Yazarların kara kutusu

Güncelleme Tarihi:

Yazarların kara kutusu
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 09, 2020 15:45

Kelimeleriyle tüm dünyaya mal olmuş yazarlar, yazma eylemine dair en mahrem köşelerinin kapılarını kendi elleriyle açıyor. Okura düşen, o kapıdan süzülüp yazarın kanepesine kurulmak. Stephen King ve Ursula K. Le Guin’in yazma üzerine yazdıkları kitaplarından yola çıkıp usta kalemlerin kelimelerle aralarındaki kara kutuya baktık

Haberin Devamı

Virginia Woolf, roman yazmayı zifiri karanlık bir odada, elinde fenerle dolaşmaya, yürüdükçe halihazırda odada olan eşyanın varlığını fener ışığı yardımıyla keşfetmeye benzetir. Margaret Atwood’a göreyse yazmak, insanın gönüllü bir şekilde, başladığı gibi bitmeyeceğini bildiği, bir iç kazıdır. Mahallenin girişindeki bitmek bilmeyen kazı çalışması gibi... Biri biter, diğeri başlar. Yazarlar, söz konusu yazı yazmak üzerine düşünmek ve konuşmak olunca, bildiğimizden farklı bir yüzle karşımıza çıkar.
Bir yazarın kişisel yazı yazma tarihi, tekniği ve macerası üzerine yazma cesareti göstermesi, popüler tabirle kalbini koymak ya da kalbini açmaktan daha ağır ve hasarlı mesele. Size açtığı yolsa, yemeklik kıyma alacağım diye girdiğiniz kasapta kendinizi bir anda hayvanın iç organlarına yapılmış bir yolculukta bulmanız gibi. Dalak, böbrek, kalın ve ince bağırsak ne var ne yok, her şeyi ortaya dökmeden, bir yazarın yazmak üzerine iki kelam laf etmesi yazının doğasına aykırı. Sevdiğiniz bir yazarın, kafatasının arka bölümünde gizli bir kapı keşfedip anahtar deliğinden içeri sızmak kadar büyüleyici, mistik, biraz da ‘röntgenci/teşhirci’ bir durum. Sadece yatak odasına değil, en mahrem çekmecelerine kadar çıkıyor bu kapı.

STEPHEN KING’İN KANEPESİNE KURULUN...
Ne var ki, yazarlardan söz ediyoruz burada. Elini bulanık sulara daldırmaktan çekinmeyen, en diplerden çıkardığı çöpleri burnuna ve ağzına götürmekte bir sakınca görmeyen, yetmiyormuş gibi bunu ‘malzemem’ diye kullanan, adı ‘çöpü güzelleştirenler’e çıkan bir takım bu.
Zihnin derinliklerine inen kapıyı, yolgeçen hanının bitişiğine bırakırken, kapıdan içeri adım atacak misafirlere karşı dağınıklığını örtme çabası gibi sahteliklere bulaşmıyor. Her şeyi, her yerde, olduğu gibi bırakıyor. Yerde, çıkarıldığı bir pozisyonda bir eşofman altı; kanepenin dibinde diğer tekini makine yutmuş bir tek çorap... Manzarayı çıkarmış olmalısınız. Farklı seviyelerde manzara deneyimleri mümkün.
Stephen King, ‘Yazma Sanatı’ ile bu durumu biraz daha ileri götürenlerden. Salondaki kanepesinin tam ortasına kurulmanızı rica ediyor; sizi ‘çocukluğunu bildiği’ kelimeleriyle, cümleleriyle tanıştırıyor. Onlarla olan dostluğunun hikâyesi, yavaşça King’in hayat hikâyesinin ta kendisine dönüşüyor. İlk yazarlık deneyimi, altı yaşında gece gündüz okuduğu çizgi romanlardan devşirme (daha filtresiz bir deyişle, yarı çalıntı) yazdığı kısa bir hikâye. İlk okuru, annesi. Aldığı ilk eleştiri, “Kendi hikâyeni yaz, Stevie”. Annesi ve ağabeyiyle olan ilişkisinden, çocukken geçirdiği hastalıklardan, teyzesinin ölümünden, ilk öykülerini yolladığı dergilerden, alkol ve uyuşturucu bağımlılığından bahsederken, yazarlık deneme kiti ambalajında gelen bir ‘otobiyografi’ kutusuyla karşı karşıya olduğunuzu fark ediyorsunuz.
Ursula K. Le Guin (Yazma Üzerine Sohbetler), Haruki Murakami (Koşmasaydım Yazamazdım), Margaret Atwood (Negotating with the Dead, henüz Türkçeye çevrilmedi) ve başka birçok yazarın da yer yer benzer bir formatla ilerlemesi tesadüf değil. Yazarın, yazı yazmak üzerine düşünmesi ve düşündüklerini yazıya dökmesi, bir tür kendisi üzerinden, kelimelerin ruhunu anlama çabası. Bazen de tam tersi. Kelimelerle yazar arasındaki kader ortaklığı/iş arkadaşlığı/kanun kaçakçılığı; ‘kara kutu’luğuyla meşhur insan anatomisine dair belki de en ‘yamuk’ ve ‘yumak’ ilişki örneği. Birlikte üreten ve ürettikçe birbirini var edebilen bir ikili bu. Kelime kullanmayan bir yazar ya da yazılmayan bir kelime, duyan gören var mı aranızda?

YAZARIN KUSURSUZ ‘EL AYARI’...
King’in, Atwood’un, Murakami’nin, Le Guin’in yazı üzerine yazıları, sadece yazıda değil; hayatın her köşesinde, odasında ve dönemecinde ‘daha iyi bir versiyonunuz’ olarak çıkmanız için size arkadan destek çıkıyor adeta. Sadece daha iyi yazmayı ya da okumayı değil; doğaya bakmayı da bir yapı çizmeyi de hatta daha iyi yemek pişirmeyi öğreniyoruz bu yazarlardan. Belki bir yemek tarifi vermiyor ama ‘elin ayarı’ gibi hiçbir endüstriyel mutfak ölçü malzemesinin erişemeyeceği kusursuzlukta çalışan doğal bir tekniği aşılıyor. Belki bir mimari çizim tekniği paylaşmıyor ama binası yıkılsa bile ayakta kalacak kolonları gösteriyor. Kaynaktan gelene izin veriyor, yolunu şaşırana mani olmuyor, Tanrı misafiri fikir ve düşünceleri bağrına basıyor, kucağında büyütüyor, tek tek cümleye, paragrafa, bölüme, kitaba dönüştürtüyor.
Beni ‘yazar’ yapmasa bile, yazar potansiyeli olan birinin hayata, insanlara, sanata, müziğe, sokağa nasıl bir gözle baktığını bizzat deneyimleme fırsatı vermiş ilk kitap denemem sırasında fark etmiştim: Yazı yazan organ olarak elin, asıl işi yapıyor olmanın verdiği haklı bir çıkışla dümene geçiyor ve duyu organlarına nasıl çalışmaları gerektiği konusunda yön veriyor. O sebeptendir ki bambaşka görmeye, duymaya, koklamaya, tatmaya başlıyor insan hayatı hummalı bir yazı üretimi sırasında. Atwood gibi King gibi isimlerin kendi dünyalarında bu süreci nasıl yönettiklerine şahit olmak, sizi sadece onlara değil, kendinize de yakınlaştırıyor.
Yazdıkça iyileşen, hastalanan, arada kendi tasarladığı labirentte kaybolan, çıkışla girişi karıştıran, bir dediği diğerini tutmayan, kendisini daha iyi anlayan, başkasını daha iyi anlatan, geçmişi unutturmayan, geleceği uyutturmayan, öfkesini yumuşatan, karanlığını süsleyen, sırt ağrısı dinen, başı göğe giren herkese, uykudan önce başucuna konan bir bardak su niteliğinde işler bunlar. Gecenin ortasında, susuzluktan uykunuz bölünürse bir yudum için...

YAZARLARDAN, YAZARLIK ÜZERİNE TAVSİYELER
“Eğer bir yazar olmak istiyorsan, her şeyden çok şu iki şeyi yapman gerekiyor: Çok okumak ve çok yazmak. Eline ne geçerse oku. İyi, kötü, adi, ucuz, basit, ağır, hafif... Ne bulursan oku ve gözlemle. Ne kadar çok okursan o kadar çok yazmak istersin.” Margaret Atwood
“Gerçeği yazabilmenin tek yolu, yazdıklarınızın asla okunmayacağını varsaymaktır. Başka biri tarafından değil, daha sonra kendinizin bile okumayacağını varsaymak.” Margaret Atwood
“Sıkıcı taraflarını terk et ve sevgililerini öldür.” Stephen King
“Kendin için yaz. Yazarken o an gözünün önüne, daha sonra o yazıyı okuyacak bir okur ya da bir yakının geliyorsa, dur ve yazmayı bırak. Sadece yazmayı düşündüğün an, o yazıyı bırak.” Ursula K. Le Guin
“Raymond Chandler bana bir keresinde, tek bir kelime yazamadığı günler bile gidip çalışma masasına oturduğunu ve konsantre bir şekilde öylece oturduğunu itiraf etmişti. Nedenini çok iyi anlıyorum. Yazmak, hem fiziksel hem zihinsel disiplin gerektiren bir konu. Bizi disipline sokacak, birtakım küçük ritüeller yaratmak yazar için neredeyse zorunlu bir durum. Ernest Hemingway de buna benzer bir şeyler yazmıştı. Sürdürebilmek, ritmi kesmemektir.” Haruki Murakami
“Ürkek âşıkların uysal eşleri tercih etmesiyle aynı nedenden ötürü çekingen yazarlar da edilgen fiilleri severler. Çünkü edilgenler çoğu zaman güvenlidir.” Stephen King

YAZMA SANATI

Yazarların kara kutusu

Stephen King
Çeviren: Gökçe Yavaş
Altın Kitaplar, 2020
256 sayfa, 35 TL.








Yazarların kara kutusu
YAZMA ÜZERİNE SOHBETLER 
Ursula K. Le Guin
Söyleşi: David Naimon
Çeviren: Özde Duygu Gürkan
Metis Yayınları, 2020
128 sayfa, 19.50 TL.




Haberin Devamı


KOŞMASAYDIM YAZAMAZDIM 

Yazarların kara kutusu

Haruki Murakami 
Çeviren: Hüseyin Can Erkin
Doğan Kitap, 2013
176 sayfa, 28 TL.

BAKMADAN GEÇME!