Koskoca yangını küçücük odacıya yıktılar

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

400 yıllık Yenikapı Mevlevihanesi'ni geçen Mayıs ayında kül eden yangının sorumlusu en nihayet bulundu ve iş bir müstahdemin üzerine yıkıldı... Yıkıldı ama yangınla ilgili olarak cevap bekleyen daha bir yığın soru var... İşte, bu sorulardan sadece birkaçı...

Asırlar öncesinden kalan bir tarih hazinesini talan edip içinde ne var ne yok boşalttıktan sonra delilleri bir yangınla ortadan kaldırmanın ve işi bir başkasının üzerine yıkmanın yolunu öğrenmek isterseniz, bu yazıyı mutlaka okuyun!..

İşte, bu işi yaparken örnek almanız gereken olayın öyküsü:

Fetih sonrası İstanbul'unun ilk binalarından birini, Yenikapı Mevlevihanesi'ni kül etmemizin üzerinden yedi ay geçti...

Hadiseyi hatırlayacaksınız... Vakıflar Genel Müdürlüğü Mevlevihane'yi ‘‘teberrükat ambarı’’ yani eski eser deposu niyetine kullanıyordu ve 7 Mayıs gecesi çıkan yangın, 400 yıllık tekkeden geriye sadece taş duvarlar bıraktı... Yangından on gün sonra Emniyet Genel Müdürlüğü bütün emniyet teşkilâtına bir genelge yolladı, Mevlevihane'den tam 3 bin 911 adet tarihi eşyanın çalındığını duyurdu ve yurt dışına çıkartılmaları ihtimaline karşı her yeri uyardı...

Derken yangını yangın yerinin sahibi, yani Vakıflar Genel Müdürlüğü soruşturmaya başladı... Müfettişler işe koyuldular, ifade üstüne ifadeler alındı ve sorumlular bulundu: Üç adet gece bekçisi... Behlül Bozkurt, Davut Kaplan ve İbrahim Akardere... Hatta bekçilerden birinin Mevlevihane'de daha önce yaşanmış bir hırsızlıktan sorumlu olduğunun anlaşılmasına rağmen yerinde tutulduğu da açıklandı...

Ner üç bekçi de görevden alındı ama sorumlu sayısı geçenlerde aniden bire iniverdi: İbrahim Akardere dışındaki bekçiler eski görevlerine iade edildiler ve Vakıflar sadece Akardere hakkında harekete geçti: Devlet memurluğundan çıkartıp aleyhine 50 milyarlık tazminat davası açtı. İbrahim Akardere ağırceza mahkemesinde de yargılanacak...

Vakıflar'ın teftiş kurulu canla-başla çalışıp 400 yıllık tarihin alevlere teslim edilişinin sorumlusunu böylece bulmuş ve koskoca yangını ufak bir odacının üzerine yıkmış oldular... Ama soruşturma belgelerindeki anlaşılmayan hususlar ve ifadeler arasındaki çelişkiler bir hayli garip geldi bana... Sanki yangının ve tarihi eser talanının asıl sorumluları ortaya çıkartılmıyor, iş birilerinin üzerine yıkılıyordu ve yandaki sorduklarım gibisinden cevap bekleyen daha nice soru vardı...

İşte, içinde bulunduğumuz ‘‘Mevlânâ Haftası’’ münasebetiyle Mevleviliği konu alan bir yazı sizlere... Ama bu işi becerdiklerini ve Mevlevihane talanının üzerini örtüklerini sananlar bir hususu unutmasınlar: Hammamizade İsmail Dede, Nasır Abdülbaki Dede ve Ali Nutki Dede gibi isimleri yetiştiren koskoca Yenikapı Mevlevihanesi'ni adama bu kadar kolay yedirmezler...

Bu sorular cevap bekliyor!

Yangından sorumlu görülüp memurluktan çıkartılan ve mahkemeye verilen İbrahim Akardere Vakıflar'da ‘‘müstahdem’’ iken soruşturma dosyalarına neden ‘‘bekçi’’ olarak geçirildi?

İbrahim Akardere 20 Mayıs'taki ifadesinde yangın sırasında olay yerinde olduğunu söylüyordu. 26 Mayıs'ta alınan bir sonraki ifadesinde niçin ‘‘O gün göreve gelmemiştim’’ dedi? İlk ifadesini değiştirmesi için biryerlerden baskı mı gördü? Olayı soruşturan müfettiş Arif Dülger, Akardere'nin 20 Mayıs'taki ifadesini niçin dikkate almadı?

19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin psikiyatri servisinde 448022 hasta numarasıyla kayıtlı olan Akardere'ye ‘‘Sen tam bizim aradığımız adamsın. Söylediklerimizi yap ve gerisini bize bırak. Biz seni kurtarırız’’ dediği söylenen vakıflar yetkilisi kimdi?

İtfaiye raporunda yangının bekçi odasından çıktığı yazılıydı. Vakıflar, bekçi aleyhine o gece göreve gelmediği iddiasıyla tazminat ve ceza davaları açtırdı. Bu iddia doğruysa, bekçi o gece göreve gelmediyse içerideki kimdi? Bu konu neden soruşturulmadı?

Mevlevihane'de daha önce yaşanan bir soygunun sorumlusu olduğu anlaşılan bekçileri aynı yere kim ve niçin tayin ettirdi? Yangın sonrasında yeniden görevden alınan bu bekçiler şimdi nerede çalıştırılıyorlar? Yoksa tekrar Mevlevihane'ye mi yollandılar?

Yenikapı Mevlevihanesi'nin gece bekçisi olduğu söylenen bir kişi gözaltına alınınca Vakıflar'ın bölge ayniyat saymanı karakola gidip ‘‘Yangın sırasında orada olmadığını söyle, biz seni sonru kurtarırız’’ derken ne demek istedi?

Ve son bir soru: Fransa'da birkaç ay önce çalıntı bir tarihi halı ele geçirilmiş; halıyla beraber yakalanan kişi halının Türkiye'den ‘‘kaldırıldığını’’ söylemiş ve Vakıflar'da görevli bir kişinin adını vermişti. Bu kişi hakkında ne yapıldı? Soruşturma açıldı mı, açılmadı mı?

Kral Louis'nin gayrımeşru çocukları

1572'de Türkçe olarak kaleme alınan bir ‘‘Fransız Kralları Tarihi’’, yazılışının üzerinden 425 yıl geçtikten sonra, geçen ay Paris'te yayınlandı. Kralların metreslerinden gayrı meşru çocuklarına kadar Paris'te olup biten herşey, o yıllarda İstanbul'a anında ulaşmış...

Jean-Louis Bacque-Grammont, İstanbul'daki Anadolu Araştırmaları Enstitüsü'nü senelerce idare etti. Bir hayli yayın yapıp çok sayıda ilmi araştırmaya imzasını attıktan sonra memleketine, Fransa'ya döndü...

Bacque-Grammont'un son kitabı Paris'te l'Harmattan yayınğvinden geçen ay çıktı: 1552'de Türkçe olarak kaleme alınmış ‘‘Der Beyân-ı Tevârih-i Pâdişâhân-ı Françe’’, yani ‘‘Fransa Padişahları'nın Tarihi’’ isimli bir elyazmasının Türkçe ve Fransızca yayını...

Kitapta sözü edilen siyasi hadiselerden çok, adı bilinmeyen yazarın o günlerde Paris sarayının bütün dedikodularundan haberdar olması şaşırttı beni...

Bir yerde ‘‘...Yirmi sekizinci Françe padişahlarının nâmları Karlon ve Lüvizdür kim Pepegi Luviz'in veled-i zina oğullarıdur. Pes babaları mürd olduktan (öldükten) sonra Françe padişahı oldular...’’ diye kralların gayrı meşru olduklarından söz ediyor, İkinci Childeric'i yazmaya ‘‘...On dördüncü Fransa pâdişahının nâmı İkinci Şilderik olub saltanat ona karındaşı Kulataryo'dan intikal eyledi. Pes bilgil kim ulu karındaşı Todorik bundan akdem bir yıl padişah oldu...’’ sözleriyle başlıyor Louis d'Outremer'i ‘‘Fransa Padişahı Dördüncü Lüiz, 'deniz geçti' denmekle mülâkkap (lâkaplı) idi, zira denizi geçip Engiltere'ye kaçmıştı’’ diye tanıtıyordu...

Bacque-Grammont'un ‘‘La Premiere Histoire de France en Turc Ottoman’’ını, yani ‘‘Osmanlı Türkçesi'yle yazılmış ilk Fransa Tarihi’’ni kıskandığımı hiç saklamayacağım... Hem verdiği bilgileri, hem kitabın mizanpajındaki ince zevki, hem de bilimsel bir yayınla görsel malzemenin birarada uyum içerisinde olabileceğini ispatlamasını kıskandım...

İnteraktif tarih

Hakan Ulusoy-ANKARA: Jean Sevillia'nın ‘‘Zita. Imperatrice Courage’’ı Fransa'da bu sene, Librairie Academique Perrin'den yayınlandı. Sevillia, Figaro Magazine'in yazıişleri müdürlerindendir. Zita, 1892 ile 1989 arasında yaşadı. Adını hatırlayamadığınız Avrupa milletvekili, Otto von Habsburg olacak. İmparatoriçe Zita'nın oğludur.

Fatma Yazıcıoğlu-İSTANBUL: Sözünü ettiğiniz beyit Fars edebiyatında ‘‘sahibi meçhul’’ olarak geçer. Halide Edib'in çevirisi olup olmadığı hakkında bir bilgim yok ama benim bildiğim şekli ‘‘Perdedârî mîkoned der kasr-ı kayzer ankebût/Bûm novbet mizenend ber târem-i Efrâsyâb’’dır. Yani ‘‘Kayzer'in sarayında örümcek perdedarlık yapıyor, Efrasyâb'ın göğünün üzerinde de baykuş nöbet vurmada’’. Fatih'in İstanbul'u fethinden sonra Bizans İmparatoru Konstantin'in sarayının harabeye dönmüş halini görünce bu beyti okuduğu söylenir.

Yazarın Tüm Yazıları