Kuru köfteye ne oldu?

Ege CANSEN
Haberin Devamı

Benim çocukluğumda pikniğe değil, kıra gidilirdi. Kır denilen yerler, genellikle su kenarı ve ağaçlıklı olurdu. Kıra, pazar günü gidilirdi. Kırda pek tabii, koşup oynar ve yemek yerdik. Kır yemekleri bir gün öncesinden hazırlanırdı. Bunlar soğuk yenirdi. Kırda ateş yakılıp, yemek pişirilmezdi. Benim en sevdiğim kır yemeği, ‘‘kuru köfte’’ idi. Zeytinyağlı dolma veya yaprak sarması, patlıcan biber kızartması, börek, domates, hıyar, lop yumurta, peynir ve pek tabii ekmek, yemek sepetinin değişmez gıda maddeleriydi. Üstüne de suda soğutulmuş karpuz veya mevsim meyveleri atıştırılırdı.

Şimdi İstanbul çevresinde, özellikle Bentler ve Belgrad Ormanları bölgesinde bilhassa pazar günleri, on binlerce insan ‘‘piknik’’e gidiyor. Bu pikniklerin bir kısmı, Anadolu kasaba veya şehirlerinin dayanışma dernekleri tarafından tertipleniyor. Binlerce otomobil, minibüs, otobüs ve hatta kamyonla piknik seferine çıkılıyor. Orman, araç doluyor. Yollar tıkanıyor. Akşam dönüşünde ise trafik felç oluyor. Bazen 20 kilometrelik bir mesafe iki, üç saatte zor alınıyor. Bunda şikâyet edilecek pek bir taraf yok. Pek tabii, orman yolları dar olacak. İşin esası bu. Yığılma olursa da gecikilecek. Size bir anımı anlatayım. Öğrenim için bundan otuz küsur yıl önce gittiğim Amerika'nın Philadelphia şehrinin Atlantik Okyanusu sahilinde plaj kasabaları vardır. Bazı yaz pazarları biz de arabaya atlar, oralara giderdik. Akşam saat 7 sularında harekete geçilirse, 60 km. uzaklıktaki şehre gece yarısından sonra, biraz gecikilmişse sabaha karşı dönülürdü. Üstelik bu tıkanma, çok şeritli otoyolda olurdu.

***

Şimdi piknik denince herkesin aklına ‘‘mangal yakıp, et pişirmek’’ geliyor. Mangalı olmayanlar, çalı çırpı toplayıp ağaç diplerinde ateş yakıyor. Sanki, ızgara et yenmezse, pikniğe gidilmiş olmayacak. Belgrad ormanlarının her tarafında pazar günleri dumanlar yükseliyor. Pek tabii, benim gibi pimpirikli insanların da yüreği ağzına geliyor. Her an bir orman yangını çıkmasını bekliyorum. Allah'tan, İstanbul'un havası o kadar kurak ve sıcak değil. Yine de arada bir yangın çıkıyor. Hadi gelsin yangın söndürme uçakları, gelsin itfaiye, gelsin orman ekipleri ve askeriye.

Düşünüyorum, şu ‘‘ızgara köfte’’ yerine ‘‘kuru köfte’’yi koyamaz mıyız? Ormanda piknik yapmaya gidenler, yanlarına soğuk yemekler alıp gitseler, ızgara kokuları içinde oturacaklarına, ormanın temiz havasını solusalar... Aslında beni, kimin ne yaptığı, ne yemekten hoşlandığı hiç ilgilendirmiyor. Benim tasam, orman yangını. Bir yangın çıkarsa çok üzüleceğim. Sadece ben üzülecek de değilim. Pek tabii, o güzel ormanlarda ateş yakıp, köfte pişirenler de üzülecek. Ama iş işten geçmiş olacak.

***

Yukarıda çizdiğim tabloda ‘‘kök mesele’’ nedir? Buna göre kim, ne yapmalı ki İstanbul'un veya ülkemizin hiçbir ormanı, kör kursağa girecek bir köfteye kurban edilmesin. Denebilir ki, efendim halkın bu konuda eğitilmesi lazım. Kişiler birbirini ikaz etmeli, halkta çevre koruma bilinci yaratılmalı vs. Çok güzel temenniler ama faydası pek yok. Gelin gerçeği tüm çıplaklığı ile görelim. İşin esasını ortaya koyalım ve tedbiri son sözde önereyim. Karşılaştığımız meselenin esası, kişilerin ‘‘kamu yararına tecavüzüdür’’.

SON SÖZ: Kamu yararını ve çıkarını, kamu görevlileri korur.













Yazarın Tüm Yazıları