Küçük kibritçi kızlar

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

McDonald’s’ın bir şubesinde hırpalanan ve örselenen küçük kız herkesin yüreğini burktu.

Perihan Mağden’den başkası söz etmedi ama, soğuk odaya kapatılan küçük kız bana da Andersen’in 'Kibritçi Kız'ını hatırlattı. Küçük ve yoksul bir kızın yılbaşında kibrit satarken donup ölüşünü anlatan o hikaye zaten hiç aklımdan çıkmamıştı ki!

Demek bunlar Avrupa’nın geçen yüzyılında hiç de görülmemiş olaylar değil. Biz ise gelişmeleri (!) bir yüzyıl geriden izliyoruz demek.

Dilencilik

Önce bu işin adını doğru koyalım. Sokakta çocuklara yaptırılan iş mendil veya su satmak falan değil. Doğrudan insanların merhamet duygularına seslenerek onları dilendirmek.

Kimse yapılana 'meşru yollardan okul masrafını çıkartmak' adını vermesin. Buradaki orta sınıfın okumaya verdiği değerin sömürüsü de apaçık sırıtıyor.

Ayrıca hemen belirtelim ki, çocuklarına bakmak ve bu cümleden olmak üzere yedirip içirmek ve temel eğitimlerini sağlamak çocuklarının kendilerinin değil, onları dünyaya getiren anababanın görevi.

Çocuklara sokaklarda mendil veya su sattırılarak yapılan iş, bir -veya birden çok- şebekenin veya doğrudan doğruya aile büyüklerinin küçük yaştaki korumasız çocukları zorla dilendirmesinden başka bir şey değil.

Gerisi tam anlamıyla safsata.

Dilenciliğin her türlüsü ise bu çağda uygar her ülke için müthiş bir ayıp.

Bu ayıp İstanbul’dan bir an önce silinmeli.

Yasakoyucunun ve polisin görevi

İstanbul Valiliği geçenlerde çok yerinde bir genelge yayınladı. Çocuklardan alışveriş etmek yasaklandı.

Ben bunun çok doğru ve yerinde, ancak uygulaması güç bir genelge olduğunu düşünüyorum.

Yapılması gereken asıl iş, yaraya doğrudan neşter vurmak. Çocukları çalıştıranları, her kim olurlarsa olsunlar, kanun yoluyla cezalandırmak. Hem de başkalarına ibret olacak biçimde.

Yasalar yeterince caydırıcı değilse, yasakoyucu devreye girmeli.

Ama en azından bugün için bazı yasa maddeleri zaten bu suçları cezalandırıyor.

İstanbul polisi köle tüccarlarını bir an önce kanunun eline teslim etmeli.

Şu bizim Rumeli

Başlık Yılmaz Çetiner’in yıllar önce Milliyet’te yayınladığı bir yazı dizisinden. Sonra bu dizi kitap haline getirilmişti. Dizide Rumeli’de bizden kalan izler anlatılıyordu ve anlatılan öykülerin çoğu gözyaşartıcıydı.

Maskeli Balo

Büyükelçi, Galatasaraylı ağabeyimiz Tanşuğ Bleda’nın Doğan Yayıncılık’tan çıkan 'Maskeli Balosu'nu uçakta okumak için Amerika’ya giderken yanıma almıştım. Kitap İstanbul-Zürich hattında kayboldu. Böylece okuma zorunlu olarak ertelendi.

Dönüşte Mehmet Yaşin kitabı hediye etmek nezaketini gösterdi.

Orada, kitabın tanıtımı sırasında gazetelerde hiç çıkmayan iki öykü bana 'Şu Bizim Rumeliyi' hatırlattı.

Sözü daha fazla uzatmadan öykülerden birini bugün aktarmak istiyorum.

Bir Arnavutluk anısı

Hikaye, Tanşuğ Bleda’nın Arnavutlukta maslahatgüzar olarak bulunduğu 1966-1970 yılları arasında geçiyor.

Bleda ilişkilerin 'ısınması' için bazı girişimlerde bulunur. Bu cümleden olmak üzere Dışişleri Bakanlığı Tiran’a Robert College’in folklor ekibini yollar. Ekip, büyük ilgi görür.

Devamını Bleda’nın 'Maskeli Balo'sundan birlikte okuyalım...

Kırık taş plak

'Program gereği birkaç gün sonra hep birlikte İşkodra’ya gittik.

Konser salonunun önü yine ana baba günüydü. Biletler günler önce tükenmesine rağmen, halk belki bir yer açılır diye kapıların önüne yığılmıştı.

Girişte dolaşırken birden kalabalıkta itilip kakılan yaşlı bir kadın gözüme ilişti. Elinde kırık bir taşplak vardı.

Yanına yaklaştığımda, bozuk ama anlaşılır bir Türkçeyle, 'Evlat, en kıymetli şeyim, kırık da olsa, bu Türk müziği plağı. Sandıktan çıkardım. Bunu versem beni içeri sokar mısınız?' dedi.

O an koca bir tarih gözümün önünden geçiverdi.

Öyle ya, elli sene evveline kadar bu şehir Türk’tü ve kadıncağız da bizim vatandaşımız.

Kim bilir yörede bu şekilde kaç aile vardı?

Kendileri için büyük kötülük olacağı için (O zamanki Enver Hoca rejimini hatırlayın! T.Ş.) bu konuyu hiçbir zaman araştırmadık. Oysa Arnavutlar kendi kökenlerinden olduklarına inandıkları 80,000 Türk’ün çetelesini çıkarmışlardır.

Kadıncağızın, çevrenin olası tepkisine bakmadan elini öpüp, 'Bu plağı sen yine sakla nine' diyerek alıp içeri soktum ve en iyi yere oturttum.

Bütün gece ağladı ve beni de ağlattı.'

Doğrusu bu hikayeyi okuduğumda ben de gözyaşlarımı tutamadım...

TEL: 677 04 25

FAKS: 677 04 21

E-MAİL: tsavkay@hurriyet.com.tr

Yazarın Tüm Yazıları