Güncelleme Tarihi:
Genel çerçevede şöyle bir kanı var sizinle ilgili: “Entelektüel metin ve birikimli okur buluşmasının yaşandığı romanların yazarı.” Katılır mısınız? Dahası, sizin hakkınızda neden böyle bir düşüncenin meydana çıktığını açıklar mısınız?
Hadi oturayım da birikimli okurlar için entelektüel bir roman yazayım şeklinde bir yaklaşımım yok. En iyi bildiğim dünyayı, gezi ve gizemle harmanlamayı yeğlerim. Geçen yıl TRT’de katıldığım ‘Karalama Defteri’nde Doğan Hızlan, benim için “Entelektüel bir roman türünü Türkiye’ye getiren yazar” deyince doğrusu bu saptamadan hoşlandım. O tür romanlar galiba edebiyat arenamıza biraz ağır geliyor, pek kotarılmıyor. Yalnız, yılbaşında yayımlanan Önay Sözer’in ‘Sarsılanlar’ı bahsettiğin özelliklere sahipti, zevkle okudum.
Peki, edebiyatımızda bu türden bir damarın yoksunluğundan bahsedebilir miyiz? Aynı şekilde sizin de bu boşluğu doldurmak için hareket ettiğinizden...
Bir ülkenin sığlık katsayısı o ülkenin edebiyat gerçeklerini de istismar eder. Kimi zaman tüm romanlarımda birikimli kentsoylu karakterlerin ön planda olduğu şeklinde eleştiriler alırım. Bu bir köy romancısını, devamlı köy romanları yazdığı için eleştirmek kadar gülünç. Belki de ben bir büyük romanın parçası olan kısa romanları yazıyorum. Bir boşluğu doldurayım diye hareket etmiyorum ama o boşluk yok mu...
Bundan önceki romanınız ‘Ardıç Ağacının Altında’ ve yeni roman ‘Ayrılık Çeşmesi Sokağı’; ikisi de iç hesaplaşmaların, ömür dökümlerinin hikâyesi. Son yıllarda bu türden romanlar yazmayı sizde tetikleyen duygu ne?
30 yıl finans sektöründe yöneticilik yaptım; ne çetrefilli günlerdi onlar... İlk romanımı yazdığımda 50 yaşındaydım. Son iki romanımı olgunluk dönemi yapıtları sayarım. Walter Mosley, bir romanında, “İnsanın 60 yaşına dek başına gelen her şey iyidir” buyurmuştu. 60’ından sonra ‘iç dökümü’ süreci başlar.
m ‘Ayrılık Çeşmesi Sokağı’nı yazarken kafanızda dönenen baskın mesele ya da meseleler neydi?
İç isyan, yeniçeri isyanı, Rus ablukası, veba salgını ve dev kent yangınlarına rağmen reform öncüsü olarak bilinen ama genelde ıskalanan estet padişah II. Mahmut (1785-1839) ve ıskalanma olgusu; ıskalanan devlet adamları, akademisyenler, yazarlar, yapıtlar, kentler hatta semtler...
Ömür dökümünün önceki durağı ardıç ağacıydı, şimdi ise Kadıköy Yeldeğirmeni’nde bulunan bir sokaktaki konak. Neden seçildi bu konak roman için?
Yakın zamana kadar ‘Ayrılık Çeşmesi’ Marmaray tren hattının son durağıydı. Anons edildiği zaman içimi bir hüzün kaplardı; ayrılık ve çeşme! Sonra o ıssız sokağı ve restore edilen kadim Osmanlı çeşmesini defalarca ziyaret ettim. Sokağı, mega kentin tacizinden esirgeyen o bakımsız Osmanlı mezarlığını da görünce kararımı verdim.
Gerçekler, yaşanmışlıklar, önemli biyografilerden kesitler ve hatta yaşayan figürler ile kurmacanın iç içe geçtiği bir evren ‘Ayrılık Çeşmesi Sokağı’nın dünyası. Bir konuşmamızda, “Gerçek ile kurmacanın boz bulanık bir ortamda symbiosis’i edebiyatın gizemidir” demiştiniz. Bu karşıtlıkta sizin için ağır basan hangi taraf oluyor; gerçek mi kurmaca mı?
Gerçek ile kurmaca sürekli düello içindedir. Son iki romana monte edilen biyografik kesitlerle, “Hayat romanlardan daha tuhaf” demek istiyorum.
Romanın, ortalarda gözükmeyen bir kahramanı var: Samuel Beckett. Kurguyu etkileyecek kadar metnin ruhunda. Nedir Beckett’i sizin için özel kılan?
Beckett entegre, estet ve gizemli bir kültür-sanat kişisi; 20’nci yüzyılın Shakespeare’iydi. Değil yapıtlarını irdelemek, hayat hakkında da konuşmazdı. Mektuplaşmayı yeğlerdi; 20 binden fazla yazmıştır. Oyunlarından ‘Catastrophe’, 7 dakika ve ‘Breath’ 45 saniye sürer. Kendisi değil, ama başyapıtı ‘Godot’yu Beklerken’ ıskalandı. Verdiği onca ipucuna rağmen akademisyen ve izleyiciler oyunu çözemeyince o da içinden güle güle gitti. Romanımın bir parçasıdır bu olgu; ıskalanacağına bahse girerim!