İstanbul'un dışından merkeze atılmış bir ok

Güncelleme Tarihi:

İstanbulun dışından merkeze atılmış bir ok
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 20, 2021 08:35

Kadıköy’deki tarihi Hasanpaşa Gazhanesi, yeni adıyla Müze Gazhane, açılış sergisi olarak güncel sanatçı Serkan Taycan’ın ‘Kente Doğru’ başlıklı kapsamlı sergisiyle İstanbul kültür sanat dünyasına güçlü bir giriş yaptı. Kentleşme meselesini odağına alan Taycan, “İstanbul’un çeperinden merkezine doğru mekânsal, coğrafi ve sosyal dönüşümün izlerini aradım” diyor.

Haberin Devamı

İstanbul Kadıköy’de yeni açılan Müze Gazhane, fotoğrafçı Serkan Taycan’ın ‘Kente Doğru’ isimli sergisini ağırlıyor. Müze Gazhane’nin 600 metrekarelik galeri alanında izleyiciyle buluşan ‘Kente Doğru’ sergisi, güncel sanatçı Serkan Taycan’ın 2007-2021 yılları arasında yaptığı çalışmalara bütüncül bir gözle bakıyor. Dört bölümden oluşan sergi, ‘Habitat’ isimli ilk kısmıyla taşraya, ‘Kabuk’ bölümüyle İstanbul’un çeperine, ‘Agora’da ise kentin meydanlarına odaklanıyor. Birbirini tamamlayan bu üç bölümü 2013’te İstanbul Bienali’nde yer alan ‘İki Deniz Arası’ yürüyüş rotası projesi izliyor. Taycan ile bir araya gelerek İstanbul’u ve kentleşmeyi konuştuk.

‘Kente Doğru’da bir puzzle gibi birbiriyle iç içe geçmiş dört seri görüyoruz. 14 yıl boyunca farklı başlıklarla ortaya çıkan çalışmaları birleştirerek Müze Gazhane’de sergileme fikri nasıl ortaya çıktı?
‘Kente Doğru’da önceden sergilenmiş ve kendi başına ayakta duran üç fotoğraf serisi ve onlara eklemlenen bir yürüyüş rotası var. 2007 yılından 2021 yılına kadar “Kentleşme nedir ve kentlileşme nedir?” gibi sorulara kafa yordum. Aynı zamanda akademik çalışmalarımla sanatsal çalışmalarım birbirini besledi. İBB, Müze Gazhane’deki bu mekânda bir sergi açmamı istedi. Kısa bir süre vardı. Mekâna gelince çok etkilendim. Çünkü burası hangar gibi büyük ve sanatçıya alan açan bir sergi yeri. Bu alanın Türkiye kültür sanat ortamı için çok büyük potansiyeli var. Zaten kafamın bir kenarında şimdiye kadar yaptığım çalışmaları birleştirip bir anlatım yapmayı hayal ediyordum. Ben mimari kökenliyim ve bu çalışmaları yaparken -sonucu tam olarak ne olur bilmesem de- aslında tüm sergileri büyük bir bedenin parçaları olarak tasarlamıştım. Bu yüzden yıllardır yaptığım çalışmaları birleştirmek beni heyecanlandırıyordu.

Haberin Devamı

Fotoğrafçılığın dışında kent sosyolojisi ve mimari meselesi sanat kariyerinizin tam ortasında duruyor. Fotoğrafçılık, mimari ve kent sosyolojisi sizin kafanızda nasıl konumlanıyor?

İstanbulun dışından merkeze atılmış bir ok

Ben taşrada büyümüş, sonra İstanbul’da mühendislik okumaya gelmiş, fotoğrafa başlamış, daha sonra görsel sanatların başka alanlarına kaymış, şimdi de mimari doktorası yapan biriyim. 30 yaşında fotomuhabirliğini bıraktıktan sonra çocukluğumun geçtiği yere kimlik ve aidiyete dair sorularla geri döndüm. Spesifik tek bir yer olmamakla birlikte Ankara’nın doğusuna seyahatler yaparak fotoğraflar çektim ve samimi bir öykü yaratmaya çalıştım. Biraz durağan, folklorik ve oryantalist olmayan bir fotoğraf serisi oluşturdum. Aslında lojmanlarda geçen bir çocukluğun izlerini aradım. ‘Kente Doğru’ sergisinin ilk bölümünü bu fotoğraflar oluşturuyor. O defteri kapattıktan sonra kent ve kentleşme meselelerine girdim. O sırada ‘Kabuk’ adını verdiğim ikinci fotoğraf serime başladım. 2010-2012 arasında İstanbul’un çevresinde mantar gibi toplu konutlar bitmeye başladı. O zamanlar İstanbul’un çeperinde yürümeye başladım. Kent çeperi aslında kentin geleceğini belirleyen mekânlardır. Örneğin Beyoğlu aşağı yukarı 100 senedir benzer bir görüntüdedir. Ama taşrada yapısal değişimler vardır. Çeperlerde dolaşırken bu inşaatlardaki malzeme süreçlerini araştırmaya başladım. İnşaatlarda hangi moloz şehrin neresine gidiyor, onu anlarsanız aslında şehrin bedenini anlamış olursunuz. Ben de hafriyat kamyonlarını takip etmeye başladım. O süreçte İstanbul’un çeperindeki mekânsal, coğrafi ve sosyal dönüşümün izlerini aradım. Bunların nasıl sınıfsal ve mekânsal ayrımlara meydan yarattığını gözlemledim. Bu çalışma benim Sabancı Üniversitesi’nde yaptığım akademik araştırmalarla bütünlük kazandı. 2013 yılının başında ikinci bölüm sergilendi. Bu anlattığım süreç zaten Türkiye’yi Gezi sürecine götürdü. Bu serginin ana omurgasını Gezi oluşturuyor diyebilirim.

Haberin Devamı

‘İki Deniz Arası’ yürüyüş rotası nasıl oluştu?
Ben aynı zamanda yürüyüşçüyüm. Doğa sporlarıyla ve yürüyüş felsefesiyle ilgileniyorum. Zaten sık sık İstanbul’un çevresinde çok uzun yürüyüşler yapıyordum. Önerilen Kanal İstanbul rotasının bir yürüyüş rotasına dönüşebileceğini düşündüm. Projeye pozitif ya da negatif bir bakış açısıyla değil, bu proje nerede olacak, nasıl etkileri olabilir, insanlar bu rotayı yürüyerek anlayabilirler diye bir fikir oluştu. ‘İki Deniz Arası’ aslında insanların İstanbul’un çeperini anlamasını sağlayan bir rota. 2013 İstanbul Bienali’nde bu rota sergilendi. Her 1 kilometrede bir çektiğim fotoğraflar sergilendi. Daha sonra tıpkı Likya Yolu gibi, Karia Yolu gibi bir yürüyüş rotası olarak resmi kayıtlara geçti. Benden bağımsız bir işe dönüştü. Yürüyenler çektikleri fotoğraflarla bir görsel hafıza yaratıyor. Bu bir kentleşme yürüyüşü. Kırsaldan tarım alanlarına, oradan kent çeperine, oradan da kent merkezine doğru giden bir yürüyüş. Bir kent nasıl oluşur sorusunu anlamak için İstanbul ölçeğinde edinilebilecek iyi bir tecrübe. Bu sergi de tıpkı yürüyüş rotası gibi, kentin dışından merkeze bir ok atarsan nerelerden geçer, bunun hikayesini anlatıyor.

Haberin Devamı

Serginin ‘Agora’ bölümünde ise kentin kalbini oluşturan meydanları yer alıyor...

İstanbulun dışından merkeze atılmış bir ok

Sergide yer alan sekiz meydan aslında kronolojik olarak bir şeyler söylüyor. Sultanahmet, Galata, Ümraniye gibi meydanların ardından son olarak Cevahir (AVM) Meydanı’nın fotoğrafları var. Yani Osmanlı’dan bugüne meydanlar nasıl değişti, neoliberal politikaların bize sunduğu meydanlar nedir ve nasıl ilişkiler yaratıyor sorularını sordum. Serginin temel amacı kentleşmeye dair bir tartışma yaratmak. ‘Agora’ bölümünü sergi alanı içerisinde de meydanvari bir alana yerleştirdik.

Sizin için yürümek ile fotoğrafçılık arasında nasıl bir ilişki var?
Yürümek son derece devrimci bir eylem. İnsan tarih boyunca mental anlamda ayakta kalabilmek için yürümüş. Dünyanın en büyük iki ülkesi Çin ve Hindistan yürüyerek kurulmuş. Bunun yanında Afroamerikanların mücadeleleri, kadın hakları mücadeleleri, aklımıza gelen tüm protesto eylemleri yürüyerek gerçekleşir. Yürümek aynı zamanda düşünmeyi beraberinde getirir. Birçok felsefecinin yürümekle ilgili ürettiği çok sayıda işi vardır. Yürümek benim hayatımda çok önemli bir yerde duruyor. Yaratıcı sürecin bir parçası olarak görüyorum. Yürümeden bu sergi çıkmazdı.
Serkan Taycan’ın ‘Kente Doğru’ sergisi Ocak 2022’ye kadar Müze Gazhane’de görülebilir.

BAKMADAN GEÇME!