GeriSeyahat Lanetli mezarlık kayboluyor
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Lanetli mezarlık kayboluyor

Lanetli mezarlık kayboluyor

Osmanlı döneminde lanetli olduğuna inanılan cellat kabristanından geriye birkaç mezar kaldı.

Cellat Mezarlığı, Osmanlı ve dünya tarihi açısından oldukça önemli bir kanıt ve tarihsel miras olma özelliğini taşıyor. Osmanlı tebası olan tüm cemaatların İstanbul'da ayrı mezarlıkları bulunuyor. Her birinin alametleri ise farklı ve ilk bakışta birbirinden ayırt edilebiliyor. Yahudi mezarlarının başlık taşında altı köşeli yıldız, Hıristiyanlar'da istavroz (Ermeni ve Rumların, Katoliklerin, Protestanların başka şekillerde) bulunuyor. Osmanlı mezarlıkları ise her biri birer sanat eseri olan başlıklarla dolu. Ulemanın, yeniçerinin, sadrazamın, kaptanı deryanın sarıkları da başka başka. Mezarlara girdiğinizde kimin Bektaşi, kimin Mevlevi olduğunu hemen anlıyorsunuz. İsimleri, doğum değilse bile ölüm tarihleri, istinasız her birinde ‘‘Hüvel baki’’leri ve kitabeleri bulunur.

Küfeki taşından

Cellat mezarları ise çok farklı. Bu mezarlarda, ne bir isim, ne bir şekil, ne bir resim, ne de bir satır yazı bulunur. Toprağın altında yatan kişi kimdir, ne zaman doğmuş, ne zaman ölmüştür, hangi aileye mensuptur anlaşılmaz. Sadece, yaklaşık yarım metre eninde, iki-ikibuçuk metre boyunda bir küfeki taşı vardır, hepsi o kadar. Mezarlık, Osmanlı İstanbul'unun en uç noktasında, yani Karyağdı Bayırı'nda kurulmuştur.

Yani, seslerin bittiği, ıssızlığın başladığı noktada. İstanbul'a ilk kar oraya yağar, son kar oradan veda ederdi. Üşümenin merkeziydi Karyağdı Bayırı. Sağlıklarında devletin bitişiğinde, saltanatın hemen yanıbaşında yer alan cellatlar ölünce buraya sürgün edilirdi. Hiç doğmamış gibi isimsiz, hiç yaşamamış gibi biçimsizce gömülür yok sayılırdı. İstanbul'un en yüksek bayırında, rüzgarların içinde kaybolup giderlerdi.

Cellatlar saltanatın hemen bitişiğinde yaşamlarını sürdürürmüş. Prof. Dr. Ahmet Mumcu'nun ‘‘Osmanlı'da Siyaseten Katl’’ başlıklı eserinde, Topkapı Sarayı'ndaki ‘‘Siyaset Çeşmesi’’ isimli bir mekandan bahsedilir. Siyaset Çeşmesi'nin bir diğer adı da ‘‘Cellat Çeşmesi’’dir. Sultan tarafından suçlu ilan edilenlerin kellesi bu çeşmenin önündeki bir kütükte kesilir, cellat kanlı ellerini bu çeşmede yıkarmış. Siyaset ile katliam yetkisi tek bir kişinin yani sultanın elinde toplandığı için bu çeşmeye ‘‘Siyaset Çeşmesi’’ denilmiştir. Cellatlar, padişahın uyuduğu sarayın, hemen yüz metre ilerisindeki bu çeşmenin arkasında ikamet edermiş. Öldüklerinde ise, saltanatın ve tebanın en uzak köşesinde ıssız bir yere gömülürlermiş.

Siyasal tarihin kanıtı

Tarihçiler, bu mezarlığı dünya tarihinin en önemli abidelerinden biri olarak görüyor. Tekfur Sarayı Bizans, Topkapı Sarayı Osmanlı tarihi için ne denli önemliyse Cellat Mezarlığı hem Osmanlı hem de dünya tarihi açısından o kadar kıymetli bir tarihsel miras. Bu mezarlık tamamen ortadan kalkarsa Osmanlı'nın siyasal tarihinin değerli kanıtlarından biri yok olacak.

Son 30 yıl içinde cellat mezarları yerinden söküldü ve boşaltılan alanlara başkaları gömüldü. Şimdi bir cellat mezarlığının hemen bitişiğinde kitabesinde ‘‘Küçücük bir kuş idim / Uçtum Yuvamdan / Genç yaşta ayırdı felek beni anamdan babamdan’’ ibaresi yer alan bir minicik kızın kabrini bulmak mümkün.

Cellat mezatları

Osmanlı'da bir kurban cellada teslim edilince elbiseleri ve üzerinden çıkanlar celladın olurdu. Bunlar toplanıp[ yılda bir, iki kez mezatlarda satışa çıkarılır, bedelleri cellatlar arasında paylaşılırdı. Mezatlarda genellikle çok kıymetli eşyalar satışa sunulurdu. Çünkü, siyaseten katledilenler genellikle soylular, ya da devletin üst düzey memurları olurdu. Ama bu mezatlardan alınan eşyanın uğursuzluk getireceğine inanıldığından, ancak cesaret sahipleri mal satın alırdı.

Peçevili İbrahim Efendi, cellat mezadı ve uğursuzluk üzerine ilginç bir olayı naklediyor. Olay Fatih'te, kaderin cilvesiyle ‘‘Karikatür Müzesi’’ olan medresenin kurucusu Gazanfer Ağa'nın başından geçmiştir. Ağa, padişah III. Murat üzerindeki nüfuzu sayesinde rüşvet yoluyla büyük servet edinmiştir. O sırada Rasim Ağa isminde ünlü bir kuyumcu ve saatçi vardır. Duvar saatinden, masa saatine geçildikten sonra, boyun saatleri denilen ve kolye gibi takılan saatlerden yeni yeni yapılmaya başlanmıştır. Gazanfer Ağa, saatte kullanılacak mücevherleri Rasim Ağa'ya vermiş, ortaya olağanüstü bir eser çıkmış, bütün İstanbul, aylarca bu saati konuşmuştur. Fakat Ağa'nın saltanatı fazla sürmez, Dersaadet'te çıkan bir isyan sonucunda kellesi kesilir. Saat için özel bir mezatla Tırnakçı Hasan Paşa'nın malı olur. Kısa bir süre sonra Hasan Paşa da kellesini kaybeder. Saatin üçüncü sahibi Kasım Paşa'nın da kaderi aynı olur. Saati Sadrazam Derviş Paşa satın alarak küçük kardeşine armağan eder. Sadrazamın kardeşi Civan Bey, bir gün Eğriboz'da bey konağının deniz üstünde kurulmuş taraçasında, İbrahim Efendi adlı dostuyla sohbet ediyormuş. Söz saatten açılınca Civan Bey, sahiplerinin başından geçenleri anlatmış. İbrahim Efendi, ‘‘Böyle uğursuz saati insan düşmanına bile vermez’’ deyince, Civan Bey bir çekiçle saati parçalayıp denize atmış. Denizin dibindeki saat pırıl pırıl parlamaya başlarken, konağın kapısından bir atlı girerek, Civan Bey'e, görevinden azledildiğini bildirmiş. Bey şaşkınlıkla, ‘‘Aczimi mucip bir şeyimiz yok idi...’’ deyince gelen atlı, ‘‘Beyim beyim Derviş Paşa idam olundu. Sizin dahi idamınız için ferman çıkıp bostancılara gönderildi. Sonra şefaatçileriniz himmet ettiler... İkinci bir ferman ile ben gönderildim ve idamınıza memur olanlara yarım saat evvel yetişebildim!...’’ cevabını vermiş.

False