

İstanbul-Gebze yolu

Cumartesi günü Alarko’nun düzenlediği bir toplantıya konuşmacı olarak katıldım.

Yer, Gebze’deki TÜBİTAK tesisleri içinde bir otel.

Şehirde işlerim uzayıp geç kaldığım için, TEM yolunu seçtim. Keşke seçmez olaydım.

Para verip gittiğim yol, parasız devlet yolundan beterdi.

Doğruyu söylemek gerekirse, ortada yol diye bir şey kalmamış. Her yer kaplamalarla yamanmış. Bu sözüm ona yola, 'ekspres yol' veya 'otoban' demek için bin tane şahit gerek. Otoyollardaki yasal sürat bile çok tehlikeli sonuçlara gebe.

Üstüne para verip böyle bir yolda seyahat eden insan kendisini resmen enayi yerine konmuş hissediyor.

***

Yazı aslında yukarıda bitmişti. Ancak biraz önce, gecikmiş olarak günlük gazeteleri okurken Sabah’ta sevgili Can Ataklı’nın benzer bir yazısını okudum.

Böyle rezil bir karayolu işletmeciliğine iki yazı az bile!

Yazarın Tüm Yazıları