İntikam meleği

Güncelleme Tarihi:

İntikam meleği
Oluşturulma Tarihi: Şubat 16, 2021 13:34

Avusturyalı yazar Bernhard Aichner’ın “Ölülerin Kadını” üçlemesinin ilk kitabı olan “Ölüme Eş” gerilimli bir aşk hikayesi; ölüm meleğine dönüşen bir kadının hakikat ve intikam arayışı...

Haberin Devamı

1972 yılında Doğu Tirol’deki küçük bir köyde doğan Bernhard Aichner, çocukluğunda Katolik Kilisesi’ne hizmet etti. Ancak bu sırada şiirler yazmaya ve dilin dünyasına kapılmaya başlamıştı. Bu küçük köyde hayallerini gerçekleştiremeyeceğinin farkına vardı ve 17 yaşındayken herşeyi geride bırakarak Innsbruck’a taşındı.Önce garson, sonra fotoğraf laboratuarı teknisyeni olarak çalıştı. Dil ve edebiyat hevesi dinmemişti. Nitekim üniversiteye girdi, Alman Dili ve Edebiyatı okudu ve “20. yüzyılın doksanlı yıllarında Almanca konuşan kadın yazarların edebiyatında cinsellik” üzerine hazırladığı tezle mezun oldu. Hayatını fotoğrafçılık yaparak kazanıyor, bir yandan da yazma denemeleri yaparak kendi dilini ve uslubunu bulmaya çalışıyordu. 2000 yılında ilk öykü kitabı”Babalon”, iki yıl sonra ilk romanı “Das Nötigste über das Glück” (“Mutluluğun Temelleri”) yayımlandı. 2010 yılında “Max-Broll” serisinin ilk macerasıyla polisiye türü denedi. Dikkatleri toplamıştı ama uluslararası ününü ve çok satarlığı 2014’te yayımlanan “Totenfrau” - “Ölüme Eş” ile yakalayacaktı. Romanları sinemaya ve Tv dizilerine uyarlanan, çok sayıda edebiyat ödülü kazanan Aichner, ülkesinde radyo ve tiyatro oyunları ile de tanınıyor.

Haberin Devamı

NE KADAR İLERİ GİDEBİLİRSİN?
Brünhilde Blum’la rahatsız edici bir sahnede tanışıyoruz. “Yirmi dört yaşında. Hagen ve Herta Blum’un kızı. Evlatlık. Üç yaşındayken çocuk esirgeme yurdundan aldılar onu, bir evcil hayvan gibi yetiştirdiler, kendilerinin yolundan gitsin diye bu yaşa getirdiler. (...) Hagen için kutsal olan ne varsa devam ettirecek, onun yarattıklarını muhafaza edecek, onun ikame adamı olacaktı.” Hagen’in Blum Cenaze Hizmetleri Şirketi’ni sürdürmek için eve alınan ama hiç sevgi görmeden, küçük yaşta ölülerle haşır neşil olan, Hagen ve Herta’dan nefret eden Blum, bu tekne gezisinde onların denizde boğulup gitmelerine, attığı çığlıklara kayıtsız kalabilecek kadar taşlaşmış bir genç kadın. Onun içini yumuşatan, “deniz kazası” sırasında tanıştığı cinayet masası polisi Mark olmuştur. Aradan geçen sekiz yıldır hiç ayrılmadan sürdürdükleri mutlu bir evlilileri, iki de sevimli kızları var. Mark detektifliği, Blum ise cenaze hizmetleri işini sürdürüyor. Innsbruck’un ortasında elma ağaçlarıyla dolu büyük bahçeli evlerinde -Mark’ın babası Karl ve Mark’ın sokaktan bulup getirdiği Bosna’lı savaş mağduru ve şimdi Blum’a ölü yıkama işinde yardım eden Reza ile birlikte- pastoral bir hayat kurmuşlar. Ama bir kaza her şeyi değiştirecektir;
“Çıkış kapısına kadar yirmi metre, Mark sinyal veriyor, başını çevirip bir an için Blum ve Reza’ya bakıyor, sonra gaza basıyor. Blum tam eve girmek üzere arkasını dönerken birden bir çarpma sesi duyuyor. Onu görüyor, bir Rover, büyük, siyah bir araba, önce orada olup bitenleri bir sıraya koyamıyor, kavrayamıyor. Araba. Mark. Mark’ın birden kayboluşu, büyük arabanın motoru sürükleyip devirişi. Mark’ın düşüşü. Arabanın onu altına alışı. Reza koşmaya başlıyor. Blum onun arkasından. Mark arabanın altında kayboluyor, metalin çıkardığı korkunç ses, motorun sürüklenişi. Mark eziliyor. Bir oyuncak bebek gibi bükülüyor vücudu, bir oyuncak gibi uçuyor havada. Gözlerinin önünde. Ona doğru koşuyor, yardım etmek istiyor, Reza onu durdurmaya çalışıyor. Ve araba çekip gidiyor. Hızla ve sonsuza dek. Yardım etmeden, acımadan, dehşete kapılmadan. Kaçan arabanın arkası sadece.”

Haberin Devamı

Blum, hayatını cehennem çeviren bu kazanın yasını tutarken Mark’ın telefonunda bir takım ses kayıtları bulur. Göçmen bir kadının arkadaşlarıyla birikte maruz kaldığı kötülükleri -aşağılamaları, işkenceleri, tecavüzleri ve nihayetinde bir cinayeti- anlattığı olaylar.... Blum, kocasının bu olayların faili olan -kendilerine fotoğrafçı, avcı, rahip, aşçı ve palyaço isimleri takmış- maskeli beş adamın izini sürdüğünü anlamıştır. Göçmen kadını bulduğunda araba kazasının tesadüf değil cinayet olduğunu da anlayacaktır. Bir an bile tereddüt etmez, bu adamların peşine düşecek, maskelerini düşürecektir. Peki ya sonra, ne kadar ileri gidebilecektir Blum?

EĞLENCE EDEBİYATI
Bernhard Aichner’ın da bir söyleşisinde söylediği gibi, “Ölüme Eş” tam -da bu sorudan hareketle kurgulanmış; “sevdiğiniz birisi elinizden alınırsa intikamını almak için ne kadar ileri gidersiniz?” “Ölüme Eş”in bir suç romanı olduğunu bilmek ve romanın ilk sahnesinde Blum’un tavrına şahitlik etmek yanıtı kolaylaştırıyor; elbette sonuna kadar gidecektir Blum...
Blum’un izlediği yol kuşkusuz onu bir anti kahramana dönüştürürken okuyucuyu da pek çok intikam temalı filmde ve romanda -mesela “Dexter”te, “Kill Bill”de, “Ejderha Dövmeli Kız”da- içine düştüğü açmaza sürüklüyor. Psikopat mı, sadist bir katil mi, suçlu mu yoksa adaleti sağlayan bir intikam meleği mi? Ancak Patrisia Highshmith’in Ripley serisindekine benzer bir ahlaki sorgulmaya açıldığı söylenemez. Aichner’ın anlatısı okuyucunun Blum’a empati yapmasını, daha doğrusu onun tarafını tıtmasına yardımcı oluyor ki zaten bu romanı çekici kılan da Brünhilde Blum karakterinin ta kendisi. Ebeveyninin ona verdiği Brünhilde isminden nefret ediyor. Hayatından sürgün ettiği bir isim. Bu ismin çağrışımlarının -ve Blum’u evlatlık alan ailenin- ülkenin Nazi geçmişine bir gönderme olduğu söylenebilir. Zaten Blum’ün evlatlık alındığı evde maruz kaldıklarıyla göçmenlerin Avusturya’da yaşadıkları arasında bir paralelik kurulduğu çok açık. Buradan Avusturya edebiyatının büyük yazarlarının -Musil’in, Roth’un, Vogel’in, Bernhard’ın, Jelinek’in- romanlarında işledikleri boğucu atmosfere de uzanılabilirdi belki ama Bernhard Aichner suç romanının kalıplarını fazla zorlamıyor.
Buna karşılık kurguyu biraz zorlamış. Etkileyici başlangıcın ardından gelen iz sürme hikayesinde her şey yerli yerine oturmuyor. Genç bir kadının eylemlerini hiç engel tanımadan, büyük bir zahmete katlanmadan halletmesini hazmetmek kolay değil. Buradaki sorunun biraz da hikayenin soluksuz akışından kaynaklandığını düşünüyorum. Hiç “es” vermemiş Aichner; bodrum katlarına hapsedilen göçmenler, gördükleri şiddet dolu muameleler, acımasız maskeli adamlar, kah sürat motorlarıyla kah cenaze arabalarıyla süren kovalamacalar, kesilen-ezilen-yakılan bedenler, Blum’un öfkesi ve nefreti... bütün bunlar öylesine hızlı ve gerilimli bir hava yaratıyor ki kurgudaki aksaklıklar önemini yitiriyor.

Haberin Devamı

Şiddet ile ilgili görüntüler bazı sahnelerde rahatsız edici saheneler sergilemekle birlikte “Ölüme Eş” şiddet pornografisine düşmemiş, Blum’un aile hayatı, dayanışma ve dostlukl ilgili motifler anlatıyı dengeliyor. Romanın -olumlu anlamda- rahatsız edici yanı daha iyi bir hayat arayışındaki göçmenlerin düştükleri durumlar. İnsanın insan reva gördüğü eylemler. Bu eylemleri yapanların toplumun “saygın” kişilerinden olmaları ve daha da kötüsü eylemlerinden pişmanlık bile duymamaları.
Hayatını yazarak kazanmak isteği Aichner’ı popüler türlerde, çok satarlık kalıplarını gözeterek yazmaya itmiş. Başarısında pazarlamanın da rolü olduğunu inkar etmiyor. Ancak dile olan sevgisinde ısrarlı. Kendi tarzını “Eğlence Edebiyatı diye adlandıran Aichner karanlık hikayesini diliyle aydınlatmış. Minimalist bir tarzla yazıyor, kısa ama kesin/ keskin cümlelerle, vurucu sözcüklerle, yer yer tekrarlarla hem yoğun bir anlatım kuruyor, hem anlatısına dinamizm ve gerilim katıyor. Blum’un kederini, nefretini ve umutsuzluğunu da yeterince aktarabilmiş. “İyi bir polisiye, diğer türlerden daha edebi olabilir” Aichner ama şunu eklemeyi ihmal etmeden; “ruhumun kurtuluşu için, hiçbir insanın öldürülmediği bir şeyler de yazmalıyım”...

Haberin Devamı

İntikam meleği
Ölüme Eş
Bernhard Aichner
Çeviren: Çiğdem Canan Dikmen
Doğan Kitap, 2021
350 sayfa, 42 TL.

BAKMADAN GEÇME!