Kohl, Yılmaz'a ara formül önerecek

Sedat ERGİN
Haberin Devamı

Başbakan Mesut Yılmaz'ın bugün başlayacak olan Almanya gezisini, yeni hükümetin Batı ile ilişkilerdeki ilk önemli sınavı olarak görmek gerekiyor.

Gezi, Avrupa Birliği'nin genişleme stratejisiyle ilgili nihai kararlarını vereceği aralık ayındaki tarihi Lüksemburg zirvesi öncesine rastlıyor.

Lüksemburg zirvesi, Türkiye'nin bu kararlarda alacağı konumu, daha doğrusu Avrupa'nın geleceğindeki yerini şekillendirecek olması bakımından büyük önem taşıyor.

Genişleme stratejisi iki dalga halinde gerçekleşecek. Birinci dalgada Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Estonya ve Kıbrıs Rum Yönetimi yer alıyor. Bu ülkelerle tam üyelik müzakereleri 1 Ocak 1998 tarihinde başlıyor.

İkinci dalgadaki ülkeler ise Romanya, Bulgaristan, Slovakya, Litvanya ve Letonya'dan oluşuyor. AB, bu paketteki ülkelerin tam üyeliğini ikinci aşamaya bırakıyor.

Özetle, AB'nin 21. Yüzyıl'ın ilk onyıllarına dönük olarak belirlediği ve Lüksemburg'da onaylanması beklenen genişleme planı, bu 11 ülke ile sınırlı; bu planda Türkiye'ye yer yok.

Avrupa kapılarını kaparken, Türkiye'nin tam üyeliğe bakışı da yeni hükümetle birlikte önemli bir değişime uğramış bulunuyor.

DYP Lideri Tansu Çiller'in ‘‘Türkiye mutlaka genişleme fotoğrafının içinde yer almalıdır’’ şeklinde özetlenebilecek olan, ancak sonuç getirmediği için yalnızca hayal kırıklığı yaratan tutumu, yeni hükümetle birlikte yerini ‘‘gerçekçi’’ bir çizgiye terk etti.

Koalisyon ortakları ‘‘tam üyeliğin muhakkak takvime bağlanması’’ ısrarından vazgeçerek, ‘‘tam üyelik perspektifinin geleceğe dönük olarak açık tutulması’’nı benimseyen bir politikaya yöneldiler.

Bu politika ‘‘Türkiye geçen süreyi eksikliklerini gidererek değerlendirir; insan hakları, ekonomi ve diğer alanlarda gerekli adımları atarak kendisini tam üyeliğe hazırlar ve günü geldiğinde AB'nin kapısını çalar’’ anlayışına dayanıyor.

Türkiye'nin birinci ve ikinci dalgalar içinde yer almasına kategorik olarak karşı çıkan Almanya, Ankara'nın yeni çizgisini memnuniyetle karşılıyor.

Bu noktada Avrupa ve Avrupa'nın ‘‘başat gücü’’ olarak sivrilen Almanya'nın ikilemi beliriyor: Türkiye'yi genişleme planları içine dahil etmeseler de, kendi çıkarları gereği Türkiye'yi tümüyle dışlayamıyorlar.

AB, Türkiye ile ilişkisinin geleceğini bir şekilde tanımlamak durumunda.

Almanya açısından çözüm, uzun dönemde Türkiye'ye tam üyelik pekspektifini açık tutan, kısa dönemde ise tam üyeliğin altına düşmekle birlikte, gümrük birliğinin de üstüne çıkan bir ‘‘ara model’’de beliriyor.

Bu da, tam üyelik perspektifini canlı tutacak kurumsal bazı yeni işbirliği mekanizmalarının bulunması ile mümkün olabilir.

Almanya, bu formülün ne olacağı konusunda bugüne dek ciddi bir ipucu vermekten uzak durdu. Almanya'nın yanıtı büyük bir olasılıkla Şansölye Helmut Kohl tarafından doğrudan Mesut Yılmaz'a iletilecek.

Kohl'ün, Türkiye'deki uzun süren bir siyasi belirsizlik döneminin ardından istikrarı simgeleyen yeni hükümetin başbakanını Bonn'dan ‘‘eli boş’’ göndermeyeceği anlaşılıyor.

Kohl'ün özel bir dostluk ilişkisinin de bulunduğu Yılmaz'a, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği konusunda vereceği yanıtı bu gezide öğreneceğiz.

Yazarın Tüm Yazıları