Kürtler ve Türkler birbirine muhtaç ancak...

Kuzey Irak Kürtleri, Şii - Sünni ayaklanması karşısında en sağlam güvencenin Türkiye olduğunu görmeye başlamış olmalılar. Türkiye de Irak’taki kavgayı sınırında durdurabilmenin en önemli güvencesinin Kürtler olduğunu anlıyor olmalı. Ancak iki tarafta birbirine el uzatamıyor. Buzlar bir türlü kırılamıyor. Kimse kimseye güvenemiyor. Ancak sonunda birbirlerimize muhtaç olacağız.

Dış ilişkilerin kalıplaşmış ve hiç değişmez verilere göre düzenlenmediğini, aksine sürekli değişim yaşadığını şu son yıllarda sık sık görüyoruz. Dün düşman gibi gördükleriniz, bugün en yakın müttefiğiniz olabiliyor. Bazı toplumlar bu değişken koşullara kolaylıkla uyum sağlayabiliyor, bazıları ise tepki gösteriyor.

Şu sıralarda yaşanan bir gelişme, özellikle bizleri ve Kuzey Irak Kürtlerini ilgilendiriyor.

Irak’ın genelinde tam bir karmaşa var.

Bir iktidar mücadelesini gözlüyoruz. Amerikanın yönetimi Irak’lılara bırakacağı 30 Haziran tarihi yaklaştıkça, ülkenın çoğunluğunu oluşturan Şii’ler ile Sunni’ler, ayrı ayrı yöntem ve gerekçelerle direnişe geçtiler. Ağırlıklarını koyabilmek ve gelecekte Irak’ta söz sahibi olabilmek amacıyla Amerikalılarla çatışıyorlar.

Bu çatışmaların kontrolden çıkması ve büyük bir iç savaşa dönüşebilme olasılığı da var. Bu olasılıkta, bugün Amerikan kuvvetlerine karşı sürdürülen mücadelenin, yarın Kuzey Irak Kürtlerine karşı genişleyebileceği hesapları yapılıyor. Zira Şii’ler ve Sunni’ler, Kürtleri Amerikalıların müttefiği olarak görmekte, gereğinden fazla avantaj elde ettiklerine inanmakta ve Kuzey Irak ile Kerkük petrollerini Kürtlere bırakmak niyetinde olmadıklarını göstermektedirler.

Bu senaryonun Kürtleri şimdi acı acı düşündürmeye başladığını bir süre önce İlnur Çevik (Daily News) köşesinde yazmıştı. Dün Türkiye’nin Irak’a asker sokmasına karşı çıkan Kürtler, bugün “Şii-Sunni baskısı karşısında kalırsak bizi uzun vadede kim koruyacak ?” sorusunu soruyorlar.

Aynı çerçevede ancak başka açıdan bazı soruları da bizlerin sorması gerekiyor: “Yarın Irak iç savaşa kayar, çatışmalar Kuzey Irak’a da sıçrar ve bizim sınırımıza kadar dayanırsa, kiminle işbirliği yapacağız ? Irak sınırımızda huzuru nasıl oluşturacağız ? ”

Amerika Irak’ta bulundukça bu tip senaryoların gerçekleşemeyeceği söyleniyorsa da, dünyanın hali hiç belli olmaz. Bu konuda kimse garanti veremez. Yarın Washington’da bir iktidar değişikliği veya ABD kamu oyunun baskısı, Amerikan askerinin Irak’tan çekilmesiyle sonuçlanabilir.

Böyle bir olasılık, ne kadar anlaşmazlık yaşanırsa yaşansın, Türk-Kürt işbirliği ve dayanışmasının, bölge gerçekleri karşısında ne kadar kaçınılmaz olduğunu ortaya koyuyor.

Kürtlerin bölgede sırtlarını dayayabilecekleri, tehlike durumunda ayakta kalabilmelerinin en önemli güvencesini ancak Türkiye’ de bulabilecekleri açıkça ortaya çıkıyor.

Gücüyle, içindeki Kürt akrabalarıyla Türkiye Kuzey Iraklıların tek garantisidir. İran değil, onlara kanat gerebilecek tek güç Türkiyedir.

Aynı şekilde Türkiye’nin Irak sınırlarında huzura kavuşabilmesinin de tek güvencesi yine Kuzey Irak’lılardır.

Bölgede hem yan yana hem de iç içe yaşayan Türkler ile Kürtleri birbirinden ayıran tek unsur ise, birbirlerine duydukları güvensizliktir.

Artık bu kısır döngüden kurtulmamız gerekiyor.

Geçmişten dersler çıkararak, günün gerçeklerini görerek ve geleceği düşünerek yeni bir değerlendirme yapma zamanı gelmiştir.

Uzun vadeli düşünmeli ve dayanışma ortamını yaratacak yeni politikalar, yeni yaklaşımlar aramalıyız. Bunu Kuzey Irak’ta ve Türkiye’de yaşayan Kürt kökenliler düşünmeye başlamalılardır. Aynı tutumu bizler de benimsemeli ve Kürtleri sadece ayrılıkçı bir güç gibi görmenin ötesine geçmeliyiz. Ayrılıkçılara yer bırakmayacak bir iç barışı ve bölgesel huzuru yakalamanın yolu bulmalıyız. Aksi halde, Kürtler yine büyük hayal kırıklığına uğrayacaklar, bizlerin de huzuru kaçacaktır.

* * *

AKP’Yİ İLLA SİYAH BEYAZ MI GÖRMELİ?

Şimdi yeni bir moda çıktı.

AKP’nin Avrupa Birliği ve Kıbrıs politikaları lehinde yazı yazıp destekleyenlerin (benim gibi...) İmam Hatip konusunda eleştirmeleri hayret yaratıyor.(!)

Ne olmuşta tutum değiştirmişiz? AKP’ye yalakalık yaparken neden çark etmişiz?

Aman efendim, bazı tipler ateş püskürüyorlar.

Herkesi kendileri gibi gördükleri için olsa gerek, bir partinin olumlu adımlar attığı zaman desteklenebileceğini, hatalı adımlar attığında eleştirilebilineceğini anlayamıyorlar. Bütün mesele bu... Ben kendi dünya görüşüme yaklaşan (yani Kıbrıs sorununu çözmek isteyen, Türkiye’yi AB’ye sokmaya çalışan) AKP’yi tabii ki desketlerim. Eğer aynı AKP, İmam Hatipler konusunda dünya görüşüme ters adım atarsa eleştiririm.

Bundan daha doğal ne olabilir ki...

Kendileri herşeye muhalif oldukları, AKP’yi tümüyle Cumhuriyet düşmanı gibi gördükleri için, her politikaya siyah-beyaz bakıyor ve herşeye karşı çıkıyorlar.

Oysa gerçekler bu kadar basit değil.

İSRAİL TÜRKİYE’Yİ KAYBETMEK ÜZERE

Türkiye İsrail'i tanıyan ilk islam ülkesi olarak Arap ülkelerinin tüm tepkilerine rağmen İsrail ile çok sıkı ilişkiler geliştirdi. Özelikle 23 Şubat 1996 tarihli Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması’ndan sonra iki ülke stratejik ortak olarak anılmaya başlandı. Bu ortaklık iki ülkenin savunma sanayiinden terörle mücadeleye kadar bir çok alanda verimli işbirliği geliştirmesini sağladı.

Türkiye İsrail'le kurduğu stratejik ittifak sayesinde Kuzey Irak ve Suriye'den yönelen terör tehdidi konusunda istihbarat alabiliyordu. Ayrıca çeşitli sebeblerle Avrupa ve Amerika'dan alınamayan silahlar İsrail'den tedarik ediliyor, ordunun modernizasyonu sağlanabiliyordu.

Tabi Amerika'daki çok güçlü Yahudi lobisinin Türkiye'ye verdiği desteği de unutmamak gerek.
İsrail açısından da Türkiye, bölgesel yalnızlığını giderecek güçlü bir müttefik, aynı zamanda geniş bir pazardı. İsrail Türkiye'yle yaptığı anlaşmayla İran, Irak, Suriye gibi ülkelerden yönelen balistik füze tehditlerine karşı da bir derinlik kazanmıştı.

Türkiye-İsrail işbirliğinin üçüncü ülkelere karşı olmadığı sürekli vurgulansa da iki ülkede bölgedeki radikal ülkelere karşı güç kazanıyordu.

AKP hükümeti de İsrail’e karşı çok dikkatli davrandı. Mevcut işbirliğini sürdürdü. Hatta
genlerindeki anti-semitizmi bile bastırdı. Kendi tabanının bir bölümünden yükselen Yahudi düşmanlığını yatıştırmayı bildi.

Ama artık vazo çatlamak üzere.

Zira İsrail Başbakanı Şaron işi öyle bir noktaya götürmeye başladı ki bu ilişkiyi bu haliyle sürdürmek mümkün olmayacak gibi görünüyor. İsrail helikopterlerinin son Refah saldırısından sonra Başbakan Erdoğan'ın "Bu devlet terörüdür. Bombalar sadece barışı vuruyor" açıklaması da bu kırılmanın bir işareti olarak algılanmalı.

SİZ OLSANIZ TÜRK İHALESİNE GİRER MİSİNİZ?

Eğer yanılmıyorsam, yaklaşık iki yıldır Türk Silahlı Kuvvetlerimize tank, saldırı helikopteri ve insansız hava araçları almaya çalşıyoruz.

Önce teklifler alındı, ardından kısa bir liste yapılıp bazı ülkeler dışarda bırakıldı. Sonra da ardı ardına toplantılar başladı. Herhalde para bulunamamış olacak ki, şimdi de vazgeçildi.

Yıllardan beri bu ihale için çalışan bir Amerikalı yetkili ile karşılaştım. “Ne oldu?” diye sormamla birlikte, adam içini döküverdi.

“Herşey gördüm de bu kadarını görmedim. Yaklaşık 100 milyon dolar harcama yaptık. Sonunda bir bardak su içtik. Her işin riskleri vardır tabii, ancak sizin yaptığınız ciddiyete uymuyor. Ya hesaplarınızı iyi yapıp ihaleye çıkın veya ihale açmayın. İptal yerine, şu veya bu nedenle bir başkasına bırakılmış olsaydı dahi böylesine tepki duymazdık”.

EUROVİZYON’U BBC’DEN İZLEYİNCE

Ben Eurovizyon’u İngilizlerin BBC Prime kanalında izledim. Meğer 30 yıldır aynı takdimci Eurovizyon’u izlermiş. Adama zaman zaman çok güldüm, zaman zaman da fazla sinirlendim. Komşu ülkelerin birbirlerine puan vermesine fena halde kızıyordu. Örneğin Bielerus Rusya’ya 12 puan verince “Tabii sizden büyük ondan değil mi” diyor, Balkan bloğuna veryansın ediyordu. Meltem’in iki elbisesini de beğenmemiş. Doğrusu ortaçağ kıyafetine benzeyen ve yakası İstanbul manzaralı kıyafet pek tuhaftı. Bir Cemil İpekçi, Atıl Kutoğlu varken o kıyafeti kim nereden buldu? BBC, Meltem’in elbiseyi kendisinin diktiğine kanaat getirmiş!

Korhan’a da “Charlie Chan” adını taktı. (Charlie Chan ünlü bir Çinli dedektif) Arada birde “İgor” diyordu, bir kere de “Morg Sokağı Fantomu”...

Bir ara TRT 1’e bağlanmaya çalışıldı, o sırada da bayan sunucu farkında değil, burnunu kaşıyordu. “Bayan, bayan burnunu karıştırma, ekrandasın” diye tezahürat yaptı. Yunanlılara ise çok sinirleniyordu. “Yunanlı Zorba diskoda” diye takılıp durdu.

En hoşuma giden devamlı Türkiye’yi methetmesiydi. 1970’li yıllarda Brüksel’de yaşayıp televizyondaki hüsranlarımızdan sonra bu son iki Eurovizyon doğrusu beni çok mutlu etti. Ne açmışız...

İMAM HATİPLİ BİR KIZIMIZI DİNLEYİN...

İsmet Berkan Radikal’daki köşesinde geçen hafta, adını vermediği İmam Hatip ve oradanda üniversite mezunu olan genç bir kızımızın mektubunu yayınladı. Çok içten bir mektuptu.

Sizlerinde okumanızı istedim:

"Sizi çok meşgul etmeden son günlerde gündemimizden düşmeyen imam-hatipler konusunda birkaç şey söylemek istiyorum. Bunları söylemeye hakkım var gibi hissetmemin sebebi,benim de bir imam-hatip mezunu olmamdır. O okulda 7 yılımı geçirdim, gidişim ailemin (babamın) arzusuyla olmuştu. İzmir'de yaşıyorduk. 7 yıla çok şey sığmıştı, tartışmalar, baskılar, dostluklar, fikir ayrılıkları, ergenlik bunalımları. Ama sınıfımızdaki 38 kişiden belki sadece 4-5'i ciddi olarak demokratik sistemi değiştirmeye hayatlarını adamak üzere mezun oldular. Geri kalanımız kendi hayatlarıyla ilgiliydi. Çoğu evkızı oldu, üniversiteye giderlerse başlarını açmak zorunda kalırlar diye. (Ben hiç baş örtüsü takmadım.) O okul bir toplumdu, şu anda içinde yaşadığımdan farklı olsa da. Ama kurtarılmış bir kale, bir militan üssü ya da şeriatın işlediği başka bir ülke değildi. Biz de sadece 18 yaşın altındaki zapt edilmesi zor, okulu kıran, Kuran derslerinde bile (!) kopya çekmekten çekinmeyen, kendimizce haşarılık saydığımız işlerden zevk alan çocuklardık. Orada olmaktan mutlu muydun derseniz değildim. Oraya kendi irademle gitmemiştim, pek çok arkadaşımın gitmediği gibi. Ama bir gün biteceğini ve kendi kurallarımı koyacak kadar büyüyeceğimi biliyordum. Liseyi bitirip üniversiteye geçmek için o kadar çalıştım ki, matematik, Türkçe, tarih gibi sınava yönelik derslerin haftalık saatleri düz lise tabir edilen liselerde verilenlerin altında olmasına rağmen, küçük çapta bir Türkiye derecesi yaparak (117. oldum) 9 Eylül Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'ne girdim. Bu arada benim üniversiteye girdiğimden sonraki sene ağırlıklı ortaöğretim puanı uygulaması başlatıldı ve meslek liselerinin katsayıları düşürülerek mezunların üniversiteye girişleri zorlaştırıldı. Bu engele ben de takılabilirdim ama şanslıydım. Okula uyum sağlamam uzun sürmedi, hazırlık ile birlikte 5 yıl boyunca bir çocuktan bir yetişkine dönüştüm, hayattan neler istediğimi daha iyi anladım. Arkadaşlarım arasında benim çekingenliğim dışında pek bir sorunum olmadı. Ama acı gerçekle mezun olduğumda karşılaştım. Girmek istediğim kurumların yazılı sınavlarını kolayca geçiyor, ama mülakatta özgeçmişim okunduğunda salonda buz gibi bir hava esiyordu. Arkadaşlarım birer birer yeni işlerine başlıyor, ama ben nedense bir işe giremiyordum. Neden mi? Şu meşhur domuz bağlı Hizbullah cesetleri o tarihlerde bulunmuştu da ondan. Neyse uzatmayalım ben de turizm sektöründe bir işe girdim ve Bodrum'a yerleştim. Hayatımı burada yeniden kurdum, önceden planladığım gibi kendi kurallarımla. Pek kolay olduğunu söyleyemem. Bugün bilen bilmeyen pek çok kişinin imam-hatipler ve imam-hatipliler hakkında yaptığı tartışmalar içimi sızlatıyor. Onları düşman bir ülkenin askerleri gibi görenler mi ararsınız, buldukları ilk fırsatta herkesin birer birer elini kesecek katiller mi... Onlar çocuk. Nasıl eğitirseniz öyle olacaklar. İmam hatipleri kapatırsanız bu aileler çocuklarını okula göndermeyecek. Evlerde eğitecekler. Sonuç daha mı iyi olacak sanıyorsunuz? Hadi kapatmayalım mı dediniz. Üniversiteye girmelerini engellerseniz, onların hayallerini yıkarsanız, kendilerini gerçekten de başka bir ülkeye ait gibi hissetmelerine sebep olacaksınız. Ben tek çözüm görüyorum. İmam-hatiplerin müfredatları sıkı kontrolden geçirilsin ve mezunları da üniversiteye eşit şartlarda girsin, ayrımcılık yapılmadan. Dışlanmadan sisteme dahil edilsinler. Herkesin benim kadar şanslı olması beklenemez. İstemediği hayatları yaşayan o kadar çok kişi var ki etrafımızda..."

(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)
Yazarın Tüm Yazıları